‘Beyaz Ev’ ile ‘Ak Saray’arasında ne fark vardır

1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığı görevine başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar.

Haberin Devamı

Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Beyaz Saray idari sorumlusunun gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil... Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, “Kimse bize başkan ve eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti” diye anlatıyor o şaşkınlık anını.
ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki her şey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti başkan ve ailesine aittir. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.
Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘1600 Pennsylvania Avenue’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçeye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevrilmiş olsa da aslında İngilizcedeki orijinal adı ‘White House’ yani ‘Beyaz Ev’dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Burayı beğenmedim, kendime yeni bir saray yaptırayım da demez! Düne kadar tapusu bile olmayan bir evde yaşıyor olsa bile böyle bir görgüsüzlük hiçbir ABD başkanından beklenmez!
Yine örneğin başkan, ABD başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kızı bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır. ABD başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD başkanının çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar.
Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. 1700’lerin sonunda 13 kolonili bir devlet için inşa edilmiştir. ABD’de, “Bugün dünya lideriyiz, bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.
Ama “PATAGONYA’da” bu böyle değildir! Çünkü bu ülke ve lideri ABD den daha büyük ve “Dünya LİDERİDİR!” Patagonya Başkanı var olan gelenekler bir yana ülkenin tarihsel saraylarındaki kullanımı yetmiyormuş gibi kendisine yeni “BEYAZ SARAY” yaptırmakta bir yanlış görmez. Ülkenin var olan tarihi saraylarını da “Mimari Katliamlar “ ile değiştirerek kendisine yeni “Saraylar “ yapmaktan çekinmez. Gerçi bunlara “Çalışma Ofisi” denmektedir ama kim inanır?
Ülkenin ekonomisi, borçluluk ve halkın gelir düzeyi ortada iken sadece saraylar değil saray gibi uçaklar da almak, böyle bir harcama yapmak umurunda değildir onun için! Dini bütün olan Başkan Patagonya’nın dini inancında “israf haramdır” olmasına rağmen bunu sorun olarak görmez! Kimse de ona hesap soramaz!
Allahtan Türkiye’de böyle şeyler olmuyor! Ya biz de Patagonya’da yaşasaydık ne olurdu halimiz?????
E.B.

GÜNÜN SÖZÜ

Haberin Devamı


“Düşünme insan işidir, ama her insan düşünemez! İnsanları yönlendiren, beyinleri en gelişmiş insanlar değildir. Dâhi kral pek olmaz. Ama Bush cumhurbaşkanı olabilir. Einstein olmaz. Kaldı ki öyle bir isteği de yoktur.”
Doğan KUBAN

Haberin Devamı

Demirel’den ünlü sözler


DEMİREL’in Isparta’daki külliyesi bugün açılırken, bazı sözler ve vakalar unutulur mu? “Morison Süleyman”, “Barajlar Kralı”, “Hayali Mobilya ihracatı”, “Yollar yürümekle aşınmaz”,“Kendim için bir şey istiyorsam namerdim”, “Ya neresini sıkacaktım” (kırgınlık döneminde Ecevit’le el sıkışması üzerine bir gazetecin sorusuna cevabı), “Bana milliyetçiler adam öldürtüyor dedirtemezsiniz”, “Dün dündür, bugün bugün”, “70 sente muhtaçken, hacılarımıza 70 milyon ayırdık”, “Meşruiyet içinde çare tükenmez”, “Üs yok tesis var”, “GAP’ı kaptırmam”, “Va mı bunun başka türlü izah tarzı”... Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi’nin bugünkü açılışı için İstanbul ve Ankara’dan iki uçak kalkıyor. Çok sayıda devlet ve siyaset adamının da törene katılacağı belirtilirken, hükümet kanadından kimin davette yer alacağı açık olarak belli olmadı. Döneminde kendisiyle çatışan onu acımasızca eleştiren çok sayıda gazeteci de Isparta’ya davetli olarak gidiyor.

Haberin Devamı

BİLİYOR MUSUNUZ?


- CHP Kadıköy Büyükşehir Meclis üyesi Hüseyin Sağ’ın, Florya’nın son büyük arazisine inşa edilen Koru Florya’yı Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a sorarak “Onaylı projesi haricinde yapılan tüm aykırılıkları tespit et ve lütfen kamuoyuna açıkla” dediğini...
-CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu Başbakan Davutoğlu’na, “Ak Saray’ın inşaası için 900 hektarlık ormanın yok edildiğini, yerine 3 bin Euro’dan alınıp dikilen ağaçların kaçının kuruduğunu, böyle bir yapının SİT alanı üzerinde ne amaçla inşa edildiğini” sorduğunu...

Kadıköy ve Çankaya’da bayram etkinlikleri

KADIKÖY Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, ‘Gülümse Cumhuriyet, 91 yaşında’ etkinliği çercevesinde Cumhuriyetin kuruluşu dolayısıyla yarın akşam Kadıköy Belediyesi Süreyya Operasınnda Balo ve Opera Oda Orkestrası ve solistlerinin konserinin yer aldığını açıkladı.
BİRLEŞİK Kamu İş ve Bağlı Sendikaları’nın (Eğitim İş, Tüm Yerel Sen Büro İş, Ulaşım İş, Genel Sağlık İş, Tarım Orman İş, Enerji İş, Kültür Sanat İş ve Tapu Çevre Yol İş) 29 Ekim çarşamba günü 11.00de Güvenpark YKM önünden Anıtkabir’e Türk bayrakları ve Atatürk posterleri ile yürüyeceklerini söyledi.
Çankaya Belediyesi bu yıl Cumhuriyet Bayramı’nı çok özel etkinliklerle kutlamaya hazırlanıyor. Çoşkulu kutlamaların ilk adımında Çankaya bayraklarla donatılıyor.

Haberin Devamı

Validebağ olayı büyüyor


CHP İstanbul Milletvekileri Umut Oran, Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen’in tutumuna ilişkin Başbakan’a sorular yöneltip “2012 yılında Üsküdar Belediyesi üzerinde 4 cami bulunan parselleri 7,3 milyon TL’ye neden sattı, bu talimatı selefiniz Recep Tayyip Erdoğan mı verdi diye sordu. CHP İstanbul İhsan Özkes de Validağ Korusu’nun halkın kullanımına açılması için TBMM’ye araştırma önergesi verdi.

Laik ve demokratik Cumhuryet’in 60 yıllık belgeseli...


