AB ve Kıbrıs tartışmasında konuşulmayanlar

AKP Hükümeti’nin Kıbrıs konusunda yaptığı son açılım, daha çok tartışılacağa benziyor.

Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; yaşadığımız tartışmayı, rahatlıkla bir iktidar çatışması olarak nitelendirebiliriz. Yani bir anlamda bu tartışmaların sonucunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına çıkıp çıkmayacağı, AKP’nin yapılacak seçimlerde yeniden tek başına iktidar olup olmayacağına kadar gidecek bir tartışmanın başındayız.

Biz bu tartışmanın, daha doğrusu çatışmanın, daha geç başlayacağını zannediyorduk. İşin açığı; AKP Hükümeti bu tartışmanın başlangıcını 2007 Şubat hatta Mart ayına kadar taşımak istiyordu. Mümkün olduğunca Cumhurbaşkanlığı seçiminin az konuşulmasını istiyordu ama Kıbrıs açılımı ile birlikte bu tartışmayı da, hiç istemediği biçimde, çok öne çekmiş oldu.

Peki, bu tartışmayı durdurup, yeniden şubat ayına taşıyabilirler mi?

Bizce artık bu çok zor. Bir kez kılıçlar kınından çıktı gibi geliyor bize...

Peki bu tartışmada kim haklı, kim haksız?

Bu nereden baktığınıza göre; yanıtı o kadar değişen bir soru ki...

Bir kez Milli Güvenlik Kurulu’nda, Cumhurbaşkanı ve askerin de olduğu toplantılarda üzerinde mutabık kalınan, yani devlet politikası haline gelen "Kıbrıs görüşü" ile hükümetin bu açılımı çelişiyor mu, onu bilmek lazım. Bu görüş üzerinde hep konuşuluyor ama tam kelimeleriyle ne olduğunu, karar gizli olduğu için, bizler bilmiyoruz. Orada alındığı söylenen "Kıbrıs bir bütün olarak ele alınacak" kararı, Annan Planı’nın bu ilkeye uyduğu için desteklenmesi kararı alındığı, ama yapılan son açılımın bu çerçeveye uymadığı doğru mu?

Eğer doğruysa, genel mutabakata halel geldiyse, bu değişiklik için sözlü ya da yazılı, öneri ne olursa olsun, taraflara sorulması gerekmiyor muydu? Yani devlet politikası bozuldu mu?

Eğer bozuldu deniyorsa; o zaman askere ve Cumhurbaşkanı’na sorulmaması yanlış değil mi?

Eğer hükümetin açılımının bu çerçevede kaldığını düşünüyorsanız bile, taraflara açıkça görüş sorulsa ne olurdu? Mecbur olunmasa da şık olmaz mıydı?

Tayyip Erdoğan "Cumhurbaşkanı’na sormam" deyip, kendi Cumhurbaşkanı olursa ne olacak?

Bir başka soru; Dışişleri Bakanlığı’nın askeri ve Cumhurbaşkanı’nı konudan haberdar edip etmediği ile ilgili. Dışişleri Bakanlığı’nın Genelkurmay Başkanlığı ile yakın çalıştığını, bu ilişkinin iktidarlardan bağımsız ve güvene dayalı bir ilişki olduğunu biliyoruz. Bu şimdiye kadar işleri çabuklaştıran bir güven ilişkisiydi ve sağlıklı işliyordu. Şimdi ne olacak?

KOLAYCA HAKLI-HAKSIZ DENİLEMEZ

Bu olayda sadece olabilecekler yani muhtelif senaryolar, sözlü ya da resmi olmayan yazıyla Genelkurmay’a iletilmiş midir? İletilmediyse, niye iletilmedi? İletildiyse de neden resmi yazıyla iletilmedi? Resmi yazıya gerek yoksa, neden Genelkurmay Başkanlığı, bu kez Dışişleri Bakanlığı bürokrasisini de karşısına alacak bu atağa kalkıştı?

Bu arada açılımın Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin katıldığı bir açılım olup olmadığını bilmiyoruz. Belki de tipik bürokrat tavrıyla muhtemel çok sayıda senaryoyu yazıp hükümete ilettiler ve seçimini hükümete bıraktılar. Belki askere verdikleri de bu senaryolardı, kimbilir?

Şimdi giderek en can alıcı sorulara geliyoruz:

AKP Hükümeti neden bu kadar tartışma pahasına, yıpranma pahasına, böylesine bir riski göze alıyor? 17 Aralık’ta sözlü olarak hükümetin verdiği, yazılı olmayan sözler söz konusu da, şimdi AB bunun gereğinin yapılmasını istiyor, olabilir mi? Geçen hafta Almanya Başbakanı Merkel’in birara "sözünüzü tutun" demesinin ardında, bu mu var?

Bu olasılık üzerine Ankara’da çok spekülasyon yapılıyor.

Peki, hükümet sadece "AB ile kesinti halinde devletin diğer organlarından gelecek aşırı müdahalelere zemin hazırlanmış olur" dendiği için mi, bu kadar risk göze alınıyor?

Bu "müdahale korkusu" İngiltere, Yunanistan gibi ülkelere, açıkça söylendi mi yoksa?

Görüldüğü gibi yaşadığımız son tartışma, "haklı-haksız" diye kestirilip atılmayacak kadar karmaşık bir sorunun sadece bir parçası gibi. Bu pilav, daha çok su götürür...
Yazarın Tüm Yazıları