Galatı meşhurlar

BİR: Korkut Özal bu iktidarın akıl hocası değildir. Başbakan Tayyip Erdoğan, Korkut Özal ile en azından son iki yıldır, bir kez bile temas kurmamıştır. Korkut Özal’ın yaptığı açıklamalardan, Erdoğan’ın stratejisine dair ipuçları aramak nafile bir çabadır.

İKİ: Solun birleşmesi ya da ittifak yapması, sol oyların artmasına neden olmayacaktır. "Konsept" aynı kaldıktan sonra hepsini üst üste koysak bile bir numara çıkmaz. Önemli olan bir "konsept" değişikliğine gidecek cesareti gösterebilmektir.

ÜÇ: Türkiye’de laiklik konusunda hassasiyet göstermek, bir avuç seçkinin işi değildir. Bu hassasiyetin hem nitelik olarak, hem de nicelik olarak güçlü bir tabanı vardır.

DÖRT: Saadet Partisi’nin "Hz. Muhammet’i savunma" ya da "Papa gelmesin" mitinglerinde topladığı kalabalık, seçim zamanı sandığa yansımayacaktır. Çünkü dini açıdan ajite olmaya hazır bir kitle bulmak kolaydır da oy verecek kitleyi bulmak o kadar kolay değildir.

BEŞ: CHP-MHP yakınlaşması diye bir şey yoktur. Sadece Baykal’ın Cumhuriyet ve laiklik konusunda duyarlılık gösterdikleri için MHP’lilere "Aferin" demesi söz konusudur, bu kadar. Ötesi boş laftır.

ALTI: Türkiye’de her zaman Kemalist kesimin sesi çok çıkmaz. Atilla Yayla olayı göstermiştir ki, liberallerin de en az Kemalistler kadar sesi çıkmaktadır. "Atilla Yayla’yı yeme" cephesine karşılık güçlü bir "Atilla Yayla’yı size yedirmeyiz" cephesinin doğması buna işarettir.

YEDİ: "Binbir Gece" adlı dizideki "ahlaksız teklif" temalı hikaye hiç de orijinal değildir. Bu işin kralı Türkiye’de "Ahlaksız Teklif" adıyla gösterilen filmde tepe tepe kullanılmıştır. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmanın anlamı yoktur.

O da topa girdi

MEVZU tatsız mı tatsız, bütün içtenliğimle "Kapatalım, bitsin" diyorum ama "Çete" bir türlü durmuyor.

Bu sefer de Haşmet’in Hıncal Abi’si topa girmiş.

Oysa bir süre susup oturmasını hayra yormuş, içimden "Herhalde ’Oğlum Haşmet, delirdin mi, ayıp değil mi? Kendine gel’ falan diye bir ’abilik’ yapıyordur" demiştim. Ve fakat... Heyhat!

Meğer "Bizimki", Haşmet’e arka çıkmak için bir "çıkış noktası" arıyormuş.

Düşünmüş, taşınmış ve bulabildiği çıkış noktası şu olmuş:

Haşmet, sözüm ona "James Bond" gibi bir adammış. Sevdiği kadın uğruna dövüşmeyi göze almış. Şövalyeymiş falan. En sahtesinden ve kabasından bir magandalık olayından "şövalyelik" çıkarmak, ancak bir "Takvim yaprağı arkası filozofu"na yakışırdı.

Yakışmış da...

Nasıl bir ikiyüzlülük, nasıl bir hakkaniyetsizlik, nasıl bir "adamını kollama" olayıyla karşı karşıya olduğumuzun anlaşılmasına yardımcı olsun diye şöyle bir örnek vereyim:

Eğer mekan basıp, ana avrat küfürler yağdırıp, göğsünü döve döve höyküren Haşmet değil de Ahmet Hakan olsaydı...

Haşmet’in Hıncal Abisi, gözyaşları içinde "Sen ne şövalye bir adammışsın Ahmet Hakan" diye güzelleme yapar mıydı?

***

Bir de şu var:

Kavga eden, küfür eden, kurşun sıkan, höyküren, şiddet uygulayan, kemik kıran, tokat atan, aşağılayan, rezalet çıkaran herkesin, mutlaka ama mutlaka bir "dava"sı vardır.

Kimi "Bizim kıza yan baktın" der, kimi "Namusuma dil uzattın" der, kimi "Töre" der, kimi "Sözün bittiği yer" der, kimi "Hakkımda iki satır çiziktirdin" der, kimi "Beni aşağıladın" der, kimi "Racona ters davrandın" der...

Yani der oğlu der.

Peki "Uğruna kavga verilecek bir davaya sahip olmak", şiddeti meşru mu kılacak? Bırakın meşruiyet kazandırmayı, bu tür adamlara güzelleme mi yapılacak?

Eğer böyleyse...

Hıncal Uluç, geçmişte kendisine yönelik çeşitli dozlardaki saldırılar karşısında neden ortalığı velveleye vermişti?

Neden kendisine saldıranların "uğruna bazı şeylerini feda edecekleri birer davaları" olduğunu aklına getirmemişti? Neden kendisine saldıranları "Ne şövalye adamlar! Tanrım, hepsi birer Ustura Kemal sanki! Nasıl da hayatlarının riskini aldılar" falan diye göklere çıkarmamıştı?
Yazarın Tüm Yazıları