Kabahat kimde!

Kürt kökenli vekillere sordu: Eve dönüş yasası neden işlemedi? Mahkeme mi başarısız, Meclis mi?

Kabahat kimde
ABD’
nin Ankara Büyükelçiliği’ne davet edilmişlerdi...Kürt kökenli TBMM milletvekilleri ve siyasi temsilciler masaya oturdular. Karşılarında ABD kongre üyesi Christopher Shays ve Büyükelçi Ross Wilson ...

Kongre üyesi büyük bir "nezaket" ve ilgiyle sordu:

- Çıkarttığınız eve dönüş yasası neden başarılı olamadı?

Milletvekilleri TV programına katılmış "yarışmacılar" gibi birbirlerine bakarken kongre üyesi ikinci kritik soruyu sordu:

- Başarısızlıkta hükümet mi, mahkemeler mi, yoksa TBMM mi rol oynadı?

Evet, geldiğimiz nokta işte budur..

Bir yabancı büyükelçi ve bir başka ülkenin milletvekili Türkiye’de milletvekili ve siyasileri etnik kökenlerine göre çağırıp soruyor:

- Kabahat kimde? Hükümet mi, mahkemeler mi yoksa TBMM mi hatalı?

Orada bulunanların ne söylediğinin bir önemi var mı?

Elbette yok ...

Hepimizin üzerine yuvarlanan bu ağır soru için ne söylenebilir ki?

Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devlet midir? Mahkemeler bağımsız değil midir? TBMM özgür bir irade değil midir?

Bu soruyu basit bir "yanlış anlama" olarak geçiştirebiliriz...

Unutup, görmezden gelip yutkunabiliriz...

PATAVATSIZLIK

Bu patavatsızlık için "aslında iyi niyetli bir soruydu" da diyebiliriz.

Çünkü, bana göre ABD Büyükelçisi’nin bir kabahati yok. O işini yapıyor.

Bu nedenle bu ihtimallerin hiçbiri değil ...

Değil; çünkü bu durumu gören örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan tepki gösteriyor.

Ertesi gün aynı toplantıya çağrılı olan diğer milletvekillerini göndermiyor.

Belli ki Başbakan da bu soruları duymuş...

ABD kongre üyesinin milletvekillerine "kabahat kimde" yaptırttığı Başbakan’a anlatılmış...

Burada ilginç olan şey şu:

- Bunca olay içinde kongre üyesine, kim eve dönüş yasasının önemini anlatmış olabilir?

Yoksa bu yasa "koordinatör bağlamında" bir ABD teklifi ya da projesi miydi?

Çünkü kongre üyesi sorarken öyle bir üslup kullanıyor ki:

Yani; "Gayet iyi bir projeydi neden başaramadınız. Proje iyi de uygulamada kim kabahatli" der gibi bir üslup...

Ne dersiniz?

Böyle dolaşmıştı/images/100/0x0/55eb0dc5f018fbb8f8a80622

ABD Büyükelçisi Ross Wilson’un Ankara’daki sabah kavaltısı davetinde Kürt kökenli politikacılarla buluşan ABD Kongre üyesi Christopher Shays, daha sonra Diyarbakır’a gitmiş, Habur Sınır Kapısı’nda incelemelerde bulunduktan sonra Kuzey Irak’a geçmişti. "Şehit ailelerinin yanısıra ölen PKK’lıların ailelerini de ziyaret etsek bir rahatsızlık yaratır mı" diye soran Sahys, gezisi sırasında sıkı şekilde korunan son model ciplerin oluşturduğu konvoyla yol almıştı. Shays, Amerika’nın Irak’ı en çok ziyaret eden Kongre üyesi olma unvanını elinde tutuyor.

ABD’nin yeni bir Kürt planı

SEVGİLİ okurlar;Son gelişmeler öylesine iç içe geçiyor ki; bir olayı diğerinden bağımsız ele almak artık mümkün değil...

İşte ABD Büyükelçisi’nin Kürt kökenli siyasetçilerle yaptığı toplantı, Washington’da belirlenen bir planın Ankara’daki uzantısı olarak böyle karşımıza çıkıyor...

Toz duman içindeki bu manzarayı sadeleştirelim...

ABD, Türkiye’nin Irak’a yapacağı bir müdahaleyle Ortadoğu’da giderek sarpa saran işlerin "kör düğüm"e dönüşeceğini anlamış görünüyor...

Bu amaçla yeni bir yöntem belirliyor.

Bu yöntemin iki ayağı var...

Birincisi, Talabani ve Barzani’nin "eli silahlı" PKK unsurlarını dışlamasını sağlamak.

Diğeri, Türkiye’deki "Kürtlerin demokratik hak talepleri"ne zarar vermeden PKK’nın dışlanmasını sağlamak...

Yani PKK’ya silah bıraktırmak.

Bunun için DTP’ye önceden haber gidiyor...

Ve ani bir kongre değişimiyle DTP’nin yönetimi tümüyle "İmralı"nın etkisine giriyor...

Daha önceki Genel Başkan Ahmet Türk’ün hiç kullanmadığı bir üslupla yeni Genel Başkan Demirtaş, terörist Öcalan’a "Kürt halk önderi" diye hitap ediyor. İşte bu tarihten sonra DTP’li belediye başkanları, milletvekilleri "terörist Öcalan"ı açıkça övmeye başlıyorlar.

ABD Büyükelçisi de plan doğrultusunda PKK’yı dışlamayan DTP’yi toplantılara çağırmıyor.

Bunun yerine alternatif Kürt siyasetçilerini çağırıyor. ABD Büyükelçiliği’ne çağırılan Kürt kökenli siyasetçilerin tek ortak özelliği PKK’yı dışlamış olmaları... Ama DTP, "İmralı"yı ve PKK’yı bırakmıyor.

Böylece, ABD’nin PKK’ya karşı geliştirdiği yeni "Kürt Planı"nın Türkiye tarafı DTP’de zorlanıyor.

Tek alternatif DTP’den bazı ayrılmaların olması ihtimali. O da zor gözüküyor.

Belki Barzani ABD’nin planını uygular gözüküyor. Ama içeride DTP buna yanaşmıyor...

Oysa amaç, PKK’ya silah bıraktırıp hem Kuzey Irak’ta hem de Türkiye’de bir Kürt siyaseti oluşturmak.

Bu yüzden DTP’nin kapatılma süreci iki tarafı keskin bir bıçak görüntüsü alıyor.

K. Irak vuruşunu karargáhta uydudan izlediler

TAM filmlerdeki gibi...

Afrika’nın bilinmeyen bir yerindeki terörist kampa komandolar havadan baskın yaparken CIA karargáhında uydudan o baskın izlenir...

Uydudan gelen görüntüde yeşil zemin üzerine bazı karartıların hareketleri yansır. Arada patlamalar olur ...

Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasındaki "teknik takip" tanımı bu görüntüyü hatırlatıyor.

Sordum.

Çıkardığım özet şu:

"Sınırımıza doğru yaklaşan terörist grup uydudan belirleniyor. Görüntü alınıyor. Koordinatlar veriliyor. Ve vuruluyor."

Dahası "teknik takip"le teröristlerin uğradığı zarar tespit ediliyor.

Bu da baskının karargáhta uydudan izlenmesi anlamına geliyor...

Sonuç ise şu:

- Bu uydu istihbaratı devam ederse PKK’nın hareket yeteneği sıfıra yakın olur... Sonraki aşama kamplara vuruştur... Bu yöntemle TSK, her operasyondan neredeyse hiç zayiat vermeden dönebilir..

Kaçan trenin ardından
/images/100/0x0/55eb0dc5f018fbb8f8a80624
GEÇEN hafta "Mehmet Ağar kongreyi neden engelliyor" diye yazmıştım.

Ağar aradı:

"Birkaç gün sabır. Bir formül var" dedi.

Ağar’ın formülü belli oldu:

- DP’nin başına "Hüsamettin Abi".

Siyasi tarih gösteriyor ki bu yanlış bir formül.

Çünkü siyasette kim "Abi" olarak bir partinin başına geldiyse "Abi" oldu ama gelen başkan olamadı... Daha önce Çiller’e karşı İsmet Sezgin "kasım’a kadar İsmet Abi" olarak getirilmek istendi. Olmadı. Hikmet Çetin Baykal’a karşı "Hikmet Abi" formülü olarak sunuldu. Olmadı...

Hüsamettin Cindoruk, sohbetine, öngörüsüne saygı duyulacak bir isim. Ama üzerine yapışmış bir "emanetçi" kimliği var.

O kimlikten kurtulması için daha önce çok büyük bir şans verilmişti.

Çiller’e karşı aday olabilirdi. Ama O Demirel’den icazet bekledi. Ve aday olmadı...

Üstelik o zamanki DYP büyük bir partiydi. DP ise neredeyse bir "dernek" görüntüsü veriyor. Bu yüzden Cindoruk’un bunu kabul etmesi, "kaçırılmış bir trenin" dumanına uzaktan bakmaya benziyor.

Üstelik artık "Anadolu Ekspresi" yerine "hızlı tren" var...

Kabahat kimde
Kabahat kimde
Nuhoğlu hoca... Dr. Gülen

ALP Nuhoğlu’nu başarılı bir doktor olarak tanıdım. Ama sonra Zeynep Tokuş’la magazin dünyasının içine "sille tokat" girince durum değişti...

Önce "özel hayat" dedim... Normali buydu... Ama bu son olay artık bir "ibret serisi"nin son "sahnesi" haline geldi ...

Dr. Nuhoğlu 6.5 aylık doğan bebeklerini ABD’de Fethullah Gülen’e götürdüklerini ve hastalığının geçtiğini söylüyor.

Nasıl mı?

Alp Nuhoğlu anlatıyor:

"İhsan Kalkavan bizi Fethullah Gülen’e götürdü. Hoca bize kendi duasının yazılı olduğu altın bir para verdi. (Bunu bebeğe tak, merak etme iyi olacak) dedi. Bebek iyileşti."

Bu olay doğru mudur?

Eğer doğruysa dünyanın dört bir tarafında "ilim yaymak" için okullar açan Fethullah Gülen’in "bu yaptığı" nasıl açıklanacak?

Eğer bir açıklama olmazsa anlatılandan çıkan sonuç şudur:

Üfürükçü Alp Nuhoğlu Hoca...

Ve Dr. Fethullah Gülen...
Yazarın Tüm Yazıları