İşte Mutlu'nun dünyalar güzeli Çilek bebeği!

Gazeteci Mutlu Tönbekici, 8 hafta önce olağanüstü bir şey yaptı ve 5 aylık bir bebeğin ‘koruyucu annesi’ oldu.

Haberin Devamı

Arnavutköy’de küçücük, kutu gibi ama içine girdikçe büyüyen, kat, kat sürprizli bir ev. Kapıyı çalıyorum, Mutlu karşımda. “Nerede?” diyorum. Ölüyorum bebeğini görmek için. “Gel” diyor “Uyuyor!” O da ne! O sırada Piti gözlerini açıyor. Aman Allah’ım, zeytin gözlü bir bebek. Nasıl güzel. Allah nazarlardan saklasın, gerçekten çok güzel. Yeni uyandı ve ağlamıyor, meraklı meraklı etrafa bakıyor. Bu, çok alışık olduğum bir şey değil. Ağlar yeni uyanan bebekler, çiş yapmıştır, acıkmıştır, bu aksine gülüyor, çok tatlı utangaç bir gülümsemesi var. Sen bir gül, o sana bin gülsün! Nasıl yemelik bir şey! Hemen kucağıma alıyorum. Oy oy oy, gulu gulu gulu, gibi abuk subuk sesler çıkarıyorum. Haz sesleri. Ona maymunluk yapıyorum, daha da güldürmeye çalışıyorum. Piti, kolay acıkmıyor, susamıyor, vızıldamıyor, söylenmiyor, şikâyet etmiyor, yatağından sana yalvaran gözlerle bakıp, “Beni al yapmıyor”, eline Sophie filini alıp kemiriyor, etrafa akıllı akıllı bakıyor, kendi kendine yetiyor. Annesi mama verince, ‘cof cof cof’ yiyor, ama “Nerede benim mamam?” diye kendini yırtarcasına ağlamıyor. Survivor bir bebek. Çocuk yuvalarındaki o diğer bebekler de bu kadar antrenmanlı mı hayata karşı bilmiyorum ama içim buruluyor bunları gözlemleyince… Fakat sonra Mutlu’nun ona nasıl şahane bir anne olduğunu görünce, o bütün hüzün bulutları dağılıyor. Mutlu rahat, zannedersin 11 çocuk yetiştirmiş, acayip becerikli, ki öyle bir tipi yok. Ama kadının içinden çok tatlı bir anne çıkmış. Pratik anne, rahat anne, Piti’yle de o güzel mavi evde, süper bir düzen oturtmuşlar. Mutlu ve Piti’nin şahane bir ana-kız olacaklarını biliyorum. Mutlu, kendi gibi, deli, vicdanlı, merhametli, yaratıcı, zeki ve nev’i şahsına münhasır bir kız yetiştirecektir...

Haberin Devamı

İşte Mutlunun dünyalar güzeli Çilek bebeği

Mutluuuuu! Müthiş bir şey yaptın ve ‘koruyucu anne’ oldun. Hadi anlat: Ağır basan, anne olma duygusu muydu? Yoksa bir bebeğin hayatına yardımcı olmak, hatta kurtarmak mı?
- ‘Kurtarma fikri’ni sevmiyorum ben. Çok kibirli geliyor. Ben kimim ki, birini kurtarıyorum? Belki de bu tatlı şey, benim hayatımı kurtaracak? ‘Talih’ dediğin, nerede, nasıl döner hiçbirimiz bilmiyoruz. Dolayısıyla, kim, kimin hayatını kurtarır bir tek Allah bilir!

