O şairi hatırladınız mı

GELİN açık konuşalım.Kendimize şu soruyu soralım:"Kürt sorunu" dediğimiz şeye nasıl bakabiliriz?

Geçen gün bu soruyu bir arkadaşıma sordum, şöyle bir tahlil yaptı:

"Biz Türkler; Osmanlı’nın son döneminden itibaren, çok toprak kaybettik. Bu topraklar üzerinde 20’den fazla devlet kuruldu. Dolayısıyla şöyle düşünebiliriz. Biraz daha toprak kaybetsek, onun üzerinde bir devlet daha kurulsa ne olur?"

Yani ha bir eksik, ha bir fazla...

Biraz durdu ve yine devam etti.

"Ama şöyle de bakabiliriz. Bu kadar toprak kaybettik. Artık bir santimetrekare daha kaybetmeye tahammül edemeyiz."

Yani, bir eksiği mümkün değil kabul edemeyiz.

* * *

Bu soruyu siz de sorun ve her iki şıkkı da samimi olarak düşünüp cevabınızı verin.

Birincisi rahat olan yol.

O topraklardan vazgeçersiniz, sorun büyük ölçüde hallolur.

E, buna yürek nasıl dayanır?

1912’de Balkan Savaşı’ndan sonra nasıl dayandı ise yine öyle dayanır.

İkinci yolu tercih ederseniz, o yol meşakkatli.

Katlanmamız gereken zorluklar, ödememiz gereken bedeller vardır.

Türkiye, şimdi işte bu tarihi tercihi yapma noktasında.

Ya Osmanlı’nın son etnik kalıntısını da koparıp atacağız...

Ya da o etnik grupla birlikte yaşayacağız.

Bu cümleler hepinize çok sert, yutulması çok zor demir leblebiler gibi gelebilir.

Ama karşı karşıya bulunduğumuz realite budur.

* * *

Sırf tartışmayı başlatmak için kendi tercihimi hemen açıklayayım.

Ben Bulgaristan göçmeni bir anne babanın çocuğuyum.

Toprak kaybetmenin nasıl bir dram, ne kadar büyük bir ıstırap olduğunu dinleye dinleye büyüdüm.

Düşünmeme gerek yok, tercihim bellidir.

Türkiye bölünmemelidir, böldürtülmemelidir.

İkinci bir Balkan dramına hiçbirimiz dayanamayız.

Sadece biz değil, rejim de dayanamaz.

Sanıyorum, Türk halkının büyük çoğunluğunun tercihi de budur.

Eğer karar buysa, o zaman bu sorunun çözümüne de aynı açık ve acıtıcı sorularla başlamalıyız.

* * *

Bugün Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır ve bu sorunun çözümü için milli bir psikoloji yaratmalıyız.

Bu psikoloji iki unsurdan oluşacaktır.

Önce cesaret ve kararlılık.

Sonra gerçekçilik.

Terörü yenmek istiyorsak, cesur ve ağlamayan insanlar olmalıyız.

Büyük devletler savaş gerektiği zaman savaş, barış gerektiği zaman barış yaparlar.

Savaşmayı bilmeyen barışamaz, barışmayı bilmeyen de savaşamaz.

Bugünlerde hepimizin hatırlaması gereken bir insan var.

1974 yılında Kıbrıs harekátı kararını alan insan kimdir?

Rahmetli Bülent Ecevit.

Yani...

Yani bu toprakların yetiştirdiği en barışçı siyasetçilerden biri.

Bir şair...

Bazılarımız o insanın aldığı kararın, Türkiye’ye pahalıya mal olduğu görüşünü savunuyor. Bense tam aksini.

Çünkü o karar, Türkiye’nin gücünü ve caydırıcılığını 35 yıldan fazladır bütün dünyaya gösterdi.

O yüzden diyorum ki...

Türkiye caydırıcı olmak zorundadır.

Caydırıcılığını kaybederse, bu bölgede yaşaması çok zorlaşır.

* * *

Peki içerideki sorunun çözümü?

İşte orada da cesaret ve gerçekçilik gerekiyor.

Belki de daha büyük bir gerçekçilik.

Çünkü barışı kazanmak, savaşı kazanmaktan daha zor olabilir.

Milli siyasetimiz şu olmalıdır:

Katil sürüsüne karşı savaşı, vatandaşlarımıza karşı barışı kazanmalıyız.
Yazarın Tüm Yazıları