AKP kazanırsa, şeriatçılar mı kazanmış olacak?

GEÇEN gün AKP’li bazı bakanların, "Biz istesek daha büyük mitingler yaparız" sözleri üzerine yazdığım yazıda, bu tutumun laik, demokratik düzen konusunda hassasiyetleri olan kişileri "ötekileştirdiğini" anlatmaya çalışmıştım.

Aslına bakarsanız benzer bir tutum, kendisini "laik ve demokrat" olarak tanımlayanların belirli bir kesiminde de görülüyor.

Öyle bir hava yayılıyor ki, sanki AKP’ye oy verecek olan herkes şeriatçıdır ve din devleti istemektedir.

Bunun böyle olamayacağını görmek gerek.

AKP’nin bu seçimden galip çıkması, Türkiye’de "laiklerin kaybetmesi-şeriatçıların kazanması" sonucunu doğurmayacak.

Unutmayalım ki anketlerde AKP’ye oy vereceğini söyleyenlerin önemli bölümü "laik, demokratik düzenin devamından" yana.

Dolayısıyla bu seçimlerde aslında oylanacak olan "din devleti-laik devlet" ayrımı değildir.

AKP hükümetinin laik düzenin işleyişine zarar verecek icraatına karşı seslerimizi yükseltmek başka bir şeydir, AKP’ye oy veren herkesi şeriatçı olarak tanımlayıp "düşman" haline getirmek başka bir şey.

Türkiye, demokratik ve laik bir Anayasal düzene sahip! Seçimden sonra da bu değişmeyecek.

Bunu değiştirmek isteyenler, karşılarında nasıl bir kitle bulacaklarını son mitingler vesilesiyle bir kez daha gördüler.

Laik düzeni koruma hassasiyetimizi ortaya koyarken, şu ya da bu nedenle AKP’ye oy verecek herkesi "öteki" haline getirmeyelim.

Yargıya güveni sarsmayın

SON günlerde yoğun bir dedikodu kampanyasına tanık oluyorum. Nereye gitsem, kiminle konuşsam aynı şeyi duyuyorum: "Turgay Ciner, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na karşı açtığı davayı kazanmış."

Hukuki süreci yakından takip ettiğim için davanın henüz sonuçlanmadığının da farkındayım.

Araştırdım, bu dedikoduların Ciner’e yakın olduğu bilinen bazı kişiler tarafından özel olarak pompalandığı anlaşılıyor.

"Biz davayı kazandık, yakında buraya geri geleceğiz" havası Sabah ve atv’de özel olarak yayılmaya çalışılıyor.

Bunu neden yaptıklarını tahmin etmek zor değil.

Ancak asıl ilginç olan, bu dedikoduya eşlik eden ve burada yazmaya utanacağım gerekçeye, dedikoduyu duyan herkesin inanıyor olması.

Türkiye’nin böyle kritik bir dönemden geçerken Anayasal kurumlarına ve onların mensuplarına karşı duyulan güvenin bu denli azalmasına üzülmemek mümkün değil.

Bu güveni sarsacak aleyhte propagandanın da özel olarak tezgáhlanmış olduğuna inanıyorum.

Unutmayalım ki yargı, "Türk milleti adına egemenlik yetkisini kullanan" kurumlarımızdan biri.

Yargıya duyulan güvenin sarsılması, her şeyden önce mevcut Anayasal düzenimizin geleceği açısından sorun yaratır.

Bu güveni sarsacak dedikodulardan ve davranışlardan uzak durmak, başta yargı mensupları olmak üzere hepimizin birincil görevi olmalıdır.

Sarkozy’ye bir Mavi Yolculuk gerek!

ARTIK gerçek anlamda bir "dünya markası" sayılması gereken Mavi Jeans, dünya çapında yürüteceği yeni reklam kampanyası için Oliviero Toscani ile anlaştı.

İtalyan fotoğrafçı ve reklamcı Toscani’yi, Benetton için hazırladığı çarpıcı kampanyalarla hatırlıyoruz.

Bu anlaşmanın Mavi Jeans için de benzer sonuçlar yaratacağını umalım.

Konuyla ilgili olarak yapılan açıklamada Oliviero Toscani’nin, bu kampanyayı yapmayı neden kabul ettiğini anlattığı bir bölüm de var.

Şöyle anlatıyor: "Geçen ay İstanbul’da yaptığım araştırmalardan sonra, Türkiye’yi Avrupa dışında tutmanın hem hata, hem de imkánsız olduğunu anladım. Türkiye de Mavi gibi Akdenizli. Ben bu markayı olduğu gibi yansıtıyorum. Tabii, her zamanki gibi alışılmış kalıpları tersine çevirerek."

Toscani’nin bu açıklamasını okurken, benzeri sözleri ne kadar çok duyduğumu hatırladım.

Türkiye hakkında olumsuz fikirlere sahip ya da hiçbir fikri olmayan hangi yabancı, bu ülkeyi gezse sonunda aynı fikre varıyor: Türkiye’yi Avrupa dışında tutmak hem hata, hem de imkánsız.

Acaba Sarkozy’yi de bir ara Türkiye’ye mi davet etsek? Büyük yatlarla geziye çıkmayı sevdiğini biliyoruz, bir Cobra Queen turu işe yarar gibi geliyor bana.
Yazarın Tüm Yazıları