Haberin Devamı

İYİ Kİ AYŞE VAR

Çok haklısın. Ama hâlâ çocuk yapabilecek bir kadın, ‘koruyucu anne’ oluyorsa, bunun da bir sebebi olması lazım…
- İtiraf ediyorum, genini devam ettirmek isteyeceğim bir erkeğe denk gelmedim. Geldiysem de, o bana denk gelmedi! “İlla kendi kopyamı yapayım” diyecek kadar kendime âşık da değilim. Zaten çocukların, ebeveynlerinin kopyaları olmadığını görüyoruz. Aslında önce, bu ev vardı…

Nasıl yani?
- Hepimiz güzel bir evimiz olsun hayal ederiz ya, ben de ettim. Ve o evi buldum. Binbir zorlukla satın aldım. İçini yıktım, yeniden yaptım. Herkes önce çocuk yapar, sonra hayatını düzenler, bakıcı filan bulur ya, bende tam tersi oldu. Hayatımda Ayşe vardı. Hâlâ var. İyi ki de var.

Haberin Devamı

KOCAYI BOŞVER!

Ayşe kim?
- Gündelikçim. Bana temizliğe geliyor. Çok derin ve gerçek bir ilişki var aramızda. Ayşe, benim arkadaşım. Bayağı dostum. Onun Artvin’deki köyüne gidip geliyorum filan. Harika bir insan. Ailem oldu Ayşe. Çok yardım etti bana. Evi bitirdik. Bir gün oturmuş, birlikte kahve içiyoruz, “Ya Mutlu” dedi. “Bu ev bitti. Her şeyi güzel oldu. Ama bir şeyi eksik. Neyi biliyor musun?” Baktım suratına, “Kocası mı?” dedim, “Yok ya! Ne kocası. Kocayı boş ver. Bebeği eksik, bebeği!” dedi.

Ne güzel! Ayşe bayağı ‘bilge kadın’…
- Hem de nasıl! Dünya tatlısıdır, üç çocuğu var. Eğitimi pek yok ama hayat bilgisi tavan. Sezgileri kuvvetli, hayatı tuhaf bir kavrayışı var ve isabetli tespitleri…

Haberin Devamı

Bu konuşma ne zaman geçti aranızda?
- Nevruz’du. Kürt-Türk barışı olmuştu. Benim de içimde bir güneş doğmuştu. “Türkiye’ye barış geldi” diye bir vehme kapılmıştım: “Artık bu ülkede yaşanır. Her köşesine gidilir. Ölümler olmayacak. Çok güzel olacak her şey. Haklısın, bu ülkede artık çocuk bile yetiştirilir!” dedim.

ÇARESİZLİK DEĞİL

Sen, biyolojik olarak anne olmayı denedin de vaz mı geçtin?
- Şu âna kadar çocuğunu doğurmayı düşünebileceğim bir kişi oldu. Ama onunla da adam gibi ilişkimiz olamadı, denemeler de sonuç vermedi. Sonra ben de vazgeçtim. Hamile kalayım diye tırmalamıyordum. Yani şu şahane bebek, bir ‘çaresizlik bebeği’ değil. “Mutlu her şeyi denedi, olmadı. O da gitti çocuk esirgemeden bebek aldı” değil, böyle anlaşılsın istemem.

Haberin Devamı

MASRAFSIZ BEBEK

İşte Mutlunun dünyalar güzeli Çilek bebeği

Manyak mısın niye öyle anlaşılsın! Ayşe kafana girdi yani…
- Evet. Karşımda oturuyor ve bana, “Bu evin ve senin eksiğin bir bebek. Neden bir bebek yok? Neden olmasın?” diye soruyor. Son derece basit bir soru. Aslında Ayşe temel bir hayat bilgisinden, felsefesinden söz ediyor. Düşündüm ve ona hak verdim. Bu durumda insanın önünde birkaç seçenek oluyor: Gidip binlerce lira para verip, sperm bankasından sperm alıp, hamile kalabilirsin. Ama bu fikir beni açmadı. Tabii ki herkesin kendi tercihi ama bana uymadı. Bırak sperm bankalarına para bayılmayı, insanlar kendi eşlerinden çocuk yapabilmek için evlerini, arabalarını satıyorlar. Tüp bebek yapabilmek için sekiz kere filan deniyorlar. Neymiş? Kendi genlerinden olsun diye bebek. Oysa, o yuvalarda binlerce sahipsiz bebek var. Ben o gece internete girdim. Ve iki ayda, üstelik hiç masrafsız şahane bir bebeğim oldu!

