Harbiye’nin kitabını bir ’Harbiyeli’ yazdı

İŞTE size "içeriden", hem de epey "içeriden" bir "Harbiye" kitabı...

Bir "Harbiyeli", 14 yaşında askeri liseye adımını attığı günden başlayıp Kara Harp Okulu’ndan mezun olduğu güne kadar geçen zorlu eğitim sürecini kaleme almış.

Su gibi okunan "Harbiyeli" adlı kitapta...

Ne "Harbiye! Ah Harbiye!" denilerek sevimsiz bir "mektep güzellemesi"ne girişilmiş...

Ne de "Bütün sırları ifşa ediyorum" edası takınılarak potansiyel "asker düşmanlığı" gıdıklanmış.

Bu kitap...

Sadri Özel adlı Tekirdağlı bir genç adamın...

Önce Işıklar Askeri Lisesi’nde, sonra da Kara Harp Okulu’nda geçirdiği eğitim serüvenini anlattığı bir belgesel niteliğinde...

Kitap, alçakgönüllü, iddiasız, "Doğruya doğru, eğriye eğri" diyen bir tarzda kaleme alınmış...

Sadri Özel, özellikle katlanmak zorunda kaldıkları "muazzam disiplin"e geniş bir yer vermiş kitabında...

Şu kadarını söyleyeyim:

Bu zorlu eğitim sürecini başarıyla atlatabilmek için hakikaten "çelikten bir irade" şart...

Ama kitapta benim asıl dikkatimi çeken şu oldu:

Kara Harp Okulu’nda ilk gün, "Takım Komutanı" olan bir üsteğmen, Kara Harp Okulu’nun önemini, subay adaylarına sert bir ses tonuyla şöyle anımsatıyor:

"Beyler! Bundan sonra herkes, buradaki hareketlerine dikkat etsin. Burası Cumhurbaşkanı yetiştiren bir okuldur!"

* * *

Kitabın yazarı Sadri Özel, şu anda ne yapıyor?

Muvazzaf asker mi?

Yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ayrıldı mı?

Bu konuda bir bilgi yok.

Türk Silahlı Kuvvetleri yetkilileri, böyle bir kitaba nasıl bakarlar?

"Askeri sırların ifşası" olarak mı değerlendirirler?

Yoksa engin bir hoşgörü söz konusu olur mu?

Bunu da bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var:

"Bizim Avrupa Yayınları"ndan çıkan bu kitap, ilk kez askeri eğitim süreciyle ilgili bilinmeyenleri, bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.

"Cumhurbaşkanı yetiştiren bir okul"un, dışarıya pek yansımayan okul içi mahrem yaşantısının anlatıldığı bu kitabı kaçırmayın derim...

Tabii eğer bu yazıdan sonra kitapla ilgili bir "toplatma" kararı çıkmazsa...

İki tuhaflık

DTP, bir şiddet ve terör örgütü olan PKK ile arasına mesafe koymuyor.

Aksine...

Bu örgütle arasındaki bağı, her fırsatta vurgulamaktan kaçınmıyor.

"Dağdaki kardeşlerimiz" diyor... "Dağdakilere af" istiyor.

Kocası dağda olan bir kadını milletvekili yapıyor.

Terör örgütüne "terör örgütü" diyemiyor.

Kısacası...

DTP, bir terör örgütünün siyasi uzantısı olduğuna dair sayısız işaret vermekten hiç ama hiç kaçınmıyor.

Bu durumun ima ettiği "acı gerçek" şudur:

Meclis’teki partilerden birinin, dağda silahlı bir gücü bulunmaktadır.

AKP’nin yok, CHP’nin yok, MHP’nin yok ama DTP’nin dağlarda elde silah gezen bir gücü var...

Bu çok tuhaf bir durumdur...

Bundan daha da tuhafı ise şudur:

Dağda silahlı bir gücü arkasına alan DTP ile ilgili olarak...

Şu ana kadar hiçbir savcı kılını kıpırdatmamışken...

Şiddete zerre kadar bulaşmamış "zavallı" Erbakan’ın, "zavallı" partilerinin kapılarına ardı ardına kilit asılması durumudur...

Türban simge oldu

TAMAM...

İnsanların kılık kıyafetlerine müdahale edilmesi her şeyden önce ayıptır...

Tamam...

İsteyen istediği gibi giyinebilmelidir.

Böyle bilir, böyle söyleriz...

Ancak bu tavrımız, AKP iktidarında "türban"ın, tayin ve terfilerde oynadığı "simgesel" rolü atlamamıza neden olamaz.

Evet, türban artık gerçekten de simgesel bir rol oynamaya başlamıştır.

Ama bu rol, sanıldığı gibi "din devleti" ya da "şeriat arzusu"nun simgesel rolü değildir.

İktidar sahiplerine, "Biz de sizinle aynı kafadayız / Aynı kökten geliyoruz / Onu alma / Beni al" şeklinde bir "selam çakma" anlamı kazanmıştır türban...

Eşin başındaki türbanın, tayin ve terfilerde bir numaralı ölçüt haline gelmesi başka nasıl açıklanabilir ki?

Ya da...

Her konuda ödün üstüne ödün veren iktidar sahiplerinin, sadece ve sadece "türban" konusunda titizlenmeleri, bu hatırı sayılır "simgesel önem"den kaynaklanmıyorsa, neden kaynaklanmaktadır?
Yazarın Tüm Yazıları