Ankara-Londra hattı

SEÇİMLERE çok az bir süre kaldı. Normal olarak yabancı yatırımcıların bir "bekle gör" pozisyonunda olması gerek. Tam tersine yabancılar, bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen. Türkiye’den hisse senedi, tahvil, gayrimenkul ve şirket almak için yarışa girmiş vaziyetteler. Duruma bir bakalım.

1. Ülkenin başında, çözümü konusunda Türklerle Kürtlerin anlaşamadığı, daha da kötüsü Türklerle Amerikalıların anlaşamadığı koskoca bir Güneydoğu Kürt meselesi var. Üstelik kimimizin elinde vurdum kurtuldum urganı, kimimizin elinde verdim gitti fermanı, meydanlarda dolaşıp duruyoruz.

2. IMF ile ilişkiler şekerrenk; çünkü bütçe açıkları artıyor. IMF’nin üzerinde çok durduğu ve tanımını kendisinin yaptığı "faiz dışı fazla", şu ana kadar 11 milyar YTL olmuş. Geçen yıl aynı sürede, aynı tanıma göre hesaplanan faiz dışı fazla 16 milyar lira imiş. Ekonomist Tuğrul Belli, bu gidişle 2007 yılının tamamında, IMF tanımlı faiz dışı fazlanın, milli gelirinin yüzde 3’üne düşeceğini tahmin ediyor. Hálbuki IMF’nin beklentisi, yani bizim sözümüz, bu oranın en az yüzde 6.5 olmasıdır. Demek ki yıl bitmeden, IMF çapasının taradığı anlaşılacak.

3. Maliye bakanlığı işin vahametinin farkında. Bunun için alelacele rekabet ortamında kár eden kamu kuruluşlarını satarak veya 20 yıllık havaalanı vergi gelirlerini kırdırarak, topladığı paralarla fahiş faizleri ödemek için bir defalık "faiz dışı fazla" yaratıyor.

4. AB çapası ise zaten taramış durumda. Önce Almanya’da, Türkiye’nin AB’ye ancak "imtiyaz(sız)" üye olabileceğini açıkça deklare eden Merkel’in başbakan olması, ardından da Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Türkiye’nin AB’de yeri yoktur diyen Sarkozy’nin kazanması bu taramayı geri dönülmez noktaya getirdi.

5. Avrupa’nın siyasi liderleri "kötü polis" tavırlarını net bir şekilde ortaya koyarken, AB yetkilileri, Türkiye’nin kafasının atıp "Ne Belçika’nın çikolatası, ne AB komiserlerinin yüzü" dememesi için, "iyi polis" rolünü oynuyor. Ama lafın arasına hemen Kıbrıs ve Güneydoğu’da kendi tercihlerini sokuşturuyor.

* * *

Tüm olumsuzluklara rağmen, nasıl oluyor da devasa cari açığı olan Türkiye’nin ulusal para birimi YTL, cari açığı olmayan AB’nin para birimi Euro’ya karşı değerleniyor? Türk sanayi kuruluşlarının aşırı değerlenen ulusal para yüzünden azalan rekabet güçlerine rağmen, nasıl oluyor da firma değerleri Borsa’da artıp duruyor? Bunların bir açıklaması olmak gerek. Varlık fiyatları, esas olarak geleceğe ait beklentilere göre oluşur. Bir varlığın, buna paranın kendisi de dáhildir, eğer getirisinin artacağı tahmin ediliyorsa, fiyatının artması normaldir. Buna temel analiz denir. Ama bu artma süreci ne zaman başlayacaktır? Bunu bulmaya da teknik analiz denir. Teknik analize biraz Rufailer biraz da Londra Bankerleri karışır. Anlaşılan AKP ile Londra’da mukim yatırım danışmanları arasında "özel bir ilişki" kurulmuş. Böylece işin teknik tarafı halledilmiş.

Seçim arifesinde borsa coşkusu da pek hoş oldu doğrusu.

Son Söz: IMF çapası gider, Londra çapası gelir.
Yazarın Tüm Yazıları