Bilderberg’de Türkiye sorusu…

Konferansa katılanlar, ülke dışındaki tüm yabancılar gibi, dört temel soru sordular. Kafaları karışık, bilgileri de sıfırdı. Bakın, en çok üstünde durulan ve yanıtı merak edilen soru hangisiydi?

Haberin Devamı

Bugün de, Bilderberg Konferansı’nda Türkiye ile ilgili olarak nelerin tartışıldığını, daha ayrıntılı şekilde sizlerle paylaşmak istiyorum. Kural, kimin ne dediğini, isim vererek yazmamak, ancak genel şekilde konulara değinmekle sınırlı. Ben de bu kurala bağlı kalacağım ve asıl oturumlar dışında, yemek yerken veya birlikte şehir turu yaparken konuştuklarımızı özetleyeceğim.

 

Hepimizin bilmesi gereken şu: Dışımızdaki dünya, burada ne olup bittiğini ve gelişmelerin ne anlama geldiğini bilmiyor, anlayamıyor. Batı finans dünyasının en önde gelen bir ismi “M. Ali, dün akşam için teşekkür ederim. Zira senin anlattıklarını dinleyince, okuduklarımdan hiçbir şey öğrenemediğimi, aksine kafamın daha da karıştığını anladım” derken, birçok katılımcıya tercüman oluyordu.

 

Haberin Devamı
  1. Genelde; AK Parti hakkında, eskiye oranla daha bir kuşku olduğunu, daha fazla soru sorulduğunu gördüm. Geçen yıl böyle değildi. Özellikle son mitingler, dışarıda çok etki yapmış ve “Ne oluyor, AKP şeriatı mı getiriyor? Bu insanlar neden korkuyor?” sorularını sordurtmuş. Bizlere de konferans sırasında (Ali Babacan’a da...) aynı sorular soruldu.
  2. İkinci en çok sorulan soru da “Seçimlerden kim çıkar? AKP mi, yoksa koalisyon mu?”
  3. Tabii bu soruya aldıkları yanıta göre de, üçüncü soru geliyordu. AK Parti’nin daha şanslı görüldüğünü söyleyenlere “Böyle bir olasılıkta askeri bir darbe söz konusu olabilir mi?”
  4. Sonuncu en çok sorulan ise Türkiye’nin Kuzey Irak’a askeri bir müdahalede bulunup bulunmayacağı ile ilgiliydi.

Tabii, soru kime soruluyorsa, konuşulan kişiye göre yanıtlar çıkıyordu. Ancak, iki noktada genel olarak tepki ile karşılaşılıyordu.

 

Bunlardan biri, askeri darbe, diğeri de Kuzey Irak’a müdahale. Her iki konuda hiçbirinden “haklılar” lafını duymadık.Darbe ve askeri müdahale olasılığında, (bunu özellikle finans devlerine sordum) hemen herkes, Türkiye’nin büyük bir ekonomik krize girebileceğini söyledi.Toplantıya katılan, büyük fon yöneticilerine, kimi merkez bankası guvernörüne özellikle sordum. Her iki olasılığın da, yabancı yatırımcı kaçıracağını söylediler.

 

Açıkçası, korkutucu görüşler açıkladılar.

 

Türkiye’yi istikrarsızlaştıracağına ve ekonomik kargaşaya sokacağına dikkat çektiler.

 

Aldıkları yanıtlar da kesinlik taşımıyordu. Bundan dolayı, “En iyisi biz, 22 Temmuz’un sonucunu bekleyelim” diyerek ayrıldılar.

                                             *                               *                               *

“SARKOZY, ANKARA’YI DEMİR PERDE İLE AYIRAMAZ...”

 

Haberin Devamı

Konferans sırasında, tahmin edebileceğiniz gibi, en çok ele alınan, toplantılar ve kulislerde konuşulan konu, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileriydi.

 

Özellikle Fransa’nın tutumu, Sarkozy’nin Türkiye ile Avrupa arasına bir demir perde kurmak istermiş gibi bir tutum takınması, çok eleştirildi.

 

Halen Ankara’da sözü geçen ve dinlenen isimlerden “21’inci asırda Avrupa’nın gidişini etkileyecek en önemli gelişme, Türkiye’nin katılımı olacaktır. Bakalım AB yenilecek mi, yoksa Türkiye’ye kapılarını açabilecek mi?” şeklinde yorumlar duydum.  

 

Sarkozy’nin yaklaşımı çok konuşuldu. Bu tartışmalarda, katılımcıları rahatlatan tek unsur, Olli Rehn’in sözleriydi. Rehn önceki akşam bazı Türk köşe yazarlarıyla yediği özel yemekte AB Komisyonu’nun Türkiye ile müzakerelerin devamına verdiği önemi öylesine vurguladı ki, benim dahi içimi rahatlattı.

 

Haberin Devamı

Önemli bir katılımcının “Bu konuda paniklemeyin. 27 üye ülkenin 22’si sizi destekliyor. Yeter ki reformlarınızı sürdürün ve kulaklarınızı kapatın” sözlerine, “Bunu söylemesi kolay, siyasiler için bunca olumsuz lafa rağmen reformları sürdürmek ise çok zordur”yanıtını vermekten kendimi alamadım.

 

Benim en çok dikkatimi çeken uyarı, halen aktif hayatta ve en üst düzeyde görev yapan bir politikacıdan geldi. Örnek olarak, Avusturya’nın katılım öncesindeki referandumunu gösterdi.

 

...Tam üyelik öncesinde ilk referandumda ancak 3/1 EVET oyu çıkmıştı. Aradan 3 yıl geçti ve yapılan yeni referandumdan 3/2 EVET çıktı...” dedikten sonra, herkese bir tavsiyede bulundu: “...Bugünden Türkiye’nin tam üyeliğe kabul edilip edilmemesini tartışmayı bırakalım. Bugün ne Türkiye hazır, ne de Avrupa hazır. Bugünden aramıza bir demir perde kurmayalım. Sonra bunu aşmak daha güç olur. Zamana bırakalım.Sadece müzakerelerin devamını sağlayalım. Müzakereler sürsün,6-7 yıl sonraki duruma göre tartışmayı açalım...”

Haberin Devamı

 

Son derece doğru bir saptama... Ancak ne olursa olsun, sürekli şekilde “Türkiye’yi almayacağız” denilen bir ortamda, müzakere sürdürmenin zorluğu da ortada...

 

Bu arada, Sarkozy’nin kampından “Yakında Türkiye konusunda yeni bir strateji oluşturulacak. Cumhurbaşkanı kendini çıkmaz sokaktan kurtarmak için, çifte hedefli yeni bir söylem geliştirecek” şeklinde sözler de duydum.

 

Şu kadarını bilmekte yarar var ki, Sarkozy’nin katı tutumu Paris’i köşeye sıkıştırıyor. Onlar da bir çıkış yolu arıyorlar.

 

Sabır gerekiyor. O da, bizim dünyamızda en az bulunan kalitelerden biri...

                                             *                               *                               *                                                       

Haberin Devamı


KOCAMAN İSİMLER 3 GÜN NASIL YAŞADI?

 

Kahvaltınızı, Hollanda Kraliçesi, öğle yemeğinizi, IMF Direktörü veya Dünya Bankası Başkanı ile yemek... Akşamüstü içkisini Avusturya Başbakanı, Yunan Ekonomi Bakanı ile son gelişmeleri paylaşarak içmek... Akşam yemeğinde, Dr. Kissinger’dan İran ve Irak’ta neler olabileceğini dinlemek... Kahve arasında, Holbrooke’un Kuzey Irak konusundaki saptamalarını paylaşmak... Yunan Ekonomi Bakanı, İsveç Dışişleri Bakanı veya Sarkozy’nin başdanışmanı Barnier ile Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışını tartışmak...

 

Sanıyorum, bu konulara meraklı kişileri hayran bırakacak başka hiçbir şey olamaz... Üçüncü gün sonunda zaten dost oluyorsunuz ve ilk isimle birbirinizi çağırmaya başlıyorsunuz.

 

Benim en çok dikkatimi çeken nokta, kraliçeler, başbakanlar, bakanlar ve diğer ünlülerin profesyonellikleri, toplantıları ciddiye alışlarıydı. Tek bir oturumu kaçıran olmadı. 85 yaşındaki Kissinger’dan, Hollanda Kraliçesi’ne, Avusturya Başbakanı’ndan, Avrupa Bankası Başkanı ve IMF Direktörü’ne kadar herkes, sabah 08:00’de salona girdiler, aynı otobüslere binip davetlere gittiler. Ne valiz taşıyıcılar, ne sekreter.

 

Ali Babacan da, herkes gibi tek başına kendine ayrılan yerde oturdu ve tüm konuşmaları dinledi. Gerektiğinde müdahale etti. Hiçbir oturumu kaçırmadı.Onun da etrafında ne koruma, ne de dosya taşıyıcıları vardı.Performansı çok beğenildi.

 

İster Başbakan veya Kraliçe olsun, verilen sürenin dışına kimse çıkmadı. Konuşmalar 1 ile 5 dakika arasını aşmadı. Üstelik kimse de itiraz etmedi.

 

Eğlenceli bir konferans değildi. Dolmabahçe Sarayı’nda, Abdullah Gül’ün nefis daveti ve 3 saatlik bir boğaz turu dışında, boş bir an yoktu. İnsanlar, ırgat gibi çalıştılar. Herkes konuştu, katkıda bulundu veya soru sordu.

 

Ciddiyeti, çalışma temposunu ve paylaşılan bilgilerin kalitesini gördükten sonra, Bilderberg’in neden bu kadar üst düzey bir katılım çektiğini ve neden böylesine merak edildiğini daha iyi anladım.

                                             *                    *                    *

BU BAŞARININ İKİ MİMARI VARDI...

 

Bilderberg Konferansı’nın İstanbul’da yapılması ve böylesine başarılı olmasının iki sahibi var. Biri konferansın lokomotifi olan VictorHolberstadt. Ancak herkesinteşekkür ettiği isim Mustafa Koç idi. Koç, Türkiye’ye inanılmaz bir hizmet yaptı. Dünya’nın en önemli insanlarının saatlerce Türkiye’yi konuşmalarını sağladı.

 

Daha da önemlisi, tüm kaynaklarını harekete geçirip, Bilderberg konuklarına unutulmaz bir üç gün yaşattı. Herkes aynı görüşteydi: “Bu üç günü unutmayacağız”.

 

Davetlilerin havaalanına inişlerinden, geri dönüşlerine kadar SETUR’un olağanüstü organizasyonu, Dışişleri Bakanı Gül’ün Dolmabahçe Sarayı’nın o şahane tören salonunda verdiği ve mehtap altında, müziği ve dervişleriyle rüya gibi davet gerçekten unutulamaz.

 

Her şey nefisti...

Yazarın Tüm Yazıları