Tarih yazan kadınlar...

HER fırsatta, "Ne olacak bu memleketin hali?" demeyi pek sevdiğimiz ve geleceğine biraz umutsuzluk biraz da korku ile baktığımız Türkiye, belki de bizim zihinlerimizde yarattığımız bir "gulyabani" imiş.

Türk kadını son bir ayda iki kere tarih yazdı.

Onları bu günler için yetiştiren Büyük Atatürk’ün emeklerinin boşa gitmediğini gösterdi. Geleceğimize güvenle bakma olanağını verdi. Ne kadar kutlasak azdır...

Önce 14 Nisan’da Ankara’da, son pazar günü de İstanbul’un Çağlayan Meydanı’yla o meydana çıkan kilometrelerce uzunluktaki caddelerde toplanan ve "Türkiye laiktir, laik kalacak!" diye tüm gücüyle haykıran milyonlar görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, anlamayan beyinlere şu gerçeği soktu:

"Türkiye laiktir ve laik kalacaktır."

Gericilerin bu mitingler yüzünden fikir değiştireceklerini sanmıyoruz. Belki de bu iki büyük ve anlamlı olay, bazılarını daha da kamçılayacaktır. O nedenle laik rejimi korumak isteyenleri önümüzdeki günlerde daha da çetin bir mücadelenin beklediğini görürsek şaşmamak gerekir.

Bu iki olay "özgüven" vermeli ama "laik rejimin ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğu" gerçeğini hiçbir zaman unutturmamalıdır.

Birinci nokta bu.

İkincisi... Bu mitinge kimse, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi sahip çıkmamalıdır. Bu partilerden umudunu kesmiş milyonların mitingidir. Evet CHP’nin de aktif katkısı olmuş olabilir. Ama "laikliğe sahip çıkın" diyenlere "dinin siyasallaşma sürecini olağan karşılamak gerekir" öğüdünü verenlerin, laikliği askere ihale edenlerin şimdi babalanmaya hakkı yoktur.

Üçüncüsü... Yaşadığımız son olaylar, özellikle bu iki tarihi miting gösterdi ki Türkiye’yi demokratik sistem rayından çıkarmadan selamete ulaştırmanın yolu bir an önce, ama özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimini yapmadan erken seçime götürmek ve halkın vereceği yetki kimi Çankaya’ya gönderirse, onu kabul etmektir.

Sebep ne olursa olsun... Onlar üzerinde durmanın artık anlamı yok. Gerçek şu ki Türk siyasi hayatında atmosfer tahammül edilemeyecek kadar kirlenmiş haldedir. Bundan kurtulup oksijenli yani tertemiz bir siyasi havaya kavuşmak tek çaredir.

Bunu söylerken Anayasa Mahkemesi’nin alacağı kararla bağlantılı bir görüş dile getirmiyoruz. Anayasa Mahkemesi bizim düşündüğümüz gibi "Cumhurbaşkanı seçiminde birleşimin açılması için 184 üyenin hazır bulunması yeterlidir" dese de, aksini yani "en az 367 üyenin bulunması, birleşimin açılmasının temel koşuludur" görüşüne varsa da fark etmez... Çünkü artık Meclis’in yapacağı seçim bir "Cumhurbaşkanı" değil bir "Sorun" üretecektir.

Siyasi iktidarın -daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın- bu gerçeği görmesini bekliyoruz.

Siyasetçileri "devlet adamı" gradosuna bu tür olaylardaki performansları yükseltir.

Not: Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü antetli bir yazıda, "irticai faaliyetlerle mücadele" amacıyla 8 yıl önce kurulan -kısa adıyla- "Başbakanlık Takip Kurulunun lağvedilmediği, tam aksine görevine devam ettiği" bildirildi. Laik Cumhuriyet’e inanmadığı kendi beyanıyla sabit bir Başbakanlık Müsteşarı’nın başkanlığındaki kurul "sözde değil özde" görev yapsaydı, Ankara ve İstanbul’da milyonlar "laik rejimi korumak" için yollara dökülmeye gerek duyar mıydı? O.E.
Yazarın Tüm Yazıları