8 yeni bakanın alamet-i farikası

ERTUĞRUL GÜNAY "Müslüman Sol" dedi, gelip dayandığı yer "Muhafazakár Demokratlık" oldu...

Ama yine de Kültür Bakanı olması iyi oldu. Belki hocası İdris Küçükömer’in kitaplarının devlet eliyle bastırılıp dağıtılmasına önayak olur.

NAZIM EKREN "Nazım Abi" demiştim, yanılmışım. "Abi" olamaz; çünkü yaşlı göstermesine karşın Tayyip Bey’den iki yaş küçük. Biz en iyisi ona "Nazım Hoca" diyelim. Geniş anlamda camiadandır. Refahyol hükümeti döneminde bürokrat oldu. Alçakgönüllüdür. Çerkez’dir ve bunu önemser. AKP kurucusudur. Şeffaftır. Çalışkandır. Popüler bir tarzı yoktur, tribünlere oynamaz.

FARUK ÇELİK Refah döneminde Bursa ondan sorulurdu. Fazilet döneminde Bursa ondan sorulurdu. Ve AKP döneminde de Bursa ondan soruluyor. Siz bakmayın onun "Bakan olduğumu öğrenince şaşırdım" demesine. Bekliyordu, hem de öyle bir bekliyordu ki bakan olmasa arıza bile çıkarabilirdi.

MEHMET ŞİMŞEK Batman şivesiyle Amerikan aksanının karışımından oluşan Mehmet Şimşek Türkçesine şimdiden alışsak iyi olacak. Bir de yıllardır Amerika’da mutlu mesut yaşayıp ülkemizi kurtarmaya gelenlere özgü dinamik, enerjik, aşırı iyimser ve özgüven patlaması yaşayan hallere gıcık olanlara şimdiden hatırlatalım: Buna da alışsanız iyi olur.

SAİD YAZICIOĞLU Efsane Vali Recep Yazıcıoğlu’nun küçük kardeşi. Genç yaşta Diyanet işleri Başkanlığı yaptı. Diyanet’i çok iyi tanıyor ve kurum için yenilikçi fikirleri var. Yani Mehmet Aydın Hoca gibi "Din/Diyanet" olayından uzak durma kaygısı taşımadan elini taşın altına sokabilir.

VEYSEL EROĞLU
Tayyip Erdoğan’ın değişmez "Su müdürü"dür. Ama sakın aklınıza Türk tarihinin o meşhur "Su müdürü" gelmesin. Çünkü Eroğlu, o "Su müdürü" gibi istidat sahibi değildir. Karizması yoktur. İşini iyi bilir, iyi yapar ama satabilir mi? İşte ondan emin değiliz. Emin olduğumuz bir şey var: Ankara’nın su sorununu çözer.

HAYATİ YAZICI Sadakat kontenjanından bakanlık koltuğuna geldiğini sanıyorum. Cana yakın değildir. Aksine soğuk ve mesafelidir. Onun yükselişi, ideolojik kardeşlikten ziyade yol arkadaşlığına dayanmaktadır.

ZAFER ÇAĞLAYAN Ankara’nın meşhur triosunun, yani "Rifat Hisarcıklıoğlu / Zafer Çağlayan / Sinan Aygün" triosunun önemli isimlerinden biriydi. Tam da Ali Coşkun’un biraz da küserek çekilmesini fırsat bilip, "Sanayi Bakanlığı" garantisini görerek AKP’ye geçiverdi.

Sonradan görmelik sorunsalına dairdir

HÜRRİYET’te yazmaya başladığım ilk günlerdi...

Bilmiyorum neden, bazı köşe yazarları, "Ey Ahmet Hakan! Hürriyet’e geçtin, sınıf atladın, Nişantaşılı oldun" falan diye laf atmaya başladılar. Dalgacı bir kişiliğe sahibimdir, gündelik konforumu asla bozmak istemem.

Bundan dolayı bu tür çemkirmeler karşısında savunmacı bir tutum almamış, "Evet ulan! Hürriyet’e geçtim, böyle oldum, var mı diyeceğiniz?" diyerek meydan okumayı tercih etmiştim.

Fakat! Heyhat!

Bu da sahi sanıldı...

Ve iki buçuk yılını dolduran şu "sonradan görme edebiyatı" hız kesmeden devam etti.

Mesela kolejli kızımız Perihan, sırası geldikçe ya da gelmedikçe, "Sonradan Nişantaşılı", "Çok kavga etmek istiyorsan Dolapdere’ye git" falan diyerek çemkirdi.

Mesela promosyon seyahatlerinde görgü ve bilgisini artırmakla maruf Nur Çintay bacımız, bana geçmişte yol yordam dersleri verdiğini falan bile iddia etti.

Baktım, en son Pakize "Abla" da dayanamayıp, bu edebiyata sardırmış. O da sonradan görmeliğimin kadınlara ilişkin kısmıyla ilgili bir yazı döşenmiş.

Meğer etrafta ne kadar da çok burjuva ve asalet polisi varmış. Meğer ne kadar da ciddiye alırlarmış burjuva hayatının dinamiklerini? Fırsatını buldukları ilk anda nasıl da burjuvalık ve asalet taslarlarmış?

Aslında benim için kimsenin soyu sopu, hayat tarzı hiç ama hiç önemli değildir."Önceden gören" ile "Sonradan gören" arasında ayrım yapmam ve bu tür ayrımları ciddiye almam.

Ancak... Bu burjuva polislerine şunu hatırlatmak isterim:

Siz böyle yaptıkça, birileri de çıkıp, "Madem bu işlere meraklısınız, söyleyin bakalım siz nereden geliyorsunuz bacılar? Mesela sen Gürcü prensesi misin arkadaş? Ya sen? Göztepe kontesi falansın da biz mi atladık? Peki ya sen? İzmir düşesiydin de bizim mi haberimiz olmadı?" diye sorular sorar, zor durumda kalırsınız vallahi.

Hitaplarda iyelik ekini kaldırmayı öneriyorum

ARTIK şu kesindir: Bundan böyle askerlerimiz, "Gül bizim Cumhurbaşkanımız değil" mesajını, Gül’e "Sayın Cumhurbaşkanım" diye hitap etmek yerine "Sayın Cumhurbaşkanı" diye hitap ederek verecekler.

Böylece inceden bir başkaldırıyı, hafiften bir protestoyu gerçekleştirmiş olacaklar. Peki 7 yıl böyle geçer mi? Bence geçmez.

Ne yani? Bundan böyle kim "Sayın Cumhurbaşkanım" dedi, kim "Sayın Cumhurbaşkanı" dedi diye çetele mi tutacağız?

O halde gelin bu olayı vesile sayalım ve bir alaturkalığımızdan daha vazgeçelim. Yani devlet ricaline hitap ederken iyelik eki kullanmayalım!

"Başkanım", "Bakanım", "Müdürüm", "Başbakanım" falan... Hepsinden ama hepsinden vazgeçelim. Ama bir dakika!

Emekli ya da muvazzaf herhangi bir generalle karşılaştığımızda da "Aman Paşam / Yaman Paşam" demekten vazgeçelim. Var mısınız?
Yazarın Tüm Yazıları