Bankacılığın idam fermanını mı imzalamışlardı?

TÜRKİYE’deki üç bankanın, Yunan bankalarına satışı işi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nda ciddi bir rahatsızlığa yol açmış.

İlk satışa onay veren BDDK üyeleri, diğer iki satış için tereddüt içindeymişler.

Bir yetkili, "İlk satış onayı verildikten sonra bazı kurul üyeleri imza attıkları kalemlerini kırdılar" demiş.

Biliyorsunuz eskiden Ağır Ceza Mahkemeleri’nin başkanları, idam kararı verdikleri zaman kalemlerini kırarlardı.

Bir daha böyle bir ceza vermek zorunda kalmama dileğini anlatan sembolik bir davranıştı bu.

Milliyet’teki bu haberi okurken BDDK üyelerinin kalemlerini neden kırdıklarını anlayamadım.

"Bunu Türk bankacılığının idam fermanı olarak mı görüyorlardı" diye düşündüm. "O zaman neden imza attılar" diye merak ettim.

Yabancı sermayeye karşı olmak ile karşı olmamak, bir ideolojik tutumun sonucu.

BDDK üyeleri, öbür ülkelerin bankalarına satılan Türk bankalarıyla ilgili olarak kalem kırmadıklarına göre burada söz konusu olan durum bir yabancı sermaye karşıtlığı olmamalı.

Belli ki Fransız’a, Hollandalıya yani temelde yabancı sermayeye itiraz yok. İtiraz, "yabancı sermaye"nin Yunanlı olmasına!

Eğer yabancı sermayeye temelde bir itirazınız yoksa sermayenin kime ait olduğuyla ilgilenmeniz, ekonominin gerçeklerinden uzak olduğunuza işaret eder.

Çünkü günümüz dünyasında sermayenin milletinden söz etmek de o kadar kolay değildir.

Yunan şirketi olduğunu düşündüğünüz şirketin sermayesinin arkasında Arap sermayesi bile çıkabilir.

Öyle olmasa bile temel bir iktisat kuralını akılda tutmak gerekir: Sermaye, kendi çıkarına göre hareket eder, 50 yıl öncesinde kalmış ırk esaslı milliyetçi kavramlara göre değil.

Kıbrıslı Rumlar çözüm istemiyor ki

ŞUNU hem anlamakta hem de anlatabilmekte zorlanıyoruz: Türkiye’nin, Avrupa Birliği üyeliği konusu Kıbrıs’ta kesin bir çözümle ilişkiliyse, bu hayale herkesin veda etmesi gerekiyor.

Çünkü AB üyesi Kıbrıslı Rumların istediği şey, adada Türkler ile birlikte yaşayabilecekleri hakkaniyetli bir çözüm değil, Kıbrıs’ın tümüne sahip olmak.

Onların istediği, Türklerin azınlıkta olduğu bir Rum devleti!

Makarios ve Sampson’un yarım bıraktığı işi tamamlamaktan başka bir hayalleri yok.

Ve bu gerçekleşene kadar müzakere sürecinin her aşamasında Kıbrıslı Rumların itirazları ve vetoları ile karşılaşmak kaçınılmaz.

AB içinde Türkiye’yi istemediklerini bildiğimiz, kimisi bunu açıkça söyleyen, kimisi de Rumların arkasına saklanarak bunu yapmak isteyen birçok ülke var.

Bu tablo değişmediği sürece çözüm için önereceğiniz her şey günü kurtarmaya yarar, Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’nin AB sürecini değil!

Kıbrıs’ın güneyinde Rum yönetimi tarafından da kışkırtılan ırkçı Türk düşmanlığı giderek yayılıyor.

Güney’e geçen Türklere yapılan tacizler bir yana, Kuzey’deki Rum mallarını kullananlar için hapislik bile söz konusu.

Günü kurtarmaya uğraşarak harcadığımız enerjiyi, Kıbrıs’ta kesin çözümün nasıl olacağını anlatmaya kullanmalıyız.

Karadağ’ın, Sırbistan’dan bağımsız yaşama hakkını savunan AB’nin neden Kıbrıs’ta "tek devlet" diye tutturduğunu sormak gerekiyor.

Onlar aya, biz yine yaya!

2007 yılı bütçesinin TBMM’de görüşülmesine başlanılıyor. Benim gazeteciliğe başladığım yıllarda bütçe görüşmelerinin başlaması çok ciddiye alınan bir haber olurdu.

Dün gazetelerin internet sitelerine baktım, bundan söz eden "maraton başlıyor" başlıklı bir son dakika haberinden başka bir haber göremedim.

Geçen hafta İngiltere’de bulunduğum sırada da İngiliz hükümeti, bütçesini kamuoyuna sundu.

Maliye Bakanı uzun bir konuşma yaparak bütçeyle ilgili ayrıntılı bilgiler verdi.

Bu konuşmada benim en çok dikkatimi çeken şu oldu: İngiltere, önümüzdeki dört yıl içinde 21 bin okulu yenilemek için 36 milyar sterlin bütçe ayırmış.

Okullarda çocuklar arasında oluşan eğitim farklılıklarını gidermek için de 130 milyon sterlin harcanacak.

Üniversitelere araştırmalarını geliştirmeleri için 60 milyon sterlin verilecek.

Rakamlara bakıp ülkemizin eğitim sisteminin sorunlarını düşünürken moralimin bozulduğunu söylemeliyim. Öyle görünüyor ki zengin ve fakirler arasındaki eğitim uçurumu giderek büyüyecek ve çocuklarımız küreselleşen dünyada yaşıtlarıyla rekabette iyice çaresiz kalacaklar.

Bakalım bizim bütçemizden eğitime ne pay çıkacak?

Düzeltme ve özür: "Kalbimi İstanbul’da bıraktım" sözlerini protesto için Papa’ya postayla "öküz kalbi" yollayan sendikacının Eğitim-Sen’li olduğunu yazmıştım. Önemli bir farkı atlamışım. Öküz kalbini gönderen Türk Eğitim-Sen’in Kayseri Şube Başkanı imiş. Eğitim-Sen yönetici ve üyelerinden hatam için özür diliyorum.
Yazarın Tüm Yazıları