Lobinin icat edildiği otelden ilginç kulis

WASHINGTON’a hareket etmeden önce Başbakanlık’tan arayıp şunu sordular:

"Beyaz Saray’daki görüşmeye her gazeteden sadece bir kişi alınacak. Siz kendiniz mi gelmek istersiniz, yoksa muhabiriniz mi?"

Hürriyet muhabirinin gireceğini söyledim.

Onun yerine otel lobisinde dolaştım.

* * *

Washington’daki Willard Oteli’nin lobisinin ilginç bir tarihi var.

"Lobi" kelimesi bu otelde bulunmuş.

ABD’nin eski başkanlarından Abraham Lincoln, başkanlık yemini öncesinde ölüm tehditleri aldığı için 23 Şubat 1861 günü Allan Pinkerton adlı dedektif tarafından Willard Oteli’ne kaçırılmış. 4 Mart’taki and içme konuşmasına kadar bu otelde gizlenen Lincoln, bütün görüşmelerini otelin lobisinde yapmış. "Lobicilik" kavramı da bu olaydan doğmuş. Amerika’nın önemli konuları bu salonda konuşulur olmuş.

Daha sonra bütün başkanların uğrak yeri haline gelen otel, "Başkanların Rezidansı" diye de anılıyor.

Önceki akşam otelin lobisinde dolaşırken kulağıma ilginç bir randevu fısıldandı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Washington’a davet edilmişti.

BAŞKAN YARDIMCISI İLE Mİ GÖRÜŞECEK

Tarihi henüz söylenmiyor; ama bunu bana anlatan kişi, 26 Ekim’de gelebileceğini söylüyor. Başka bazı kaynaklar bunun şubata kayabileceğini belirtiyorlar.

Bu davet Washington çevrelerinde biliniyor.

Kulağıma fısıldanan asıl gelişme, bunun gerisindeki bir söylenti.

Bir Türk Genelkurmay Başkanı, Washington’a gelirse kiminle görüşür?

Muhatabıyla değil mi?

Yani Amerikan Genelkurmay Başkanı’yla.

Hadi bilemediniz Savunma Bakanı’yla.

Ama bana burada ilginç bir randevudan söz edildi.

Büyükanıt, Başkan Yardımcısı Cheney ile de görüşecekmiş.

Bu randevuyu kesin teyit edemedim. Ama bir Türk yetkili "Görüşmenin büyük bir ihtimalle gerçekleşeceğini" söyledi.

VEDA KONUŞMASI MI YOKSA CİDDİ UYARI MI

Erdoğan-Bush görüşmesinden bir gün önce Cumhurbaşkanı Sezer, TBMM’de "bazı konularda özgürlüklerin üstüne şal geçirilebileceğini" imaya bile ihtiyaç duymadan açıkça hatırlatıyordu.

Cumhurbaşkanı Necdet Sezer, görevindeki son yılına girdi.

Bu açıdan bakıldığında sözlerini nasıl değerlendireceğiz?

Amerikan sisteminde yeni başkan, seçimi kazandıktan sonra hemen göreve başlamıyor.

Bir süre eski başkan, bütün yetkileriyle göreve devam ediyor.

Bu dönemdeki başkana "lame duck" yani "topal ördek" deniyor.

Yetkileri olmasına rağmen, çok gerekli olmadıkça bazı kararları yeni başkana bırakıyor.

Bizim sistemimizde "topal ördek" dönemi yok.

O nedenle bir cumhurbaşkanının sözleri, görevi devrettiği güne kadar aynı gücü taşıyor.

Diyeceğim, Cumhurbaşkanı’nın sözleri için bir "veda konuşması" diyebiliriz; ama "topal ördek" gözüyle de bakamayız.

EKONOMİ BATARSA BATSIN SÖZÜ ETKİLEMEDİ

Başbakan, Beyaz Saray’a girmeden kısa süre önce bu defa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt bir konuşma yaptı.

