Issız dağda bir gece

OLAY 1950’li yıllarda geçiyor.

Haberin Devamı

Türkiye’nin Suriye sınırına yakın bir yerde gece yarısı 20 kişilik bir kaçakçı grubu, küçük bir jandarma birliği ile çatışmaya giriyor.
Mermiler havada uçuşuyor.
Ancak iki tarafta da ne yaralı ne ölü vardır.
Sanki adı konmamış bir “centilmenler savaşı” sürmektedir.
Kaçakçı grubunun şefi karşıdaki komutanın kim olduğunu bilmektedir.
Komutan da büyük bir ihtimalle onu...

BU ADAMLAR MERMİYİ VURMAK İÇİN ATMIYOR

Kaçakçı grubun başı, daha önce başka bir çatışma sırasında arkadaşlarına şunu söylemiştir:
“Bu komutan askerlerine bilerek ıskalatıyor. İsteseler bizi rahatlıkla öldürürler...”
Kısaca iki taraf da birbirini vurmamaya özen göstermektedir.
O gece ilginç bir şey olur.
Bir ara silahlar susar ve karanlıktan bir ses yükselir.
“Ben Jandarma üsteğmen... Ateşi kesin. Askeri geri çekeceğim. Sen de silahı bırak, gel konuşalım.”
Kaçakçı grubunun başkanı arkadaşlarına döner ve “Ben gidiyorum” der.
Biraz sonra aşağıdaki düzlükte komutanla karşı karşıyadırlar.
O zamana kadar sadece adını bildiği komutanı ilk defa görür.
Komutan hangi köyden olduklarını sorar.
Grubun başı, “Şu köydeniz. Ne iş var ne güç. Topraklarımız kıt. Kaçakçılıktan başka yapacak işimiz yoktur” der.

Haberin Devamı

3 GÜN SONRA GARZAN’A GİDİN İŞİNİZ HAZIR

Sözü komutan alır:
“Raman’da petrol bulundu. Orada büyük bir şantiye kuruldu. Kardeşim o şantiyede yönetici. İsterseniz size o şantiyede iş bulurum. Üç gün sonra şantiyeye gidin. Ben haber yollayacağım. Kardeşimi bulun size iş verecek.”
Kaçakçı başı arkadaşlarının yanına döner ve durumu anlatır.
Dokuz kardeştirler. Amcalar, yeğenler falan yirmi kişiye yakın olurlar.
Kaçakçı başı durumu anlatır “Ben deneyeceğim” der. Biri hariç öteki kardeşler karşı çıkar. Amca ve yeğenler de “Biz kaçakçılık biliriz. Başka şey yapamayız” deyip komutanın teklifini reddederler.
Kaçakçı başı 3 gün sonra kardeşi ile şantiyededir. Böylece Garzan işçi kampında işe başlar.
O şantiyeye işçiler için lojmanlar yapılır. Sonra ailelerinizi de getirebilirsiniz derler.
Yavaş yavaş Batman ortaya çıkmaya başlar.

İLK TABLODAKİ CONVERSE DETAYI

Haberin Devamı

Böylece 1966 yılına gelindiğinde, o lojmanlardan birinde bir çocuk doğar.
Adını Ahmet koyarlar...
Altı yaşına geldiğinde resim çizme yeteneği keşfedilir.
İlkokulda açılan bir resim yarışmasında birinci olunca kendine ilk tüp boya takımı hediye edilir. Onları içinden pralin çıkan tüp zanneder.
Önceleri dayısının marangozhanesindeki kontrplaklar üzerine çizer. Sonra resim hocası ona tuval yapmayı öğretir.
Yaptığı ilk tablolardan birinde kendi vardır. Tablonun en çarpıcı detayı, çocuğun ayağındaki Converse marka lastik ayakkabılardır. Rafineride çalışan bir Amerikalı mühendisin oğlunun ayakkabılarıdır. Yaşıtlarının çoğu yalınayakken, biraz parası olanlar ancak Mekap giyebilirken o ilk Converse’ine sahip olmuştur.

Haberin Devamı

HASANKEYF’TE BİR TURİST RESSAMI

Issız dağda bir gece

Sonra resimden ilk parasını kazanmaya başlar.
Hollanda’da çalışan bir tanıdıkları tatilde Batman’a geldiğinde, onun resim çerçevesi yapan bir dükkânının olduğunu öğrenir.
Çerçeveci, ona bazı İstanbul fotoğrafları gönderip tablo yapmasını ister.
Bunları rulolar halinde Hollanda’ya götürüp çerçeveletir ve dükkânında satar.
Küçük ressamın payına düşen para bugünün parası ile 10 Euro civarındadır. Ama aileye büyük katkısı olur. Sonra Hasankeyf’te tablolar yapıp turistlere satmaya başlar.
Onu büyük şehirlere göç izler...
İstanbul, sonra Almanya ve dünya...
Suriye sınırında iyi niyetli bir Türk subayının girişimi ile başlayan bu hikâye, bir Kürt çocuğunu bakın bugün nereye getirmiş.

Haberin Devamı

TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN EN PAHALI RESSAMI

O ressam Ahmet Güneştekin...
Bugün yaşayan Türkiyeli ressamlar arasında en yüksek fiyata tablo satan ressam o.
Eserleri dünyanın en ünlü galerilerinden Marlborough’da sergilenir. Sergideki bütün eserler ilk 2 saatte satılır.
Dünyanın en ünlü bienallerine davet edilir ve bir dünya markası haline gelir.
Geçen perşembe akşamı, onun Tepebaşı’ndaki 9 katlı stüdyosunda, Milliyet Gazetesi yazarı Güneri Cıvaoğlu ile birlikte harika bir gece geçirdik.

Matrix spiralleri şahmeran kıvrımları

MERDİVENİN başında bir tablo dikkatimi çekiyor. Yaşar Kemal’le birlikte yapmışlar.
Bir kat alta inince Türkiye’nin en güzel galerilerinden birine giriyoruz. Sadece Ahmet Güneştekin’in tabloları var.
Salon harika ışıklandırılmış. Sol tarafta yeni döneminin optik tabloları.
Bugünlerde New York’ta en çok aranan tablolar arasındaymış.
Bir alt katta benzer bir salon daha...
Tablolar Batı ile Doğu’nun müthiş ahengini anlatıyor. Temelinde Matrix filmlerine hâkim spiral temalar var. Üzerinde ise daha çok Doğu efsanelerinin kuşları ve tabii ki, imzası haline gelen güneş.
Zümrüdüanka, Simurg, tavus kuşları...
Şahmeran... Pegasus...

Haberin Devamı

Dairenin içinden çıkamayan çocukların hüzünlü hikâyesi

GÜNEŞTEKİN’in tablolarında imza yok. Ama her tablosunda, imzadan daha etkili bir güneş deseni var.
Soyadındaki güneş, onun hayatındaki en önemli simgelerden biri.
Daire şeklindeki yuvarlak formlara da bundan dolayı çok düşkün.
Ama onun hayatında yuvarlak formun başka bir hikâyesi var.
Küçüklüğünde Yezidi çocuklarla birlikte oynarmış.
Yezidi inancında, biri bir başka insanın etrafına daire çizerse, inancı gereği o çemberin içinden çıkamazmış.
Müslüman çocukları sık sık Yezidi çocukların etrafına daireler çizer ve giderlermiş.
“O çocuklar bazen saatlerce güneşin altında kalır, ağlarlardı” diyor.
Onun elinden de bir şey gelmezmiş. Çünkü o daireyi ancak Yezidi inancından bir başkası gelip ikinci bir daire ile geçersiz hale getirebilirmiş.
İşte o yuvarlak form, tablolarında o küçüklük hatırasının hikâyesini de anlatıyor.

Garzan işçi kampından Vega Sicilia kavına

AHMET Güneştekin, ikinci zemin kat galerinin ortasına harika bir masa kurmuş.
Etrafımız harika tablolarla çevrili. Tam arkamızda bütün dünyada büyük ilgi çeken ünlü “Kapılar” adlı eseri var.
Yemeğe oturmadan önce bodrum katındaki doğal şarap kavını geziyoruz.
Raflardaki şaraplara bakıyorum, gerçekten iyi seçilmiş, İtalyan ağırlıklı bir kav.
Sadece iyi bir ressam değil aynı zamanda cömert bir ev sahibi.
Raflardan bir şişe Sassicaia ve bir şişe de İspanyol Vega Sicilia alıyor.
Sonra yemeğe geçiyoruz.
Yemek de İtalyan ağırlıklı ama yanına Güneydoğu mutfağının, kendi tabloları gibi modernleştirilmiş bir versiyonunu sunuyor.
Bir şey söyleyeyim mi, bir modern sanat galerisinin ortasında, Vega Sicilia ve Sassicaia harika gidiyor.
Bir kere daha anladım. Sanat harika bir şey...

Yazarın Tüm Yazıları