9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in adını taşıyan, ‘Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi’ değeri Devlet Hayatından çekildikten sonra daha iyi anlaşılan ve Laik Cumhuriyete yürekten bağlı olan kesimler tarafından özlemle aranan bir hoşgörü abidesinin hayat hikayesidir.
Demirel, “50 yıl” diyor ama, bu millet kendisini 60 yıl öncesinden tanıyor. Yani 27 Mayıs’ın hemen öncesinde, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, “bizim su işleri müdürü” dediği günden başlayıp 1960 sonrasında siyasetin yeniden oluştuğu zamandan hatırlıyor.
Demirel öğrencilik yıllarında zeki bir genç olarak tanınmıştı. Isparta’nın İslamköy ilkokulundan sonra Afyon Lisesini leyli-meccani olarak bitirmişti. İTÜ’de de çalışkan bir öğrenciydi.
Adalet Partisi’nin kuruluşundan sonra bu partinin başına gelirken yapılan tanıtım sayesinde Türk halkının hafızasında yerini almıştı: “Morisson Süleyman!”
Bu lakabı Devlet Su İşleri’nin başına getirilmeden önce temsilciliğini yaptığı bir ABD firmasından alınmıştı. Aleyhte olur, sanılırken, Türk seçmeni bunu umursamamış ve ilk girdiği seçimde tek başına iktidara getirmişti. İlk siyasi dersini de tarihi rakibi İsmet Paşa’dan almıştı:
“Partinin başına yeni geçiştim. Siyasi tartışmaların dozu artmıştı. CHP-AP koalisyon hükümeti vardı ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel iki parti yetkililerini Çankaya’ya davet etti. İsmet Paşa ve yardımcısı Gürsel’in sağın, ben de İhsan Sabri (Çağlayangil) de diğer yanına oturduk. Gürsel, şikayetlerimizi sordu. Ben de başladım anlatmaya. Bir süre sonra İsmet Paşa, “Şikayetlerin siyasi mi? Yani meclisle ilgili öyle mi?” diye sordu. Sonra da, “Bu konuları burada tartışmamıza lüzum yok, biz bu meseleleri aramızda ve mecliste görüşerek hallederiz. Devletin üst katını bu işe sokmamalıyız” deyip kalktı. Köşkten ayrıldık. Arabalarımıza giderken, İhsan Sabri’ye, “Ekselans, bu bize verilen ilk büyük ders, dedim. Her meselenin halli için çözüm mercii demokrasinin kendi kuralları içinde olmalıydı.”
Demirel, ilk seçimden itibaren belli sloganlarla tanınmıştı:
Yeni kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın bağlayıcı olmasını eleştirmiş, “Plan değil pilav istiyoruz. Halkımıza sorun bakalım plan mı istiyor, pilav mı?” demişti. Aydınlar bu yaklaşımı eleştirmiş, ama özellikle kasketliler çok sevmişti.
O dönemde Fransa’dan tüm Avrupa’ya yayılan öğrenci eylemlerine karşı bugün mumla aranan tolerans Demirel’den gelmişti:
“Bırakın yürüsünler canım. Yollar yürümekle aşınmaz!”
Cop, biber gazı, plastik mermi, Toma Moma aklına gelmemiş, “Yollar yürümekle aşınmaz gençler” diyerek kahkahayı patlatmıştı.
“CHP ortanın solunda yerini alırken, Türkiye İşçi Partisi de özellikle gençleri çok etkileyen Sosyalist ideoloji ile mecliste temsil ediliyordu. CHP yeni programı ile eşitlik-adalet ve özgürlük kavramlarını gündeme taşıyordu. TİP ise özellikle işçi kesiminde örgütlenmeyi önemsiyordu. Demirel ise sürekli yatırımlar yaparak ‘Barajlar Kralı’ övgüsünü kazanıyordu. Geceleri zifiri karanlıkta kalan Türk köyleri yavaş-yavaş ışıldayarak aydınlanıyordu.
27 Mayıs sonrasında bir türlü bitmeyen askeri darbe hazırlıkları da ordu içinde hala tünel kazıyordu. 12 Mart 1971, üç gün önceki el koyma eylemi önlendikten sonra muhtıraya dönüşmüştü. Darbe heveslileri, “Şapkasını alıp gitti” diye konuşurken, muhtıra ile işbaşına getirilen hükümetin bakanlarından İsmail Arar, “Demirel’in bir daha Başbakan olması mı? Güldürmeyin beni!” diye böbürlenmişti. O muhtıraya en şaşırtıcı tepki ise CHP’nin genç genel sekreteri Bülent Ecevit’ten gelmişti:
“Bu muhtıra bize karşı verilmiştir. Bazı çevreler Demokratik sol hareketten ürktüler ve devreye askeri soktular.”
Balyoz Hükümeti de, Talu deneyimi de tutmamıştı. 1973 seçiminden de CHP ilk kez birinci parti olarak çıkmıştı. Üstelik, 12 Mart kafasına göre, “Demirel bir daha gelir mi, diye sormayın, güldürmeyin beni” diyenler siyaseten silinmişti.
Adalet Partisi içinde bölünme ortaya çıkmıştı. Çok kişi, “Demirel artık belini doğrultamaz” diyordu. Ama Demirel ve AP ikinci parti olarak yeniden meclise girmişti.
CHP-MSP Koalisyonu döneminde Kıbrıs Barış Hareketi, Türk siyasetini de çok etkilemişti. Ama CHP-MSP Hükümeti bozulduktan sonra Türkiye bir de ‘Milliyetçi Cephe’ dönemlerini yaşamak zorunda kalmıştı. O sırada Demirel’in kardeşleri ve yeğeni hakkında yolsuzluk iddiaları ortalığa saçılmıştı.
Yeğen Yahya’nın mobilya ihracında sahte evraklarla Devletten aldığı vergi iadelerinin belgeleri çarşaf-çarşaf yayınlanıyordu. Bu belgesel kitap haline de getirilmişti tam beş baskı yapmıştı. Sertleşen siyasi ortamda Ecevit’e saldırılar yapılmıştı.
1977 seçiminde de CHP yine birinci parti olmuştu. Ama seçim sistemi yüzünden tek başına hükümet kuramamıştı. Demirel azınlık hükümeti kurmuş, bir yıl sonra Ecevit 11 milletvekili transfer ederek 22 aylık bir hükümet kurmuş, ara seçimde yenilince istifa etmişti.
1980 yılı başında Demirel yeniden azınlık hükümeti kurdu, ama 12 Eylül darbesi ile bir kez daha hükümetten uzaklaştırıldı. O yüzden beş kez geldi altı kez gitti, derler. Demirel yeniden geldi ama bu kez, Devletin en üst makamına gelerek en büyük beğeniyi Cumhurbaşkanı olarak topladı. Yakından izleyenler iyi bilirler ki, eğer Demirel olmasaydı, ‘Post modern darbe’ denilen 28 şubat döneminde asker idareye el koymadı ise bunun en büyük payı Demirel’de idi.
İşte bu hengame ve sarsıntılar arasında geçen 50-60 yılın öyküsüydü açılan müze ve Demirel Külliyesi...
İsmet SOLAK

