1967 harabeleri (III)

ARAP áleminin modern Batı’yla tanışması Napolyon’un 1798 Mısır seferine uzanır.

Háttá belki de bu "tanışmak" fiilini "barışmak" biçiminde algılamamız gerekir.

Çünkü o tarihten itibaren ve tá Kavalalı Mehmet Ali Paşa ıslahátçılığından Suriyeli Mişel Eflák’ın Baasçılığına, Arap dünyasının esas rotası hep Batı ekseninde çizildi.

Üstelik, zaten Kahire valimizin başlatmış olduğu bu "garbileşme hamlesi", İmparatorluğumuz dahil, Afgan’dan Hint’e bütün bir İslam coğrafyasını etkiledi.

Ve, ortalama bir buçuk asır sürmüş olan yukarıdaki "barışık dönem"i "dargınlık"a dönüştüren hayati kırılma noktasını 1967 İsrail - Arap Savaşı oluşturdu.

* * *

AMA doğru, Batı karşıtlığının ilk nüvelerini 1. Harp sonrasındaki Ortadoğu paylaşımına ve bilhassa da, Yahudi Devleti’nin 1948 yılında resmileştirilmesine çıkartabiliriz.

Ancak, tam kırk sene önce gerçekleşen ve dehşet zelzelesiyle korkunç "Harábeler" bırakan o "Altı Gün Savaşı"na kadar her hangi bir "kopuş"tan söz edilemez.

Zaten, Kudüs müftüsü Hüseyni’nin Nazi militanlığından bozgun suçlusu Nasır’ın laik milliyetçiliğine, Batı modernitesi 1967 depremine dek Arap álemini belirlemeyi sürdürdü.

Nitekim, ne Suudi hanedánın çöl Vahabileri, ne de Hasan El Benne’nin "Müslüman Kardeşler"i aman aman varlık gösteremedi. Dincilik marjinal kaldı ki, somut örnek vereyim.

Hollywood kopyası Mısır filmlerini kastetmiyorum ama, Arabi dünyadan canlı kesitler yansıtan en, en eski aktüalite veya antropoloji filmlerine şöyle alıcı gözüyle bir bakın.

Kadın kıyafeti ve hál ve oluş tarzı itibariyle "sokaktaki adam"ın yahut "tarladaki fellah"ın bugünkü türden bir "hicáp kapanış"la ve "sofu edásı"yla hiç mi hiç ilgisi yoktur.

Neyse, kırk yıl önceki travmanın şok etkisi ve derin kompleksiyle sonradan zuhur eden şimdiki "İslami şekilcilik"e şamarı nakşetmiş oldum ki, tekrar konuya geliyorum.

* * *

EVET, sırf Arap dünyasını değil tüm Müslüman álemi diğer din uygarlıklarına hasım kılan ve Batı nefretine odaklanan travma yukarıdaki "Altı Gün Savaşı"ndan kaynaklanıyor.

Zira, o Arap dünyası ve o Müslüman álem kırk yıldır bozgunun altından kalkamadı.

Dolayısıyla da, 1798 Mısır’ında tanıştığı moderniteye yine 1967 Mısır’ında "darıldı".

İşte, İslami yükseliş ve El Kaide belágati dini gerici; zıt lûgate rağmen aynı kaba def-i hácet eyleyen ulusalcı ve cumhuriyetçi retorik filan da laik gerici küskünlüğü yansıtmaktadır.

Bunlar yukarıdaki bilinçaltı kompleksin nefret tezahürlerinden başka bir şey değildir.

Eh, kırk yıl önce sille vurmuş bir İsrail genel Batı modernitesiyle özdeşleşmiyor mu?

Ve, Arap - İslam dünyasının bir ara benimseye çalıştığı o Batı modernitesi de derde devá getirmediğine göre, artık çareyi bunun ve bunların "anti"sinde aramak gerekiyor.

* * *

YUKARIDAKİ aráza psikolojide "viktimizasyon", yani "mağduriyet ruhu" denir.

Buradaki "hasta" (!) "suçlu" ve "sorumlu" olarak mutlaka bir "öteki"ni gösterir.

Giderek de tamamen içine kapanır. O "öteki"ne nefreti ise delirium raddesine vardırır.

İşte, Nasır’ın ve Baasçılığın sebep olduğu 1967 Savaşı da böyle bir travmaya yol açtı.

Öncelikle Arap, sonra da İslam álemi tam kırk yıldır kendini "ebedi mağdur" sayıyor.

Yine tam kırk yıldır, dindarı ve laiğiyle hem gerçek, hem mecázi anlamda kapanıyor.

"Öteki"
ne beslediği nefret ise cinneti de aşıyor ve tımarhanelik seviyeye ulaşıyor.

Üstelik tabii ki, kibirli ve tacizkár bir burnu büyüklükle söz konusu savaşta gaspettiği toprakları iade etmeyen Yahudi Devleti, en az aynı ölçüde suçluluk ve sorumluluk taşıyor.

İsrail yukarıdaki "mağduriyet" duygusunu ve "öteki" nefretini durmadan körüklüyor.

Ve dolayısıyla, o hasta ruh, nefret ve suçun hortlakları tam kırk yıldır, Ümmü Gülsüm ’ün bozgun gecesi Kahire radyosunda okuduğu şarkıdaki "Harábeler" üzerinde geziniyor.
Yazarın Tüm Yazıları