Fransa seçimi ve Türkiye (I)

HİÇ şüphe yok ki, Nicolas Sarkozy’nin önceki gün Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesi Türkiye açısından en kötü alternatifin gerçekleşmesi anlamına geldi.

Zira, Elysee Sarayı’nın yeni kiracısı şimdiye dek kullandığı söylemi pratiğe geçirirse, iş, zaten hanidir limoni olan Paris - Ankara ilişkilerinin daha da gerginleşmesiyle kalmayacak.

Fransız liderin tutumu esas olarak Ankara - Brüksel platformunu etkileyecek.

Üyelik perspektifinin tümden suya düşmesi gibi bir kábus senaryosu gündeme gelecek.

O halde ilkin, şu an mevcut durumu ve yakın varsayımlarını inceleyelim.

* * *

SARKOZY daha cumhurbaşkanlığına göz koyduğu andan itibaren, hiç durmadan ve "Küçük Asya"da bulunduğu gerekçesiyle, Türkiye’nin AB üyesi olamayacağını tekrarladı.

Háttá bunu kısmen seçim kampanyasına da taşımak istedi ama, rakipleri fazla bir polemiğe girmekten kaçındığı için tematik slogana dönüştüremedi.

Her halükárda, popülist belágát üzerine siyaset üreten Fransız politikacının bu yaklaşımını özel bir "Türk düşmanlığı"ndan ziyade, kendi "sağ"ından, bilhassa da Le Pen’in "Milli Cephesi"nden "oy çalmak" hesaplarıyla bütünleştirmek gerekiyor.

Başka bir deyişle, halk dalkavukçusu lider "derin Fransa"nın bir o kadar derin bilinçaltındaki köylü içgüdü ve korkuları "gıdıklayarak" seçmeni cezbetti.

* * *

ÜSTELİK, buradan yola çıkarak fazla iyimser bir tahminde bulunmak yanılgı içerir.

Yani, "canım işte seçim bitti, şimdi ’reelpolitik’ uzlaşmacılığa dönecektir" deyip, iktidara geldikten sonra Sarkozy’nin hemen tornistan edeceği öyle kolay kolay söylenemez.

Mümkündür ama en azından şu aşama böyle bir ihtimal daha uzak gözükmektedir.

Çünkü unutmayalım ki, aynı Sarkozy tüm kampanya boyunca "sözünün eri" (!) bir imaj yaratmak çabası içinde olmuş ve zaten de ciddi bir kesimi bunun için kazanmıştır.

Dolayısıyla, "kendisini bağladıktan" sonra çabucak geri çark etmesi basit iş değildir. Kaldı ki, her ne kadar Türkiye’nin adını teláffuz etmediyse de, "Sarko" námlı lider, cumhurbaşkanlığı kesinleşir kesinleşmez pazar gecesi yaptığı ilk konuşmada, yeni tür bir "Avrupa - Akdeniz işbirliği" kurmak istediğini özellikle vurguladı.

Daha önceki yaklaşımından yola çıkarak da burada, o Türkiye’yi işte bu "ikinci kümeye" dahil etmek istediği yorumu getirilebilir.

* * *

ÖTE yandan, Nicolas Sarkozy daha ilk tur arifesi Brüksel’e gönderdiği dış politika danışmanı aracılığıyla, Ankara’yla müzakerelerin kesilmesinden yana olduğunu bildirdi.

Bir anlamda, AB Komisyonu’nun "cevabi tutumu" konusunda sondaj gerçekleştirdi.

Ve, her ne kadar yukarıdaki "deccál açıklaması" ve "nabız yoklaması" aynı Komisyon tarafından "buz gibi" karşılandıysa da, şimdi o Komisyon’un koridorlarında, Fransa’nın müzakere dosyalarından birisinin açılması veya kapanması sırasında "oybirliği ilkesini" gündeme getirerek, üyelik müzakerelerini fiilen durduracağı rivayetleri dolaşıyor.

Artı, gerek altıgen ülkedeki Ermeni diasporasına verilmiş olan bol kese sözlerden; gerekse yeni hükümette içişleri bakanlığını üstlenmesi beklenen ve yine aynı kökeni taşıyan Patrik Deveciyan’ın Fransız liderle "sağ kol kader arkadaşı" olmasından ötürü, bu "Ermeni boyutu"nun da yabana atılmayacak bir unsur oluşturacağını hesaplamak gerekiyor.

* * *

İŞTE gördük, buraya kadarki tablo Ankara için hiç de iç açıcı bir manzara sunmuyor.

Sarkozy’nin Fransa cumhurbaşkanlığı Türkiye açısından "kábus" izlenimi yaratıyor.

Ama bütün bunlar madalyonun yalnız tek bir yüzünü yansıtıyor ki, diğer yüzünü yarına bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları