Demokrasinin intiharı ya da Sezer’le zirve

BAŞBAKAN seçildikten sonra, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ilk ziyareti, ilk görüşmesi.

Erdoğan vakit kaybetmeye tahammülü yok bir havada, daha el sıkışır sıkışmaz, Sezer’e soruyor:

"Başkanlık sistemi konusunda siz ne düşünüyorsunuz?"

Başbakanlık koltuğuna henüz yeni oturmuşken, başkanlık sistemi ile ilgili soru sorması, Erdoğan’da eskiye dayanan bir Çankaya rüyası olduğunu gösteriyor. Hem de, parlamenter sistemin ötesinde, güçlü bir başkanlık rüyası. Amerika’daki gibi.

ERDOĞAN KALSIN

Çankaya rüyasını yıllardır görüyor olabilir, şimdi de bu rüyaya yakın bir mesafede olabilir.

Ancak, o kadar basit değil. Çünkü, toplum tam anlamıyla ikiye bölünmüş bulunuyor. Oysa, Anayasa’nın 102. maddesi, Cumhurbaşkanına toplumsal eşgüdüm görevi veriyor. Yani, bir kesimin değil, herkesin Cumhurbaşkanı olmak.

Böyle olunca, toplumu dinlemek gerek. TOBB’dan Türk-İş’e, DİSK’ten TÜSİAD’a, Barolar Birliği’nden MÜSİAD’a, çevrecilerden üniversitelere kadar, tüm sivil toplum örgütlerinin tepkilerine değil, görüşlerine bakmak gerek. Bağırarak çağırarak, miting yaparak değil, sade bir dille görüşlerini açıklayarak. Bunların büyük çoğunluğu, aynı düşüncede:

Erdoğan Başbakan olarak kalsın.

Birisi Çankaya’ya çıkarken, toplumun bir kesiminin elleri alkıştan patlıyor, diğer kesim camları kırıyor, çimenleri eziyor. Bu bizim gibi emekleyen bir demokraside çok tehlikeli.

Toplumsal uzlaşmanın olmadığı bir seçim, demokrasinin intiharıdır. CHP milletvekili Bülent Tanla’nın gözlemi gerçekçi:

"İnada bindirmek yanlış, oysa Cumhurbaşkanlığı seçimi bilerek ya da bilmeyerek inada gidiyor."

İnadın sonu, demokrasinin intiharı. Toplumda şu anda görünmeyen fay, harekete geçiyor, hiç kimsenin istemediği bir depreme gebe. Kaldı ki, bu bir sopa göstermek asla değil. Bakınca, karabulutları görmek mümkün.

İSİM DEĞİL, İLKE

Fransa’dan Venezüella’ya kadar her yerde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ama, hiç bir yerde bizdeki gibi, yer yerinden oynamıyor. Çünkü, toplumsal uzlaşma yok.

Böyle bir uzlaşma için, Sezer’e görev düşüyor, Erdoğan ile Baykal’ı bir zirvede buluşturmak.

İsimde değil, ilkelerde anlaşma sağlayacak bir zirve.

Erdoğan
’ın Meclis’e girmesini sağlayan Siirt seçimlerinin yenilenmesi, AB paketleri, Ermeni sorunu gibi konularda anlaşma sağlayan AKP ile CHP, böyle bir zirvede, ilkelerde uzlaşma arayabilir.

En geç ocakta, bu tür bir zirve Sezer’e düşen görev. İnatları kıracak, ilkelerde buluşulacak, asıl önemlisi, demokrasinin intiharını önleyecek bir zirve.

Sine-i millet yerine sille-i millet

GEÇMİŞE bakıyorum, sine-i millet lafı, yani millete dönüş, elli yılı aşkın süredir siyasal palavra edebiyatının parçası. Dönen tek bir parti yok.

Sine-i millet, muhalefet çaresizliğinde havanda su dövmek. CHP bir süredir bunu yapıyor. İçi boş, hiç bir üretkenliği olmayan, üstelik dört milyon yeni genç seçmene, "bunlar ne saçmalıyor" dedirten, sabun üstünde laf kaydırmaca gevezeliği.

CHP’de muhalefet stratejisi evlere şenlik. Erdoğan Başbakan olunca, "AKP birkaç ay içinde parçanır, biz iktidar oluruz" beklentisi. O boşa çıkınca, "her türlü gerginliğe" bel bağlayarak, AKP’nin iktidardan ayrılacağı hayali. O da olmayınca, "erken seçim" tutturması. O da suya düşünce, "sine-i millet".

Tarih sine-i milleti yazmıyor ama, hiç bir sonuç alamadığı muhalefet stratejisiyle, CHP’ye seçimde yine sille-i millet ihtimali uzak değil.
Yazarın Tüm Yazıları