Kurtarılan askerlerimizin tutuklanmaları adaletin sorunudur…

Bölücü teröristlerin 21 Ekim’deki baskını sırasında kaçırılan ve 4 Kasım’da kurtarılarak Türkiye’ye getirilen 8 askerimizin tutuklanmaları, gündemdeki en çarpıcı haberdir.

Haberin Devamı

Askeri savcının mahkeme tarafından kabul edilen tutuklama isteminin gerekçeleri ise, gazete haberlerinde şöyle verildi:

- Suçun vasıf ve mahiyetinin askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması, büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delillerin bulunması ve izinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek…

Askeri yargının bu olayı adil biçimde değerlendireceğine güveniyorum.

Adaletin tecellisinin, kamuoyuna yansıyan çeşitli demeçlerle engelleneceğini düşünmek bile istemiyorum. Çünkü “esaret”in de “şehadet” gibi askerlik mesleğinin öğelerinden biri olduğunu, en iyi askeri yargıçlar bilir.

 

Haberin Devamı

Uluslararası hukuk açısından

 

Nitekim uluslararası anlaşmalara dayalı ve savaş esirlerinin konumunu belirleyen düzenleyici hukuk metinleri de, bu gerçeğin kanıtıdır. Vestfalya Barışı’ndan (1648) başlayarak, Brüksel Konferansı (1874), La Hey Konvansiyonu (1907), Cenevre Konvansiyonları (1929 ve 1949), savaş esirlerinin konumlarını düzenlemiştir. Bu metinlerde savaş esiri statüsüne alınmayanlar ise, “teröristler”, “sabotörler” ve “casuslar” şeklinde sıralanmıştır.

Son olarak Yugoslavya’da Sırp kasaplarının işledikleri savaş suçları La Hey’de yargılanırken (Vukovar ve Serebrenica katliamları), sivil halkların da savaş esirlerinin güvencelerine sahip kılındıkları gibi bir içtihadın uluslararası hukuka yerleştiğini görüyoruz.

 

Tarihi yanlış sunmak

 

Bu gerçeklerin ışığında bizim kurtarılan askerlerimiz için “Keşke ölselerdi de esir düşmeselerdi” benzeri düşünce açıklamalarına hedef olmalarının, bunları yargılayacak askeri mahkemeyi etkilememesi gerekiyor. Son olarak TBMM eski Başkanı Bülent Arınç’ın “Hiçbir Türk askeri mücadele ettiği ekibe teslim olmaz, tarihimiz bunu yazmıyor” şeklindeki açıklamasının da, yargı açısından bir etkileyici değer taşıyacağını sanmıyoruz.

Haberin Devamı

Tarihte biz de dünyanın diğer ulusları da girdikleri silahlı mücadelelerde esir vermişlerdir. Tarihimizde adı altın harflerle yazılı olan Gazi Osman Paşa “Plevne Savunması” (1878) sonunda Ruslara esir düşmüştür. 1’inci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Türk askerlerinin bir bölümü, Burma’daki Türk Şehitliği’nde yatıyor. “Risale”leri ile bugün geniş inanç kitlelerini etkileyen Saidi Nursi bile, 1’inci Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşerek 2.5 yıl esir kampında yaşamamış mıdır?

Bırakalım bunları. Yıldırım Beyazıt Timurlenk’e Ankara Savaşı’ndaki (1402) yenilgi sonunda esir düşmemiş miydi?

 

Ünlü savaş esirleri

 

Demek istediğimiz şu.

Haberin Devamı

Tarihe yalan yanlış göndermeler yapıp bugünü yargılamak çağdaş mantığa pek sığmaz.

İsterseniz dünyadaki ünlü isimlerden savaşlarda esir düşmüş olan bazılarını da hatırlayalım:

Winston Churchill (Güney Afrika’daki Boer Savaşı’nda), Charles De Gaulle (1’inci Dünya Savaşı’nda Verdun’de), François Mitterand (2’nci Dünya Savaşı’nda Almanlara),Josip Broz Tito (1’inci Dünya Savaşı’nda Ruslara)…

Adalet suçları ve suçluları hassas terazi ile tartar.

Topyekuncu mahkumiyetlerin kamuoyuna pompalandığı bir ortam, adalet duygusunu da zedeler.

Kendilerini general olarak sunanlar ve görenler…

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın gazete temsilcileri ile yaptığı toplantıda bizim bazı meslektaşlarımıza ilettiği sitemi görmezden gelmemeliyiz

Haberin Devamı

Org. Büyükanıt’ın verdiği örneği hatırlayalım:

- Dağlıca’da çatışma sürüyor. Saat 15.10… Subayın birini bir gazeteci arıyor. Kendisini paşa olarak tanıtıyor, bilgi almaya çalışıyor. Kendisini tümgeneral olarak tanıtmış: Tümgeneral Yılmaz… 'Oğlum' demiş ‘Kaç kişiydiniz orada?’ Bilgiler almış. Şimdi bu etik bir davranış mı? Biz sahteciliği nasıl anladık? Bölgedeki PKK haberleşmesini, telsizlerini dinliyoruz. Arayan numaranın gazete santralı olduğunu anladık. Ben yöneticilerini aradım, onlar da çok üzüldüler.

Bu örnekte “haber almak” için kendini general olarak sunan bir gazetecinin “mesleki deformasyon”u var.

Bir de kendilerini general olarak görüp bazen savaşı, bazen darbeyi körükleyen gazetecilere rastlamıyor muyuz? Herhalde bunlarınkine de “mesleki şizofreni” dememiz gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları