’Sayısı az olanlar’ bugünden sorumlu değil

DÜN yazdığım yazıda eski seçimlerde "kaç kişi olduğumuzu öğrenmek için" oy kullandığımı ve her seferinde sayımızın çok az olduğunu öğrendiğimi yazmıştım.

Bazı okuyucular dün yazdıkları e-postalarda "sayımızın çok az olmasıyla" ilgili espriler yaptılar.

Aslına bakarsanız bu durumun tam da "güleriz ağlanacak halimize" psikolojisini yansıttığına inanıyorum.

Benim oy kullandığım bütün seçimlerde Türkiye siyasetinin sol yelpazesindeki partilerden hiçbiri milletvekilliği kazanamadı.

Çok partili hayatımız boyunca Türkiye İşçi Partisi (TİP) 1965 seçimlerinde 14, 1969 seçimlerinde ise 2 milletvekilliği kazanabildi.

Bugün muhalefetin yetersizliğinden yakınanların, o günlerdeki parlamentoyu anlatan kitaplara bir göz atmalarında yarar var.

Ve bütün bu süre içinde Türkiye’deki bütün olumsuzluklardan bu bir avuç insan sorumlu tutuldu. Hiçbir seçimde iktidar olamadığı, Türkiye’yi yönetme sorumluluğunu taşımadıkları halde!

Onlar kitap yazdıkları, konuştukları için hapse atıldılar, her dönemde peşlerinde polis ve MİT dolaştı, askeri darbelerin çilesini en çok onlar çekti.

Ve bütün bu süreç boyunca söyledikleri, bugün birçok kişinin söylediğinden çok da farklı değildi: Demokrasi istiyorlardı, gelirin eşit dağılacağı bir düzen hayal ediyorlardı, tam bağımsızlık peşindeydiler.

Kim bilir, Türk halkı hırsızlara, yalancılara, sahtekárlara, yabancı ülke uşaklarına gösterdiği kabulün beşte birini onlara göstermiş olsaydı belki de her şey bugün çok daha farklı olabilirdi.

Bu yüzden diyorum ki, "sayınız az" diye dalga geçilecek olanları başka yerde aramak gerek.

Muhlis Bey ve Yavlum Mithat

BEHİÇ Pek ve Latif Demirci’nin "Muhlis Bey ve Yavlum Mithat" isimli mizah şaheserlerinin kitabı yayımlandı.

Her hafta Gırgır’ın çıkmasını sabırsızlıkla beklememe neden olan bir sayfaydı Muhlis Bey’in sayfası.

Küçücük sayfaya sığdırılmış karikatürler ve tadına doyamadığım "makaleler" günlük yaşamımızın aslında ne kadar mizah dolu olduğunu gösterirdi.

Siyasi hayatımızın en çalkantılı yıllarında, günlük yaşamımızın en basit ayrıntılarından yaratılan mizah ile güler, dertlerimizi unuturduk.

Küçük uyanıklıkları bir zeká belirtisi olarak gören toplumumuzun bir bireyiydi Muhlis Bey.

Kitabın sayfalarını heyecanla çevirirken yeniden o günlere döndüm ve Muhlis Bey’i, çırağı Yavlum Mithat’ı, Karabaş’ı ne kadar özlediğimi fark ettim.

Gerçi bugünün medya dünyasında Muhlis Bey’in ete, kemiğe bürünmüşlerinden çokça bulabilmek mümkün ama hiçbir şey aslının yerini tutamıyormuş, bunu bir daha gördüm!

1980 ile 1990 yılları arasında nasıl bir ülkede yaşadığımızı merak eden gençlere ve Muhlis Bey’i özleyenlere bu kitabı öneriyorum.

İlginç bir durum

TURGAY Ciner’in, Dinç Bilgin ile aralarında yaptıkları "inanç sözleşmesinin" geçersiz olduğunu kanıtlayan bir belgeyi mahkemeye verdiği önceki gün bazı gazetelerde yayımlandı.

Dün de Dinç Bilgin’in bu belgenin sahte olduğuna ilişkin açıklaması gazete haberleri arasındaydı.

Bu işte anlamakta zorlandığım bir durum var: Dinç Bilgin, söz konusu "inanç sözleşmesini" TMSF yetkililerine mart ayı ortalarında sunduğunu söylüyor.

TMSF’nin de Merkez Grubu yetkilileriyle bu belgeyi görüştüğünü biliyoruz. Merak ettiğim, bu yeni ortaya çıkan belgenin neden iki ay sonra ortaya çıktığı?

Siz olsanız, elinizdeki böyle bir belgeyi kasanızdan hemen çıkarıp TMSF yetkililerine vermez miydiniz? Ben olsam hemen o gün bu belgeyi TMSF yetkililerine verir, malıma el konulmasını engellerdim, mahkeme sürecini beklemezdim.

Bir hayli ilginç bir durum yani!

Bir diğer ilginçlik ise Turgay Ciner’in Etibank’tan aldığı kredi ile Bilgin Grubu’na eşit ortak olması.

Bankaların "back to back" kredileri soruşturulurken bu durum nasıl atlandı? İnsan gerçekten merak ediyor!
Yazarın Tüm Yazıları