ZAMANI ŞİMDİYDİ

Madem bu kadar açık konuşuyoruz. Hiç şöyle bir şey geçmiyor mu aklından: “Keşke başka kadınlar gibi bu bebek kararını erken verseydim, şu anda 3-4 çocuğum olurdu…”

- Hayır geçmiyor. Tamam kadının biyolojik saati işliyor ama ona yetişmek her zaman kolay olmuyor. Demek ki zamanı o zaman değil, şimdiymiş…

TAHTALARA VUR

Peki birilerine danıştın mı? Fikir aldın mı?
- Yok, kimseye danışmadım. Kararımı verdim, gittim ve başvurdum. Hatta vazgeçmeyeyim diye bunu gazeteye de yazdım, “Yarın gidip başvuruyorum” diye.

Peki “Bu sorumluluğun altından nasıl kalkarım?” diye bir fikir geçmedi mi hiç aklından? Hiç mi korkmadın?
- Şimdi bir şey söyleyeceğim kızacak insanlar. Ne var ki bebek büyütmekte? Bunun annelerin, kendi kendine yarattığı bir efsane olduğunu düşünüyorum. Tamam giderek büyüyecek, belki istekleri, problemleri artacak ama sen de kendini buna hazırlıyorsun. Şimdi günde beş kere altını değiştiriyorsun o kadar. Allah aşkına, bu mu zorluk? Kim bilir belki de dünyanın en sorunsuz bebeğiyle yaşadığım için böyle söylüyorumdur. Tahtalara vur, gazı yok, geceleri rahat uyuyor, ağlamıyor, sürekli gülüyor, çok huzurlu, çok tatlı. Allah gönlüme göre verdi.

KÜT DİYE!

Temel dürtünün ne olduğunu biliyor musun?
- Hayır. Yapayalnız kalmamak mı, yalnız ölmemek mi… Bunları düşünmedim. İnsanlar çocuk doğurmaya nasıl küt diye karar veriyorsa, çocuk almak da öyle bir şey. Hiçbir farkı yok, küt diye atlıyorsun denize…

SİSTEM HIZLI İŞLİYOR

Bürokrasiyle çok boğuştun mu?
- Hayır hiç. Çünkü Aile Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler bu konuyu hakikaten çok güzel organize etmişler. Beni de şaşırttı. Her şey çok hızlı işliyor. Ben nereye başvurulması gerektiğini bile bilmiyordum. İnternetten öğrendim. Cağaloğlu’nda Sosyal Hizmetler varmış. Cicilerimi giydim, sabahın köründe gittim. “Evlat edinmek istiyorum” dedim. Kapıdakiler beni bürolardan birine yönlendirdi. Biraz talihsiz bir başlangıç oldu aslında. O büroda sevimsiz bir kız vardı, “Aaa, siz mi evlat edineceksiniz?” dedi, “Evet” dedim. “Koşulları biliyor musunuz?” dedi. “Evet, okudum” dedim. “Kaç yaşındasınız? dedi “43” dedim. “Ha ama evlat ile evlat edinenin arasındaki yaş farkının maksimum 40 olması gerekiyor. Sizin evlat edinebileceğiniz çocuk şu an üç yaşında. Birkaç yıl da haliyle beklemeniz gerekecek, çocuk olacak beş. Ama tabii ensest mağduru ya da engelli isterseniz, aradaki yaş farkının önemi kalmıyor” dedi. Beni delirten, çıldırtan bir konuşma yaptık. Zırlaya zırlaya çıktım oradan. “Bu ne ya!” dedim. Ne demek ensest mağduru, ne demek engelli? Böyle mi söylenir bu? Ve olanları ertesi gün gazeteye yazdım. Bunun üzerine Sosyal Hizmetler’den telefon ettiler. “Bir stajyere denk gelmişsiniz, tekrar gelin, sizi doğru bilgilendirelim” dediler. Yine gittim. Bu sefer, hakikaten daha ciddi, daha işini bilen insanlar vardı karşımda…

