’Mucize’den yararlanmak gerek!

BÜLBÜL Dağı’ndaki orman yangınının Meryemana Evi’ne 1.5 metre kala söndürülmüş olması, bölgede görevli bir rahibe tarafından "bir mucize" olarak nitelendi.

Ve bu haber Hürriyet, Milliyet, Vatan ve Sabah gazeteleri de dahil olmak üzere günlük gazetelerimizin birçoğunda yayımlandı: Gazetelerin görüşü olarak değil, bir rahibenin açıklaması olarak!

Ertesi gün Diyanet İşleri Başkanı, tabiat olaylarının "mucizelerle" açıklanamayacağını duyurdu.

Dün de İslamcı gazetelerde bu haberler, "Kartel basını Selçuk’taki orman yangınında Meryemana Evi’nin zarar görmemesini mucize ile açıkladı" şeklinde çarpıtıldı.

Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklaması ve İslamcı gazetelerin bu çarpıtması, "mucize iddiasına inanacak bazı saf Müslümanlar çıkabilir" endişesinden kaynaklanıyor olmalı ki bence gereksiz bir endişe.

Kimse merak etmesin, Müslüman Türkler, nasıl ki Körfez Depremi’nin "Allah’ın laiklere verdiği bir ceza" olduğu iddiasına inanmadılarsa, bu mucize iddiasına da inanmazlar.

Ancak buna inanan çok sayıda Hıristiyan çıkacaktır, buna kuşkum yok.

Papa’nın yakında bölgeye yapacağı gezi de bu "mucize" iddialarının özellikle Katolik dünyasında yaygınlaşmasına hizmet edecektir.

Yıllardır "inanç turizmi" diye uğraşıyoruz, fırsatın büyüğü ormanımızı yutan alevlerle ayağımıza gelmiş bulunuyor.

Bundan nasıl yararlanacağımızı düşünmek yerine "mucize vardır - hayır yoktur" tartışmasına girmek de sadece bize özgü bir gevezelik olmalı.

Türkiye’nin Saint Tropez’si

SAINT Tropez’yi, Brigitte Bardot’a bayıldığım ilk gençlik yıllarımdan beri merak ederdim.

Sonunda iki yıl önce bu merakımı giderme olanağı buldum ve büyük bir hayal kırıklığına uğradım.

Dönüşte arkadaşlarıma "Uyduruk Saint Tropez bu kadar ünlü olabiliyor da bizim güzelim Gökova, Bodrum, Antalya nasıl tanıtılamıyor" diye hayıflandığımı da hatırlıyorum.

Bizim, milyonlarca dolar harcasak yapmayı başaramayacağımız bu kıyaslamayı geçen pazar günü The New York Times Gazetesi yaptı.

Bununla ilgili haberleri ben de sizler gibi gazetelerde okudum.

The New York Times’ın pazar nüshası elime biraz gecikmeyle dün geçti.

Gezmeye meraklı herkesin itibar ettiği "Gezi" bölümünün birinci sayfasının dörtte üçü, yarım sayfalık bir fotoğrafla "The Saint Tropez of Turkey" (Türkiye’nin Saint Tropez’si) başlıklı habere ayrılmıştı. İçeride de iki tam sayfa Türkbükü’ndeki gece yaşamı ve Bodrum Yarımadası’nın gezginlere sunduğu fırsatlara ayrılmıştı.

İlginç bir çelişki var burada: Biz "gürültü ile mücadele" bahanesi altında Türkbükü’ndeki ilginç eğlence ortamını yok etmeye, buraya gidenleri aşağılamaya çalışırken, dışımızdan birileri buranın nasıl pazarlanabileceğini gözümüzün içine sokuyor!

Artık "her şey dahilci kitle turizmine" verdiğimiz önemin bir bölümünü bu tür özellikli yerleri dünya turizmine kazandırmaya ayırsak iyi olacak gibi görünüyor.

Türkbükü’nün gürültülü eğlence yaşamından şikáyet eden tatilci sakinlerine de önerim şu: Hazır Türkbükü bu kadar değer kazanmışken neden kazancınızı nakde çevirip, daha sessiz bir bölgeye taşınmayı düşünmüyorsunuz?

Haluk Koç artık espri yapmayacak

DÜN siyasi tartışmalardaki seviye düşüklüğü üzerine yazdığım yazıda CHP Milletvekili Haluk Koç’u da "acıtıyorum galiba" sözleri nedeniyle eleştirmiştim.

Haluk Koç aradı ve AKP Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat ile ilgili sözlerinin benim işaret ettiğim türden bir "sokak çocuğu ağzı" olmadığını söyledi.

Koç, bu sözü "eleştirilerim acıtıyor galiba" anlamında söylediğini, sokak çocukları gibi "acıttı mı cicim" makamında söylemediğini vurguladı.

Koç, hükümete yönelik eleştirilerinde zaman zaman espri yapmaya çalıştığını belirterek "Ama görüyorum ki yaptığım espri anlaşılmıyor, artık ben de bu tür esprilerden vazgeçmeye karar verdim" dedi.

Kendisine bunun doğru bir karar olduğunu söyledim.

Siyasi tartışma alışkanlıklarımız giderek bir kayıkçı kavgasına dönüşme istidadı gösterdiği için herkesin ağzından çıkanı önce kulağıyla duymasında yarar var!
Yazarın Tüm Yazıları