Haberin Devamı

Türkiye’nin CHP ile imtihanı


BİR ülkede iktidar partisi 12 yılda girdiği tüm genel ve yerel seçimleri oylarını arttırarak sürekli kazanıyorsa ve sonunda liderini % 52 oy oranı ile halka Cumhurbaşkanı seçtirebiliyorsa buradaki başarıyı görmek gerektiği gibi, sistemde yer işgal edip (yani edemeyip) buna imkan verenleri de demokrasi açısından eleştirmek bir o kadar gerekir.
Halkın gösterdiği istikameti ve seçim mağlubiyetlerini sahici bir biçimde değerlendirmeye tabi tutmadan her hezimet sonrası ‘iktidar karşısında biz başarılıyız’ diyerek sürekli iktidarı suçlayanlar kendilerine ilişkin halkın kanaatini ciddiye almadıklarını ilan ederler.
Bunların en başında hiç kuşku yok ki ‘kendi içinde yaşayan parti CHP’ geliyor. Yıllardır bir türlü sosyal demokrat bir çizgiye oturmayan/oturamayan/oturtulmayan ancak hal böyleyken bile ‘sol partiyiz’ diyerek ironik bir durum yaratan CHP, popüler yakıştırmayla halk için ‘sol şeridi’ işgal eder durumda algılanıyor. Böyle olmasının tek nedeni toplumsal olaylar ve tarihi olgulara ilişkin sol ve demokrat bir tutarlılığa bürünemeyerek toplumun güvenini kazanacak politikalar yürütememesidir.
CHP’nin bir parti olarak kurumsal bir demokrasi duyarlılığı noktasında hem örgüt içi meselelerde hem ülke sorunlarında nesnel ve adil bir tutum içinde olamayışı, bir yerden öbür yere aniden savruluyor oluşu toplumun farkında olduğu bir konu.
İşin bir de slogan ve mitoloji boyutu var.
Mesela, ‘Atatürk’ün partisiyiz’ sloganı ne demek?
Bu, Atatürk’ün kurduğu parti demekse 92’de Baykal’ın SHP’den ayrılarak kurduğu parti ne oluyor? CHP’ye oy vermeyen toplumun çoğunluğu Atatürk’e mi CHP’ye mi oy vermiyorlar?! (Yaklaşık %75 gibi devasa bir oranı işaret ediyorum. Herhalde bunların hepsi bölücü/yıkıcı/geri kafalı/cahil/vatan haini/satılık (!) değildir?!)
Eğer bu slogan, Atatürk ilkelerinin ve o ilkeler doğrultusunda yapılmış devrimlerin sahibi ve takipçisiyiz anlamında ise CHP’nin aldığı oy bu devrimlerin iflasını mı işaret ediyor?! Yani?!
Nereden bakılırsa bakılsın ‘Atatürk’ün partisiyiz’ sloganı gerçekliği olmayan bir sav içeriyor ve ufak da olsa bir seçmen grubunu CHP lehine yıllardır bloke ediyor. Hani İslam gibi Atatürk gibi ortak değerleri siyasete alet etmeyecektik! Bunu başkası yapınca dinci/bölücü oluyor, biz yapınca vatansever mi oluyoruz?! (Preguntas Preguntas yani sorular sorular!)
Şu an CHP, 90’ların başında Baykal ve ekibi tarafından kurulan, yani Atatürk’le nostalji dışında hiçbir ilişkisi olmayan (şu anki kadrolaşmaya bakarsanız bile bunu kolayca anlarsınız), 20 yıla yakın aynı ekip tarafından yönetilen ve lider değişimi olsa da Yeni CHP olarak da hala aynı ekip tarafından yönetilen ‘sosyal demokrat’ olma iddiasındaki devletçi parti görünümünü aşamıyor. Toplum değişiyor, CHP ise değiştiğini sanıyor.
