Türkiye Türklerin midir

BAŞBAKAN geçen cumartesi günü Kızılcahamam’da yeni Anayasa çalışmalarının 15 Aralık’ta başlayacağını ilan etti.

Bugün biraz risk alarak, yeni Anayasa’nın en kritik sayılabilecek maddesiyle ilgili bir öneri yapacağım.

Ama, önce işe, başka bir soruya cevap vererek başlayacağım.

Son zamanlarda ilgiyle izlediğim insanlardan biri Baskın Oran.

Baskın Oran üç hafta kadar önce, tam PKK saldırılarının olduğu günlerde, Radikal’ın Pazar ekinde bir yazı yazdı.

Yazının anafikri şuydu:

"Hükümet, böyle sinirlerin gergin olduğu bir dönemde, Anayasa yapmayı gündeme getirmemeli. Bu çalışma, durum sakinleştikten sonra başlatılmalı."

Okuduğum an bu görüş bana çok makul görünmüştü.

Ancak biraz zaman geçince şu soru yavaş yavaş kafama takılmaya başladı:

"Acaba, tam aksine yeni Anayasa yapmak için en iyi konjonktür bu olamaz mı?"

Neden böyle düşündüğümü anlatayım.

Anayasalar ne için yapılır?

Toplumda insanların bir arada yaşamasını sağlayacak olan temel mutabakatı ortaya koymak için.

Başka deyişle, toplumu yönetecek olan kanunların, kuralların ruhunu belirlemek için.

Demek ki, Anayasa yapma ihtiyacının altında, "toplumun çeşitli kesimleri arasındaki çatışmaları ortadan kaldırmak" fikri yatıyor.

Demek ki, toplumun çeşitli kesimleri arasında çok sayıda çatışma konusu var ki, bunu ortadan kaldırma fikri doğmuş.

* * *

Bu varsayım geçerliyse, şu da doğru olmalı.

Toplumdaki kavgaları önlemek istiyorsak, bu işe, çatışmaların en dorukta, en görünür olduğu sırada başlamak en etkili sonucu verir.

Birçok ülkede temel mutabakat belgeleri, iç savaşlardan, büyük krizlerden sonra ortaya çıkmıştır.

Türkiye bugüne kadar iç savaş geçirmedi.

Ama iç savaşa gitmese de, bugün çok ciddi çatışmalar yaşıyoruz.

Dolayısıyla Baskın Hoca’dan farklı düşünüyorum.

Bugün Anayasa yapmak için en elverişli dönemdeyiz.

Burada tek sorun, bu çalışmayı, seçimde yüzde 46 oy almış bir partinin başlatıyor olmasıdır.

Bu siyasi güç, iyi niyetle kullanıldığı takdirde işi kolaylaştırır.

Yok, kendine bazı misyonlar yüklemiş bir zümrenin, "Şimdi tam zamanıdır" duygusunun ürünüyse, buradan kalıcı bir Anayasa çıkmaz.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu Anayasa tartışmasında özellikle iki konu, fanatiklerin meydan savaşına dönüşecek.

Bir grup, türban sorununu yeni bir Anayasa ile güvence altına almak isteyecektir.

İkinci bir grup ise Kürt kelimesini bu Anayasa’ya taşımak isteyecektir.

Türban konusundaki görüşlerimi daha önce yazmıştım.

Dini sembol olarak kabul edilen bir sorunun Anayasa ile çözülmesine karşıyım.

Bence bu, karşılıklı güven ortamının oluşturulmasıyla çözülecek bir sorundur.

* * *

Kürt sorununa gelince, burada en büyük çatışma, "Türk" kelimesinden çıkacaktır.

Toplumun çok büyük bir bölümü, ülkeye adını vermiş "Türk" aidiyetinin Anayasa’da vurgulanmasını isteyecektir.

Ben de bu duyguyu kuvvetle taşıyan insanlardan biriyim.

Peki bu sorun nasıl aşılacak?

Anayasa’nın 66’ncı maddesinde şöyle bir ifade var:

"Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür."

Aklıma şöyle bir formül geliyor. Bu madde şu hale getirilemez mi:

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Anayasa’daki Türk kelimesi, etnik bir aidiyeti değil, Atatürk’ün belirttiği gibi, bir vatandaşlık aidiyetini ifade eder."

Böylece, tartışmayı etnik bir temelden çıkarıp sağlam bir sosyolojik temele oturtmuş oluruz.

* * *

Ben, logosunda "Türkiye Türklerindir" yazan bir gazetenin genel yayın yönetmeniyim.

Samimi olarak, logomuzdaki ifadeyi aynen Atatürk’ün belirlediği manada anlıyorum.

Çünkü "Türk" kelimesine etnik ve ırkçı bir anlam vermeyi hiçbir zaman içime sindiremem.

Eğer hepimizde güçlü ve samimi bir "birlikte yaşama arzusu ve iradesi" varsa, yolu bu olabilir...
Yazarın Tüm Yazıları