Din-devlet-cumhuriyet

FARKLI yönetim biçimleri ile din arasındaki ilişki, tarih boyunca her zaman önemini korumuştur. Genel olarak din-siyaset, özel olarak da din-cumhuriyet ilişkisini konu edinirken, doğal olarak işe din ve devlet kavramlarından başlamak gerekir.

Öncelikle açıklığa kavuşturulması gereken soru, dinin bireysel-toplumsal fonksiyonlarının neler olduğu ve devlet mekanizmasının niteliğidir.

Din; akıl sahiplerini, kendi tercihleriyle mutlak hayra ve nimete sevk eden, Allah tarafından konulan ilahi prensipler bütünüdür. Buna göre din akıl sahibi gerçek kişileri muhatap almakta ve onların bilerek, isteyerek özgür iradeleriyle yaptıkları eylemlerine değer vermektedir. Baskı ve cebir yoluyla yapılan bir eylemin dini açıdan bir değeri yoktur.

Devlet ise, belirli bir ülkede yaşayan insan topluluğunun, egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasal örgütlenme olarak tarif edilmektedir. Bu tarif, devletin metafizik veya siyasi anlamda bir kutsallığının olmadığına işaret etmektedir. Devlet, bireylerin doğal insani ilgi ve ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Yaşama, güvenlik, adalet, özgürlük, bu ilgi ve ihtiyaçların en temel ve doğal olanlarıdır.

Kuran-ı Kerim ve Sünnet’te konular insan merkezli olarak işlenmekte, genel olarak bireyler muhatap alınmakta, sağlıklı bir toplumsal düzeni kurmanın kişilerin şahsi nitelikleriyle doğrudan ilişkili olduğu vurgulanmaktadır. Yüce Allah ‘Bir toplum kendini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez’ (Ra’d, 11) buyurmaktadır.

Kuran’da ve Sünnet’te devlet örgütlenmesi ve devletin yönetim şekli ile ilgili özel ve ayrıntılı hükümlere yer verilmemiştir. Kuran ve Sünnet’in en belirgin vasıflarından birisi, fert ve toplum bazında, insan hayatının bütün alanlarını norm, ilke, prensip ve değer yargılarıyla kuşatmasıdır. Kur’an ve Sünnet, devletin yöneticileri ile yönetilenleri de kapsayacak tarzda insan ilişkilerinin genel çerçevesine temas etmekte, ancak idare şeklini belirlemeyi insanın kendisine bırakmaktadır. Bunun hikmeti, Müslümanlara siyasi düzenlemelerde, zaman ve mekanın şartlarına göre hareket etme genişliği tanımasıdır. Zira, siyasi yapı dinamiktir, değişkendir. Zamana, mekana ve milletlere göre farklılık gösterir. Onu belirli bir şekille sınırlamak ise mümkün değildir.

Kuran’ın ihtiva ettiği hayatın tümü ile ilgili prensiplerden, siyasi alanla ilgili olarak bazı esasları çıkarmak mümkündür. İstişare etmek, haksızlık yapmamak, emaneti ehline vermek, her halükarda adaleti gerçekleştirmek, ahlakı ve kamu düzenini muhafaza etmek, bu ilkelerden sadece birkaçıdır.

Müslümanların tarihinde görülen hilafet, saltanat ve cumhuriyet gibi farklı idare biçimlerini, İslam toplumunun kolektif aklının bir sonucu olarak görmek ve devirler boyu ortaya konan yönetim usullerinin başarılarını da iktidarı elinde tutan kişilerin yetkinliği ve yönetilen insan unsurunun gelişmişliğinde aramak gerekir.

İslamiyet’te, Hıristiyanlığın aksine, din hizmeti veren kişiler gibi, devlet işlerini yürütenlerin de kutsallıkları yoktur. İslam’a göre insanlar arasındaki üstünlük, ancak ilim ve takvada, yani Allah’a karşı sorumluluk bilincindedir.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed, bir taraftan Yüce Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ vazifesini ifa ederken, diğer taraftan devlet başkanı sıfatıyla o günkü değişik dini gruplardan oluşan toplumu idare etmiştir. Bu siyasi teşekkül kuşkusuz Kuran’ın genel ilkeleri doğrultusunda şekillenmiştir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra, tabiatıyla peygamberlik görevi de son bulmuştur. Ümmetin manevi rehberliği, bütün olarak ümmet tarafından üstlenilmiştir. Bundan sonra Hz. Ebu Bekir ile hilafet devri başlamış ve dört halife devrinde Kitap ve Sünnet çizgisinde bu yönetim anlayışı sürdürülmüştür. Hz. Peygamber, kendinden sonra ümmetinin nasıl devam edeceği ve yerine kimin seçileceğine dair herhangi bir şey söylememiştir. Bu konuda kendisine ısrarlı sorular yöneltildiği halde, bu konuyu ümmetin iradesine bırakmayı uygun görmüştür. Eğer halifeler ve yöneticiler, O’nun peygamberliğinin de vekilleri olmuş olsalardı, bu önemli konuyu Hz. Peygamber’in açıklaması ve sağlam bir esasa bağlaması gerekirdi ki, o takdirde İslam’da bir teokrasiden bahsetmek mümkün olabilirdi. Ancak böyle olmamıştır.

Hz. Peygamber’in hem dini lider hem de devlet başkanı olmasına bakarak İslam’ın teokratik bir siyasi düzeni öngördüğünü söylemek mümkün değildir. Hz. Peygamber Medine’de peygamberlik misyonunun yanı sıra, Devlet Başkanlığı görevini de üstlenmiş, ancak siyasi icraatlarında sürekli olarak halkla istişare yoluna gitmiştir. Onun, önemli önemsiz, dünyevi işlerde ve alacağı siyasi kararlarda arkadaşlarına danıştığı, zaman zaman verdiği karardan vazgeçtiği, ikna olmasa da çoğunluğun kararına uyduğuna dair örnekler pek çoktur.

İslam dininin ana kaynaklarında, bir yönetim modeli olarak belirli bir şekil öngörülmediği, Kuran’da yer alan ayetlerde, mutlak hakimiyetin Yüce Allah’a, yeryüzündeki siyasi egemenliğin de halka ait olduğu sonucu anlaşıldığına göre, yönetimde halkın iradesini esas alan cumhuriyet sisteminin İslam’a karşıt olduğunu söylemek mümkün değildir. Aksine, İslam’ın öngördüğü temel maslahatları gerçekleştirmesi açısından, cumhuriyet ve demokrasinin, geçmişte İslam tarihindeki tatbik sahasına konan siyasal rejim ve sistemlerden İslam’ın ruhuna daha uygun düştüğü dahi söylenebilir.

Tekrar vurgulamak gerekirse; her sistemde olduğu gibi, cumhuriyet rejiminde de bireylerin yetişkinliği temel faktördür. Adı cumhuriyet olmakla birlikte halk iradesini hiçe sayan yönetim anlayışını İslam’la telif etmek mümkün değildir.

29 Ekim’de Cumhuriyet’in 82. yılını idrak ettik. Kutlu olsun ve sonsuza kadar yaşasın.

SORALIM ÖĞRENELİM

Sünneti müekkede ve sünneti gayri müekkede ne demektir?

Muttalip Güçlü

Kastamonu

Hz. Peygamber’in devam edip pek az terk ettiği sünnete sünneti müekkede denir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi. Sünneti gayri müekkede ise Peygamberimiz’in ibadet maksadıyla ara sıra yapmış oldukları şeylerdir. Yatsı ve ikindi namazlarının ilk sünnetleri gibi.

Amel defteri ne demektir?

Gökhan Bulut/İzmir

Her insanın dünyada işledikleri iyi ve kötü işlerin yazıldığı defterdir. Bu defter melekler tarafından yazılır ve ahirette sahibine verilir. Ahirette amel sahiplerine ‘Al kitabını oku’ denilecek, hiçbir şey gizli kalmayacaktır.

Kaza namazı kılmanın belli vakti var mıdır?

Emire Bulut/İstanbul

Kaza namazlarının belirlenmiş vakitleri yoktur. Üç kerahet vaktinden başka istenilen her vakitte kaza namazı kılınabilir. Mesela: Kazaya kalmış bir öğle namazı akşamdan sonra, bir akşam namazı da öğleden evvel veya sonra kılınabilir.

Namaz esnasında yemek kırıntısı yutmak namazı bozar mı?

Adil Yakut/Kayseri

Dişlerin arasında kalmış olan bir şey bir nohut büyüklüğünde ise namaz bozulur. Bundan küçük ise bozulmaz.
Yazarın Tüm Yazıları