Ders almayan, topluma ilişkin tutarlı sosyal demokrat siyasaları programı dışında kurumsal olarak hayata geçiremeyen, parti içi yarışmayı ve örgüt koltuklarını herkes içn nesnel ve adil şartlara bağlamayan, ilan ettiği kuralları bile ilk fırsatta ve sürekli kendi çiğneyen, keyfiliğin ve adamcılığın hüküm sürdüğü, bu haliyle kendi örgütü açısından bile güvenilir bulunmayan, bu nedenle iç sorun ve sıkıntılarını bir türlü halledemediği içn kendi içinde yaşamak zorunda kalan CHP, ülke demokrasimizin ve bizlerin en büyük imtihanlarından biri olarak düşünülebilir.
CHP’nin yeni yolu olarak Yeni CHP, Baykal’ın devletçi CHP’sini sosyal demokrat CHP’ye dönüştürmek yerine ‘partiye muhafazakar kimleri alsak da bu Müslümanlar bize oy verse’ tarzını devam ettiği sürece bunun iki kazananı -iktidar partisi ve CHP’den vekil olacak Islamcılar- dışında toplumun ve CHP’nin bundan bir kazancı olmayacak.
Toplumun yarısını ikna etmiş muhafazakar bir iktidar partisi karşısında toplumun sadece 1/4’ünü ikna edebilmiş bir anamuhalefet partisi çelişkili biçimde şimdi o eleştirdiği iktidar partisi gibi olmaya çalışıyor. Oysa onun gibi olamayacağını bilmiyor. Ya da ‘onun gibi olacaksan sen neden varsın?’ sorusuna yanıt üretemiyor.
Yaşını başını almış yani bu haliyle siyasi ömrünü tamamlamış ve siyaset yaptıkları tabanda karşılığı tükenmiş, başarısız muhafazakar ve İslamcı kişleri ‘aslında demokrat’ diyerek uyanıklık yaparak ve hile hurdayla partiye taşıyarak, onlara makamlar mevkiler vererek sadece partinin zaten sorunlu olan kendi iç dinamiğini bozmak dışında bir iş yapmamış olursunuz.
CHP şu an bunu yapıyor.
CHP, Demokrasiyle hiçbir alakası olmayan ‘AKP -Cemaat kapışması’nda (Ergenekon/Balyoz/KCK operasyonlarını hiçe sayarak) açıkça cemaatten yana tavır aldı. Cemaat belgelerine dayanarak politika yaptı, seçim yarışı sürdürdü. Bu nedenle de yine mağlup oldu. Oysa öbür tarafta iktidara oy vermeyen % 55 ve muhafazakar olmadığı halde CHP’ye oy vermek istemediği için iktidara oy veren % 15’lik bir kitle var. (Toplam % 70) CHP ise iktidarın kemik oyu olan % 30’a oynuyor.
Türkiye’de muhafazakar, mukaddesatçı, liberal, milliyetçi, sol ve etnik partiler var. Olmayan şey ise herkes için adalet, refah ve özgürlüklerden yana sosyal demokrat bir parti. Bu da tabiri caizse köylü kurnazlığıyla oradan buradan adam devşirerek oy avcılığıyla değil, sosyal demokrat bir program doğrultusunda yetişen ve öyle davranan modern bir örgüt ve samimi parti yönetimiyle iktidara alternatif yaratmakla olur. Bunun ilk koşulu siyaseti para kazanmak için kullananları, eş-dost-yakınlarını önüne gelen listelere dolduranları ortadan kaldırarak temiz ve yarışmacı siyasetin önünü açmak olmalıdır. Bunun için duyarlı herkese görev düşüyor.
Bunları yapamadığı için CHP, iktidar kadar sürekli eleştiriliyor ve eleştirilecektir. Bu ülkenin bir iktidar sorunu varsa aynı zamanda bir CHP sorunu da vardır. Bunu görmezden gelmek kör partizanlıktan öte bir anlam taşımaz.
Ben buna Türkiye’nin CHP ile imtihanı diyorum. Hayli uzun, sancılı ve yavaş ilerleyen bir imtihan...
Serdar TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları