Kafa attığım gece

30 Ekim günü Sabah Gazetesi’nin birinci sayfasında bir karikatür yayınlandı.

Karikatür benimle ilgiliydi.

Salih Memecan, beni asker kıyafetiyle bir atın üzerinde çizmişti.

Benim Barzani ile ilgili yazılarımı eleştirmek için bunu yapmıştı.

Memecan, mizah zekásını takdir ettiğim bir meslektaşımızdır.

Bildiğim Memecan biraz kafa yorsaydı, mizahi zekásını çok daha iyi ifade edebilecek bir espri bulabilirdi.

Ben hayatımda bir kere kavga ettim ve aynı yaştaki bir çocuğa kafa attım.

O dönemde kavgada kafa atmak çok modaydı.

Gece üzüntümden uyuyamadım ve ertesi gün gidip o çocuktan özür diledim.

Bunun dışında iki defa da dayak yedim.

İkisi de kavga değil, bir tür saldırıydı.

Ne kavga ne savaş benim savunduğum şeyler değildir.

Değildir ama bir ülkenin, bir milletin gerektiğinde savaşa girmesini de her zaman savunurum.

* * *

Türkiye’nin başka bir ülkeye müdahalesi konusunda ilk eylemi SBF Basın Yayın Yüksek Okulu öğrencisiyken yaptım.

1967 yılında Kıbrıs Rumları Türklere saldırdığı zaman Türkiye’nin adaya müdahale etmesi gerektiğini düşünüyordum.

ABD Temsilcisi Cyrus Vince’ın uçağının Ankara Esenboğa Havaalanı’na inmesini engellemek için pist üzerine yatmıştık.

Sonradan uçağın Etimesgut Askeri Havaalanı’na indiğini öğrendik.

1974 Kıbrıs müdahalesini de yürekten savundum.

Paris’te öğrenci birliği yönetim kurulu üyesiyken, dernek binasına astığımız haritadan olayları izlemiştik.

Ancak orada başıma çok fena bir olay gelmişti.

Biz yaz tatilindeyken Paris’te kalan TKP üyesi iki arkadaşımız, bizim onayımızı almadan Türkiye’nin müdahalesini eleştiren bir bildiri yayınlamış, Le Monde Gazetesi de bunu yayınlayınca Türkiye’de kıyamet kopmuştu.

Önce Nadir Nadi Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazısında, sonra da Altemur Kılıç, İzmir’de yayınlanan Devir Gazetesi’nin kapağında, haklı olarak bize yüklenmiş ve benim bursum kesilmişti.

Sonradan rahmetli kayınpederim CHP Milletvekili Hüdai Oral’ın ricası üzerine Adalet Partili Milli Eğitim Bakanı rahmetli Ali Naili Erdem bursumu yeniden bağlatmış ve doktoramı bu sayede tamamlayabilmiştim.

* * *

Hayatım boyunca hep barışı savundum.

Ama savaş gerektiğinde, sırf barışseverlik uğruna buna karşı çıkmam.

Türkiye’nin ancak askeri caydırıcılığını koruyabildiği takdirde bu bölgede güçlü bir ülke olarak kalabileceğine inanırım.

Rusya’nın, ABD’nin, Fransa’nın, İngiltere’nin caydırıcılığını korumak için askeri alanda elinden gelen her şeyi yaptığı bir dünyada ve dönemde, Türkiye’nin, gücüne meydan okuyacak girişimlere gerekli cevabı vermesi gerektiğini düşünürüm.

Bunu başaramadığımız takdirde, bu ülkede demokrasiyi yaşatmanın da zor olacağına inanırım.

Evet işte bu yüzden PKK’ya her türlü yardımı yapan Barzani’ye karşı Türkiye’nin gücünü göstermesi gerektiğini savundum.

Bu konuda hiçbir kompleksim yok ve gelecek bütün eleştirileri göğüslemeye hazırım.

Ama bu tutumum, eskiden beri Türkiye’nin Barzani politikasını yanlış bulduğumu söylememe de mani değildir.

Belki de ilk defa ben, "Barzani’yi niye tanımıyoruz" diye sorma cesaretini gösterdim.

Ondan da aynı komşuluk duygusunu beklerdim, o nedenle cebinden benim adım yazılı káğıdı çıkardığı zaman şaşırdım.

* * *

Şimdi geldiğimiz noktaya bakın.

Barzani ve Talabani işin vahametini anlamış gibi görünüyor.

Keza ABD ve Avrupa Birliği.

Cemil Bayık’ın feryadına bakılırsa, dağdakiler de...

Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, arkadaşımız Fikret Bila’ya, Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması konusunda çok önemli bir söz söylemişti.

"Suriye, önce Türk basınından korktu"
demişti.

Evet o dönemde de Türk halkının öfkesini ve hassasiyetini hem Esad’a hem bütün dünyaya duyurmuştuk.

Fena mı oldu?

Şimdi Esad’la dostluğu savunuyoruz.

Yarın aynı şeyi Barzani ve Talabani için de yapmayı çok isteriz.

Ne diyoruz?

Ya dostluk, ya düşmanlık.

Biz bütün dünyaya şu mesajı verdik:

İkisine de hazırız.

Yani savaşa da barışa da...
Yazarın Tüm Yazıları