30 Ağustos törenine eşiyle katılmayacak

HERKES soruyor:- Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olarak 30 Ağustos törenlerine eşiyle mi katılacak?

- Genelkurmay Başkanı’nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bahçesinde vereceği 30 Ağustos resepsiyonuna eşli mi gelecek?

Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Gül’ün cumhurbaşkanlığını bir "türban meselesi" bir "gerilim kapısı" haline getirmek yanlış oluyor... Şimdi gelelim sorulara...

Ankara’da yaptığım bütün nabız yoklamaları bir tek sonuca çıkıyor.

Bu sonuçla tanıdığım Abdullah Gül’ün yapısını birleştirince gelinen muhtemel nokta şu: - Gül bu törenlere eşiyle katılmayacak.

Neden mi? Çünkü aynı törenlere daha önce de katıldı.../images/100/0x0/55eb1427f018fbb8f8a9a369

Örneğin hipodromdaki 30 Ağustos törenlerine daha önce defalarca Başbakan Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı Bülent Arınç, Abdullah Gül eşleriyle gelmediler. Protokol locasında eşsiz oturdular. Cumhurbaşkanı Sezer, Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise eşleriyle katıldılar... Şimdi eğer Gül cumhurbaşkanı olarak eşiyle gelirse doğal olarak Başbakan Erdoğan’ın da eşiyle gelmesi gerekiyor. Ve tabii diğer bakanların da. Bu durumda Erdoğan’ın bugüne kadar Gül’le birlikte uyguladığı hassas politikada çok keskin bir değişiklik yapılmış olacaktır.

OLDU BİTTİ YAPMAZ

Bu soruna "kurumsal bir çözüm", "kurumsal bir uzlaşma" bulunmadan Gül’ün böyle bir "oldu bitti" yapacağını sanmıyorum.

Genelkurmay’ın 30 Ağustos daveti ise eşli olmadığı için sorun yok.

Burada kilit mesele Gül’ün törenlere eşli katılıp katılmayacağı değil... Eğer Gül eşli katılırsa başta Emine Erdoğan olmak üzere diğer eşlerin ne yapacağı meselesidir.

Başbakan Tayyip Erdoğan ve Emine Erdoğan bugüne kadar bu tür alanlardaki "hassas duruma" özen gösterdiler. Gül çifti de öyle...

Evet tek mesele bu değil ama, Türkiye’nin bu görüntüye artık bir çözüm bulması gerekiyor.

Eşleri tören alanlarına giremeyen ancak Türkiye için en hassas kararları alabilen siyasetçilerin ülkesi olan Türkiye, dünyaya karşı verdiği bu "kamusal ayıp" imajından kurtulmalıdır. Örneğin ben gazeteci olarak artık bir kişinin cumhurbaşkanlığı ölçüsünün böyle bir soruya indirilmesinden yoruldum.. Türkiye Cumhuriyeti’ne cumhurbaşkanı seçiyoruz... 16 yıldızlı forsun altında Türk devletinin en büyük makamına gelecek kişiyi belirliyoruz. Sorduklarımıza bakın...

Merak ettiğimiz şeylere bakın...

Kimse seçilecek cumhurbaşkanının Güneydoğu meselesi için ne düşündüğünü sormuyor...

Şehit cenazelerini durdurmak için ne yapacağını merak etmiyor.

Irak’a girilip girilmemesi konusunda ne planı olduğunu, hükümetle bu konuda nasıl bir çalışma disiplini göstereceğini sorgulamıyor. AB ile ilişkilerden başlayarak yeni dönemde nasıl bir cumhurbaşkanlığı üslubu oluşturacağını araştırmıyor.

EĞER ÖNÜNÜ TIKIYORSAM

Gül kameraların karşısına geçer geçmez ilk soru: Törene eşinizle mi geleceksiniz?

Ne desin şimdi Gül... Bence en dramatik cevabı zaten TOBB yönetimiyle yaptığı toplantıda vermiş:

- Eşim bana eğer senin önünü tıkıyorsam... dedi.

Düşünün bu olay Gül çifti arasında nasıl bir noktaya gelmiş..

Bir kadın kocasına "Eğer senin önünü tıkıyorsam..." diyor.

Bunca yıllık ilişki Çankaya kapısında böyle "dramatik ama o ölçüde içten bir soru"ya dönüşüyor.

Belki de gazeteci bu soruyu sorarken Gül’ün aklına eşinin söylediği bu söz geliyor... Ve tam o sırada ikinci bir soru:

- Atıl Kutoğlu yeni bir türban şekli mi tasarlıyor?

Ne garip. 600 yıllık egemenlik topraklarında, 100 yıllık cumhuriyet devrinde, geldiğimiz son noktada toplumsal belleğimizi paketleyip çözüm diye "umutlandığımız kişi" Atıl Kutoğlu...

Risotto için ne yapardı

ÖNCE inanmadım...

