Kış aylarımı geri istiyorum (!)

Bizim gibi dört mevsimi de yaşamaya alışmış bir kuşak için, şu sıralardaki hava hiç iyi değil. Kışı yaşayamadığımız takdirde, yaz aylarını da yaşayamayacağız demektir. Mevsimler birbirine girdiğinde de, tüm dengeler bozulur. Kuraklık artar, turizm darbe yer.

Haberin Devamı

Çok rahatsızım.

 

Nasıl olmayayım ki, ocak ayının ortasına geldik, hala doğru dürüst bir kış görmedik. Fakir fukarayı düşünüp, hafif bir kış geçirmenin tadına da varamıyoruz. Zira böyle devam ederse, hem tatsız bir kış, hem de tatsız bir yaz geçireceğiz.

          

Kış geciktikçe, yaz da giderek ileriye kayar. Bizim gibi dört mevsim yaşamaya alışmış toplumlar için, bundan daha rahatsız edici bir durum düşünülemez.

          

Kış demek yağış demektir.

          

Yeterli yağış almadığımız takdirde, yaz aylarında karşılaşacağımız kuraklıkla nasıl baş edeceğiz? Su hayat verir. İthal edemezsiniz. Üretemezsiniz. Üstelik, disiplini olmayan bir toplumuz. Su harcamalarını kısmak gerektiğinde, biz buna uymayız, komşumuzun uymasını bekleriz.

Haberin Devamı

          

Anlayacağınız, neresinden bakarsanız bakın, rahatsızlık veren bir durumla karşı karşıyayız.

          

Tek ümidim, Ocak ayı sonralarından itibaren Şubat-Mart’ta bol yağışlı bir sürece girmek. Bu gerçekleşirse, kuraklıktan kurtulabilir veya yaz aylarını biraz daha rahat atlatabiliriz.

          

Sürekli siyasi konuları tartışmaktan, günlük yaşamımızı bire bir etkileyen gelişmeleri konuşmaz olduk. Oysa, şu anda toplum olarak en fazla tartışmamız gereken Eğer yağış olmazsa, ne yapacağız?” olmalı. Ancak, Erdoğan ile Baykal tartışması daha hoşumuza gidiyor.

                                             *                               *                               *


SON DAKİKADA, FELAKETİN UCUNDAN DÖNÜLDÜ…

 

Hükümet, elektrik dağıtımındaki özelleştirme çabasında sınıfta kaldı.

          

Büyük iddialarla harekete geçilmiş, sözler verilmiş ve uluslararası finans dünyası da ümitlendirilmişti. Elektrik dağıtımın en önemli bölümünü oluşturan İstanbul’da özelleştirilme yapılacaktı. Koca koca uluslararası firmalar hazırlıklarını yaptılar ve ihale tarihi açıklandı: 19 Ocak. Üstelik bu ihale sayesinde Hazine finansmanı gerçekleşecek ve rahat bir nefes alınacaktı. Yani, neresinden bakarsanız bakın, büyük beklentiler oluşturulmuştu.

 

Haberin Devamı

Geçen hafta Başbakan, birden bire “biz bu işten vazgeçtik” demez mi?

          

Üstelik ne Enerji Bakanı’nın, ne de Maliye Bakanı’nın haberi vardı. Onlar da şaşırdılar. Gazetecilerin sorularını kem küm edip atlatmaya çalıştılar. Ancak sonunda patronun dediği oldu. İhale ertelendi. Herkes hayretler içinde kaldı.

          

Bu karmaşadan ne kazandık, ne kaybettik.

          

Önce işin olumsuz yanına bakalım.

 

AK Parti hükümetinin çok övündüğü bir konu olan özelleştirme çöktü. Sözünde duramadı. Bundan sonraki özelleştirmelere de gölge düşmüş oldu. İnandırıcılığı büyük darbe yedi. Bundan sonra hangi büyük firma böyle laubali bir yaklaşımla sürdürülen özelleştirme ihalelerine inanır da, uzun hazırlıklar yapar? Piyasalara şöyle bir kulak verin, eleştirileri duymamanıza imkan yok.

 

Haberin Devamı

İşin bir de “iyi oldu” dedirten yanı var.

          

İhaleye katılmak üzere, uzun süredir hazırlanan büyük bir grubun yetkilisi bakın neler anlattı:

          

Allah’tan durduruldu. Zira öylesine yetersiz bir hazırlık yapılmış, öylesine yetersiz bir yönetmelik çıkartılmıştı ki, bu ihalenin Danıştay’dan dönmesi kaçınılmazdı. Yürütülmesi imkansız bir şartname, önünde sonunda büyük davalara neden olacaktı. Bürokrasiye bırakılmış, onlar da ihaleyi yürütmemek üzere bir çalışma yapmışlardı. Şimdi bu eksiklikler değiştirilecek, hukuki ve finansal koşullara uygun, yeni bir yönetmelik hazırlanacaksa, bu erteleme yerinde olmuştur. Eğer bu da yapılmayacaksa, elektrik özelleştirilmesi dosyası kapanmış demektir.”

Haberin Devamı

 

Özetlemek gerekirse, elektrik özelleştirilmesi konusunu -özür dilerim ancak- yüzümüze gözümüze bulaştırdık.

                                             *                               *                               *

VAKIFLARIN MALINI GERİ VERMEYE HAZIRLANALIM

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Türkiye’deki azınlık vakıflarıyla ilgili olarak aldığı son karar, hepimizi harekete geçirmeli. İstediğimiz kadar farklı gerekçeler üretelim, yine de kurtulamayız.

          

Kısacası neden söz ettiğimi anlatayım:

          

Türkiye’de azınlıklara (Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani vs..) ait vakıflar bulunmaktadır. Devlet bürokrasisi genelde bu vakıfları sevmez. Özellikle Rumlar’a ait vakıfları, ülkemize karşı komplo kurmakla suçlarlar. Bu vakıflar yıllar içinde, kimi miras yoluyla, kimi hibeyle veyakendi paralarıyla gayrimenkul almışlardır. Bu durum da bürokrasiyi rahatsız etmiştir. Bunun en ilginç işareti de, Yargıtay’ın bir kararıyla ortaya çıkmıştır.

Haberin Devamı

          

Yargıtay, vakıfların 1974’ten (Kıbrıs Harekatı’nın yapıldığı yıl) sonra elde ettikleri taşınmazlara devletin el koymasına yeşil ışık yakmıştır. Devlet de vakıfların mallarına el koymuştur.

          

Bu garip durum 2003’e kadar sürmüştür. AB Uyum Yasaları’yla birlikte değişim yaşanmış, ancak vakıflar da şimdi mallarını geri istemektedirler. Türkiye’nin eli bir türlü tüm malları geri vermeye varmıyor. İşte AİHM’in son kararı, bu konuda son noktayı koyuyor.

          

Şimdi, TBMM’nin bir süre önce, yine eli varmadığı için yetersiz bıraktığı yasayı yeniden gündemine alması ve AİHM kararına uygun şekilde değiştirmesi gerekiyor. Zira, eğer biz değiştirmezsek, AİHM bunu yapacak ve Türkiye’yi sürekli şekilde tazminata mahkum edecek.

          

Ah ah, neden biz kendi kendimize adım atmıyoruz da, hep birilerinin kapımıza dayanmasını bekliyoruz?

          

Neden bu kadar öngörüsüz bir toplumuz?

Yazarın Tüm Yazıları