Karar sizin...

BİZ bir "imtiyazlılar ülkesiyiz" ya... Milletvekili imtiyazlıdır; vali imtiyazlıdır; gazeteci imtiyazlıdır; yargıç imtiyazlıdır; savcı imtiyazlıdır; polis imtiyazlıdır; asker imtiyazlıdır... Kısaca, sokaktaki insanımız yahut tarlasındaki köylümüz hariç bu ülkede herkes imtiyazlıdır.

İmtiyazlı insan bu kadar çok olduğu için de bir türlü "demokrasimizi" istediğimiz demokrasi, "hukuk devletini" de özlediğimiz hukuk devleti noktasına getiremiyoruz.

Çünkü o zaman gücü gücü yetene kuralı devreye giriyor. Bedelini de geri kalmışlıktan kurtulamayarak hepimiz ödüyoruz.

Bu kadar lafı dün gördüğümüz bir yargı kararı söyletti.

Kararda adı geçen kişi çok yakınımız olduğu için adını saklı tutup olayı özetleyeceğiz. Sonunda siz karar verin, biz "imtiyazlı" bir toplum olmanın sıkıntısını çekiyor muyuz, çekmiyor muyuz?

Dostumuz gazeteci bir yazı yazar. Yazı, Yargıtay Ceza dairelerinden birinin başkanının, duruşmaya türbanlı olarak gelen bir kadını "başını açtıktan sonra duruşma salonuna alacağını" söyleyerek dışarı çıkardığına ilişkin haberi konu alır. Dostumuz, mahkeme salonunun "kamusal alan" sayılmasını ve sanığın duruşmaya alınmamasını eleştirir. Yazısında kimsenin adını vermez. Hatta haberde sözü edilen daireyi bile anmaz. Bu tür tavırların toplumu gereksiz yere gerdiğini, çünkü karşı eğilimdeki insanlarda bir intikam hissi yarattığını dile getirir. Sonunda "tazminata" mahkûm edilmesinin gerekçesi olarak gösterilen şu satırları yazar:

"Tartıştığımız bu ajandayı (türbanın kamusal alanda giyilip giyilmeyeceği konusunu) bize, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, egoist bir azınlık empoze ediyor. Çünkü bu azınlığın tek gıdası, düşmanca kamplara ayrılmış bir Türkiye. Bu Türkiye’yi sömürerek yaşayabiliyorlar. Bizler de toplumu geren bütün olaylara, bu azınlığın empoze ettiği psikolojiyle giriyoruz."

Yazının sonraki bölümünde bir zamanlar üniversiteye genç kızların türbanla girmesinin hoşgörüyle karşılanmasına rağmen sonra bunun engellendiği, giderek mahkeme salonlarının da kapatılmasının "insana mantıksız gelen bir gerekçeye" dayandığı vurgulanıyor.

Bu görüşlere katılabilirsiniz, katılmayabilirsiniz. Nitekim biz o tarihte kendi sütunumuzda aynı konuya değinirken, "kamusal alan-türban" tartışmasında "savunma hakkını" üstün gördüğümüzü yazmışız. "Türbanlı sanığın dışarı çıkarılmasını" eleştirmişiz. "Savunma hakkı engellenerek adalet dağıtılamaz" demişiz.

Lakin sanığı dışarı çıkartan yüksek yargıç, bu eleştiriyi "kişilik haklarına yönelik haksız bir saldırı" saymış. Sözünü ettiğimiz yazar aleyhine dava açmış. Ondan 10 bin YTL tazminat istemiş. Lakin konuya bakan Asliye Hukuk Mahkemesi yazıda somut olarak belli bir yargıçtan söz edilmediğini, yargıya veya yargıca hakaret kastı bulunmadığını belirtmiş. "Bu yazı, basının eleştiri yapma, ilgilileri uyarma görevi ile tam olarak örtüşmektedir" gerekçesiyle "davayı red" etmiş.

Ama davacı Yüksek Yargıç, "Bana bu yapılır mı?" anlayışıyla "Yargıtay"a başvurmuş. Neticede Yargıtay’ın ilgili dairesi yazıda geçen "inadına davranan, inadına zihniyet, ülkeye kötülük yapan, egoizm, fanatik, hayat karartan" gibi, davacıya değil bir yazının hedef aldığı zihniyete yönelik sözleri "hukuka aykırı" bularak dostumuzun 10 bin YTL tazminat ödemesine hükmetmiş. Bu karar sonraki aşamalardan da geçip kesinleşmiş.

Şimdi soralım... Bu karar sizce "Biz burada adalet dağıtırız" mı diyor, "Biz imtiyazlıyız" mı?
Yazarın Tüm Yazıları