O konuşma da Cumhurbaşkanı’nkiyle aynı doğrultudaydı.

Büyükanıt’ın konuşması, tabii ki bir "topal ördek" konuşması değildi.

Görevinin henüz başında yapılmış bir konuşmaydı.

Başbakan, New York’a gelirken Yaşar Paşa hakkında çok yumuşak ifadelerle konuştu.

"Ekonomi batarsa batsın diye düşünmemek lazım" diyerek, siyasi değil, ekonomik alanda nazik bir uyarı yapmayı tercih etti.

Ancak Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını öğrendikten sonra, Washington’da üniversitede yaptığı konuşmada işi siyasi boyuta çekti.

"Askerin seçilmişlere bağlı olduğunu" ifade etti.

Önce kendi görüşümü yazayım.

Ülkenin Başbakan’ı yurtdışında önemli bir buluşmayı yaparken, içeride bu konuşmaların yapılması şık olmadı.

Önceki günden itibaren Başbakan’ın yakın çevresi, gazetelerin bu olaya bakışının ne olacağını ölçmeye çalışıyordu.

YAKIN ÇEVRE ŞAHİNLERİ VE SÖZDE LİBERALLER

Peki bu noktadan itibaren Başbakan ne yapacak?

Cumhurbaşkanı’na "topal ördek" gözüyle bakıp sözlerini hiç dikkate almayacak mı?

Ya Genelkurmay Başkanı?

Onu da "kendi iç kamuoyuna yönelik" bir mesaj olarak görüp, "O bize bağlı" cevabıyla yetinecek mi?

Biliyorum, bugünden itibaren etrafındaki şahinler ve kendine yakın basının bir bölümü ile "liberal" bazı gazeteciler, ona "her ikisinin de haddini bildirme" telkininde bulunacak.

Bana göre bunların hepsi kolaycı yaklaşımlar olur.

Başbakan bu uyarıları ciddiye almalı.

Yanlış anlamayın, özgürlüklerin üstünün şalla örtülmesinden falan söz etmiyorum.

Türkiye’nin "ruh sağlığı" ve istikrarı açısından konuşuyorum.

Başbakan çok iyi bir değerlendirme yapmalı.

Ben Türkiye’de aklı başında kimsenin yeni bir 28 Şubat ortamını destekleyeceğini, hatta sessiz kalacağını sanmıyorum.

Ama ortada ciddi bir güven bunalımı da var.

Halkın ve kurumların bir bölümü, ülkede "ciddi bir irtica tehdidinin bulunduğuna" inanıyor.

Bunların nüfusu ne mi?

Bence bu tür hesapları yapmanın kimseye yararı yok.

Demokrasi sadece bir "çoğunluk" rejimi değil.

Aynı zamanda bir "check and balance", yani kontrol ve denge sistemi.

Yüzde 70 oyla iktidara gelen partiler bile iktidarı toplumun çeşitli kurumlarıyla paylaşmak zorunda.

İKTİDAR VE KURUMLAR ARASINDA ATEŞKES GEREK

Diyeceğim şu:

Türkiye artık demokrasi yolundan sapma lüksüne sahip değil.

Ama ülke çapında bir "ateşkese" ihtiyaç var.

Asıl ateşkes burada yapılmalı.

Başbakan da, bazı kurumlarda ve insanlarda beliren "irtica" tehdidini giderecek üslubu ve yöntemleri benimsemelidir.

O zaman ülkede seçilmiş sivil iktidar, çok daha kuvvetli olacaktır.

Başbakan, uçakta gelirken çok yumuşak bir üslupla konuşuyordu.

Bunu siyasetinin genel üslubu haline getirir, bazı bakanlarının yaptığı işgüzarlıkları önler, atamalarda kozmetik konulara dikkat ederse, Türkiye büyük bir güç ve motivasyonla yoluna devam eder.
Yazarın Tüm Yazıları