Yediği risottoda beyaz şarap olduğu için İçişleri Bakanı Osman Güneş, Muğla Valisi’ni görevden almıştı... Araştırdım. Ve önceki gün görevden alınan Vali Temel Koçaklar’ın eşi konuştu: "Bakan için yemek verilmişti. Risottonun tarifini istedi. İçine yarım bardak beyaz şarap katıldığını duyunca kıyamet koptu."

Ardından Koçaklar görevden alınmış... Aslında bu olay doğruysa, ki doğru gözüküyor, asıl şimdi kıyamet kopmalı. Bu nasıl bir anlayıştır. Bu nasıl bir öfkedir. Belli ki inancın çok ötesinde artık devletin yönetimine bir "dini kurallar bütünü" hákim olmaya başlamış.. Bir yemek tarifindeki yarım bardak şaraba bile tahammül edemeyen bir anlayış var. Yemek tarifindeki yarım bardak şarap için valiyi görevden alan bir zihniyet var. Yapılan haksızlık, bilmeden yenilen şaraplı yemeğin günahından çok daha büyüktür.

Şimdi aklıma şu soru geliyor.

Abdullah Gül eğer cumhurbaşkanı olsaydı bu olay karşısında ne yapardı?

Devletin valisi cumhurbaşkanını o ilde temsil eder.

Haksızlık ortada.

Anadolu pilavından risottoya geçiş yapmak isteyen bakan, basit bir Avrupa mutfağı geleneğini bilmediği için kıyameti kopartmış...

Teftiş Kurulu Başkanı Kerem Al’ı Fenerbahçe’nin Halep’teki dostluk maçı sırasında tanımıştım. Dürüst, düzgün, inancını şova dönüştürmeyen, inancını bir makama ulaşma aracı olarak görmeyen bir bürokrat olarak tanıdım. Böyle bir gerekçeyi soruşturma raporu haline getirmeyeceğini biliyorum. Bu durumda Muğla Valisi neden görevden alınmış oluyor.

Eğer nedeni risottoysa Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olduktan sonra bu konu için ne yapacağı sorusu çok daha büyüyor. İnanın bu soru eşiyle katılacağı törenlerden çok daha önemlidir...

Komedi mi prova mı

ŞÖYLE düşünelim:

- KKTC’den uçağı kaçıranlar aynı zamanda pilotluk eğitimi almış olsalardı...
/images/100/0x0/55eb1427f018fbb8f8a9a36b
- Uçak Akdeniz üzerindeyken pilot kabinine geçselerdi...

- Ve o uçağı Antalya üzerindeki büyük bir otelin ya da tatil köyünün üzerine çaksalardı...

Bir başka ihtimal:

- El Kaide bir süre önce Türkiye’ye yönelik tehditlerde bulunmuştu. Ercan uluslararası bir havalimanı olmadığı için kolay bir alandı. El Kaide 30 Ağustos için bir eylem planlamıştı.

Bunun için de önce prova yapmak istedi.

Birisi Filistinli iki "masum kılıklı" görevlendirildi. Bir oyun hamuruyla gerçek bir oyunun provası yapıldı...

El Kaide sonucu şöyle değerlendirebilir:

- Demek ki uçak bir oyun hamuruyla bile kaçırılabiliyor.

- Pilot kabinine girmek için ayrı bir yöntem bulunmalı...

- Uçak kaçırıldıktan sonra rahatça Antalya üzerine gelinebiliyor. Hiçbir hava önleme sistemi yok. Askeri jetler havalanmadı. Havalansa bile "yakıt ikmali bahanesi"yle Antalya üzerine kadar gelinebilir.

Bu bir ihtimal midir?

Evet...

Peki biz ne yapıyoruz?

Gülüyoruz...

Bu olay ABD’de ya da Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde olsa bu senaryolar üzerine yüzlerce soruşturma olurdu.

Alarm sisteminin neden devreye girmediği sorulurdu. Neden önleme yapılmadığı araştırılırdı.

Umarım Ankara’da bu sorular soruluyordur.

Ankara boşuna mı işkence yaşıyor

ANKARA ’da sabırlar musluklardan aktı tükendi artık...

Sinir katsayısı yükseldi.

Kimi görsem "Yazsanıza bu rezaleti" diyor.

Sinirler gerilmiş...

Enerji Bakanı Hilmi Güler’e soruyorum:

- DSİ size bağlı. Böylesine bir susuzluğu nasıl önceden hesap edemediniz?

Cevap çok şaşırtıcı:

- Belediye yetkililerini toplantıya çağırdık. Ve onlara mevcut su miktarının yeterli olduğunu söyledik.

Yani?

- Yani onlara su kesintisine gerek olmadığını ve eğer kesinti olursa boş borulara basılacak suların sorun yaratacağını hatırlattık...

Bakan Güler’in bu sözleri Belediye Başkanı Melih Gökçek’in açıklamalarıyla tutmuyor.

Bu işte bir gariplik var...

Yani Ankaralılar boşuna mı su işkencesi yaşıyorlar?
Yazarın Tüm Yazıları