İç çamaşırı fetvacısı

"TÜRBAN" ile "g-string" sözcüklerini "başka birisi", mesela Türker Alkan ya da Ruhat Mengi yan yana getirseydi...

İnanın hiç şansları olmazdı!

Ama cemaatten bir yazar, biraz da "ahlakçı" ayaklara yatarak, bu iki sözcüğü bir araya getirince camiadan bir iki cılız itiraz dışında ses eden çıkmadı.

Zaten "İslamcılık" denilen akımın günümüzdeki sorunlarından biri de budur.

Burada kol kırılır, yen içinde kalır...

"Dışarıdan" yazana aslan kesilmek, "İçeriden" yazana kuzu olmak burada gelenek haline gelmiştir.

Oysa...

Kendisini "İslamcı" diye nitelendiren bir derginin "İslamcı" bir yazarının, "türban" ile "g-string" sözcüklerini yan yana getirmesi karşısında en azından "Bre edepsiz!" diye kükremek gerekirdi.

Kendisini "iç çamaşırı fetvacısı" zanneden bu arkadaşa, en azından, "Birader! Sen nasıl Müslümansın! Hem İslamcılık yapıyorsun, hem de ben her konuyu yazarım diyerek postmodern takılıyorsun? Sen ne biçim adamsın?" diye çıkışmak ve had bildirmek elzemdi.

Bunların hiçbiri olmadı...

Üstelik...

"Türbanlı kadınların g-string tercihi" konulu bir makalenin, hayatlarını "sakınma" üzerine kurmuş kadınları müthiş derecede rencide ettiği gerçeği ortadayken bu yapılmadı...

Bu iki sözcüğün yan yana gelmesi sonucu ortaya çıkan çağrışımın, türbanlı kadınların sakınmaya çalıştıkları "mahrem alan"ı müthiş derecede tehdit ettiği gerçeği bilinirken bu yapılmadı.

Mahremiyete yapılan bu edepsiz saldırı, mesele bile edilmedi.

Ne diyelim?

Yazık, çok yazık...

Makamlar ucuzlarken

ERKAN Mumcu’yu "Kültür ve Turizm Bakanlığı" kesmemişti...

Adamcağız, "Benim neyim eksik" diye bir hışım çıktı, parti lideri oldu...

Hesapta "Başbakan" olmak vardı ama maalesef parti liderliğini bile kaybetti...

Gönlüne Çankaya sevdası düşen Abdullah Gül de "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı" önerisi karşısında "Güldürmeyin beni" diye bir tavır koymuş...

Yeniden "Dışişleri Bakanlığı"na dönmek ise çok incitici gelmiş Gül’e...

Dengir Mir Mehmet Fırat ile Murat Başesgioğlu, "Meclis Başkan Vekilliği" görevini beğenmeyip reddetmiş...

Hüseyin Çelik, Salih Kapusuz ve Mehmet Ali Şahin ise "Grup Başkan Vekilliği" görevine burun kıvırmış...

Kimi Dışişleri Bakanlığı gibi en mühim koltuğu beğenmez, kimi "Başbakanlık" hayaliyle en önemli pozisyonu bırakır...

Kimi bir zamanlar olmak için can atılan "Grup Başkan Vekilliği" görevini küçümser, kimi "Meclis Başkan Vekilliği" gibi sembolik değeri yüksek makamı elinin tersiyle iter...

Ben hiçbir dönemde "makam" ve "mevki" konusunun bu kadar ucuzladığına tanık olmamıştım.

Tuğba Özay için hapishane şarkıları

AHMET Kaya hayranı bir kadın mahkûm, mahpushaneye akşam çökünce, "Kore Dağları" adlı şarkıya asılıvermiş...

O sırada voltasını atan Tuğba Özay, şarkının "Kore dağlarında tabakam kaldı / Mahpus damlarında özgürlüğüm / Of meri kekliğim nedir çektiğim" bölümüne mest olmuş ve "Ne güzel şeymiş bu... Bir daha söyle" diye raconu kesivermiş.

Ertesi gün, annesi ziyarete gelince de bir "Leylim Ley" tutturmuşlar ki sormayın gitsin... Bu durumda pek yakında "hapishane"den yeni şarkı haberleri almamız mukadder gibi görünüyor...

Mesela şu tür haberler:

BİR: Tuğba Özay, Neşet Ertaş’ın, "Hapishanelere güneş doğmuyor" diye adlı şarkısını dinlerken "Ah ulan ah" diye inledi...

İKİ: Özay bu sefer de, Yusuf Hayaloğlu’nun "Şu dağlarda kar olsaydım" şarkısına sardırdı. Karton bebek, şarkının özellikle "Belki yaslanırdın bana bana / Mahpusta duvar olsaydım" bölümünde iki damla gözyaşı döktü...

ÜÇ: Solcu Tuğba, hapislik günlerinde Ruhi Su’nun "Mahsus Mahal" adlı şarkısına sardırdı: "Mahsus mahal derler / Kaldım zindanda / Kalırım kalırım kardaş / Dostlar yandadır" diye şarkı söyleyen Tuğba, sol kolunu havaya kaldırmayı da ihmal etmedi.

Bir tavsiye

ŞU sıcak tatil gününde...

İki öğleden sonranızı, Doğan Kitap’tan çıkan 8 saat 43 dakikalık "Demirkırat" belgeselinin DVD’sine ayırmanızı hararetle tavsiye ederim.

Bunun üç faydasını göreceksiniz:

BİR: 1950-1960 döneminde yaşanan politik macera ile 2000’li yılların başında yaşadığımız politik macera arasındaki müthiş benzerliği fark edeceksiniz.

İKİ: Yakın tarih konusunda dört başı mamur bir şekilde bilgileneceksiniz.

ÜÇ: Bu belgeselde ihtiras var, çekişme var, heyecan var, aşk var, gözyaşı var, trajedi var... Dolayısıyla acayip heyecanlı bir film izleyeceksiniz.
Yazarın Tüm Yazıları