Arada sorulan küçük bir soru

ÖNCEKİ gün Başbakan Erdoğan’ın, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la yaptığı baş başa görüşmeyi izlerken aklıma daha önce sorduğum bir soru geldi.

Soruyu, Hilton Oteli’nde sormuştum.

"Genelkurmay Başkanı ile Dolmabahçe’de yaptığınız görüşme nasıl geçti"demiştim.

Erdoğan hemen şu tepkiyi vermişti:

"Birbirimize söz verdik. Bu konuda bir şey söyleyemem."

* * *

O günden beri hep şu sorunun cevabını merak ediyorum.

Acaba Başbakan bu konuyu kaç kişiyle paylaşmıştır?

Tabii Yaşar Paşa’nın kaç kişiyle paylaştığını da merak ediyorum.

Merak ettiğim bir başka soru da şu:

Acaba bu görüşmenin zabıtı tutuldu mu?

Başbakan’ın çevresinden "Hayır, zabıt tutulmadı" cevabı geldi.

Ama ben askerleri çok iyi tanıyorum.

Böyle bir görüşmenin zabıt haline getirilmemiş olması ihtimali sıfır.

Yani Başbakanlık’ta olmasa bile, bu görüşmenin Genelkurmay’da bir zabıtının olduğu kesin.

Oysa böyle kritik görüşmelerin iki tarafta da zabıtının tutulması, ayrıca ayrı ayrı tutulan zabıtlar konusunda bir mutabakata varılması da gerekir.

Erdoğan’ın bu sorulara verdiği cevaplardan Dolmabahçe’de yapılan görüşmenin gizli kalmasına çok önem verdiğini anlıyorum.

Zaten gazetecilik hayatımda ilk defa ikili bir görüşmenin böyle gizli kaldığına tanık oluyorum.

Aynı soruyu daha önce Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e sormuştum.

Sadece "İyi geçmiş" demişti.

O da "içeriği hakkında Başbakan’ın kendisine bir şey anlatmadığını" vurgulamıştı.

Ama hissiyatım bana şunu söylüyor:

Başbakan bu konuyu Gül’le mutlaka paylaşmıştır.

* * *

Bir süre öncesine kadar bu görüşmenin içeriğinin kamuoyuna açıklanması gerektiği görüşündeydim.

Ancak son zamanlarda meydana gelen gelişmeler bu görüşümü sorgulamama neden oldu.

Başbakan ve Genelkurmay Başkanı arasında böyle ikili bir mekanizma kurulmasının önümüzdeki kritik günler açısından yararlı olacağını düşünüyorum.

Neden derseniz, cevabım şu.

Türkiye’de bütün kurumlar, kendi içlerindeki "fanatik" azınlıkların etkisine girdi.

Bu da, insanların makul ve sakin biçimde düşünmelerini engelliyor.

Bir tür "dolduruşa getirme" kültürü yayılıyor.

Herkes herkesi dolduruşa getiriyor.

Ülkede hava birden geriliyor.

En sakin, en mantıklı kafayla düşünülmesi gereken kararları, bu dolduruş ikliminde alıyoruz.

Tabii ki yanlışlar yapıyoruz.

* * *

"Samimi biçimde konuşmak", meseleleri çözmenin yarısıdır.

Şuna çok inanıyorum.

Başbakan, partisindeki ve çevresindeki fanatiklerin etki alanından çıkabilirse, Genelkurmay Başkanı da, kendisini tahrik eden azgın azınlığın tuzağına düşmezse, ülkenin şu sıralar en çok ihtiyacı olan "makul kararları" daha kolaylıkla alabilirler.

Karşılıklı hassasiyetler birbirlerine çok daha ikna edici biçimde iletilebilir.

Gölge dövüşü biter, geriye sahici endişeler kalır.

Onun üzerinde konuşulur.

Bu psikolojiyi yaratmak için Başbakan’a ve Genelkurmay Başkanı’na naçizane bir tavsiyem var.

Lütfen tahrikçi ve fanatik siyasetçilerin, köşe yazarlarının, gazete manşetlerinin etkisinde kalmayın.

Azgın azınlığın değil, makul çoğunluğun sesine kulak verin.

Emin olun, kurduğunuz bu mekanizma, en az Milli Güvenlik Kurulu kadar etkilidir.

* * *

Mesela "Ordu Kuzey Irak’a" sloganları.

Türkiye bu kararı çok sakin bir kafayla düşünmeli.

Müttefikleri ile son çare tükenmeden tehlikeli adımlar atmamalı.

Bunun için de, makul dışı çağrılara kulak tıkamalıdırlar.

İşte bu nedenle Başbakan’la Genelkurmay Başkanı arasındaki bu "yüz yüze kırmızı hattı" çok yararlı buluyorum.
Yazarın Tüm Yazıları