O 40 yaş meselesi doğru değil miymiş?
- Doğru. Evlatla, evlat edinen arasında maksimum 40 yaş olması gerekiyor. Dolayısıyla 43’sen en küçük üç yaşında bir çocuk alabiliyorsun. Fakat dediler ki, “Koruyucu aile diye bir başka opsiyonel çözüm var…”

TAM 14 BİN ÇOCUK

İşte Mutlunun dünyalar güzeli Çilek bebeği

Neymiş?
- Yuvalarda 14 bin çocuk var. Bunların büyük bölümü aileleri tarafından terk edilmiş çocuklar. Bir daha da dönüp bakmıyorlar…

Peki evlat edinmekle, koruyucu aile olmak arasında ne fark var?
- Evlat edindiğin zaman, tamamen senin nüfusuna geçiyor. İstersen ona gerçeği söyle, istemezsen söyleme. Soyadınız aynı oluyor. Koruyucu ailelikteyse; çocuk, biyolojik ailesinin soyadını taşımaya devam ediyor. Ve mutlaka biyolojik ailesinin farkında olacak. Zamanı gelince sen söylüyorsun. Ya da kurum söylüyor. Zaten kurum, 3-4 ayda bir geliyor, sizi ziyaret ediyor. Koruyucu ailelikte, biyolojik aile, isterlerse çocukla görüşebiliyor da. İkisinin yasal statüsü farklı. Devletle aranda bir kontrat oluyor. Çocukla ilgili tasarruflarında devletle uzlaşman gerekiyor. Ama seninle yaşıyor, senin bebeğin...

Kendi ailesi çıkıp geri istemezse, hep seninle yaşayacak yani… Öyle mi?
- Tabii, tabii. 18 yaşına kadar ailesi, “Evlatlık verilmesine bir itirazım yoktur” derse, onu evlat da edinebilirim. 18 yaşından sonra zaten sorun yok, reşit oluyor.

Peki aileler neden çocuklarını yuvaya bırakıyor ama onların üzerindeki haklarından tamamen vazgeçmiyorlar. Zaten büyütmüyorlar…
- Bilsem sebebini. “Belki bir gün alırım” umuduyla tamamen vazgeçmek istemiyorlar. ‘Evlatlık verilebilir’ kâğıdını imzalamıyorlar. O yüzden de evlat edinilebilecek çocuk sayısı daha az. Ama koruyucu ailelere verilmeye hazır tam 14 bin çocuk var. Eskiden, “Koruyucu aileye verelim mi?” dendiğinde, ona da “Hayır” derlermiş. “Ben bakamıyorum ama başkası da bakmasın!” gibi tuhaf bir mantık. Allah’tan şimdi değişmiş biraz. Bu arada aileler, terk ettikleri bebeklerinin koruyucu ailelere verildiğini bilmiyor. Onlara söylenmiyor. Çünkü itiraz ediyorlar.

ÇOK MUTLUYUM

Senin bebeğinin biyolojik annesi, onun sende olduğunu bilmiyor yani…
- Hayır.

Hangi yuvada olduğunu biliyor mu?

- Onu biliyor.

Görmek isterse…
- Bana haber veriyorlar, gidip götürüyorum, benden bağımsız görüşüyorlar. Sonra tekrar birlikte eve dönüyoruz. Ama böyle bir şey olmadı, hiç olmayabilir de. Bunlar sadece uyman gereken şartlar…

Peki “Ya ben bebeğe deliler gibi bağlanmışken, biyolojik ailesi çıkar gelir de, çocuğumuzu geri istiyoruz derse, ben mahvolurum” diye düşünceler geçmedi mi aklından?
- Binde bir oluyor. Başıma geleceğini de düşünmüyorum. Olumlu düşünüyorum ben hep. Bir de şöyle bir durum var: Eşya satın almıyoruz. Bir mal değil bu. Ev değil. “Sonradan elimizden alabilirler” kaygısı duymamamız gerekiyor, çünkü söz konusu olan bir insan. Zaten ancak bebeği görmeden, kucağına almadan önce geçebilir aklından bu tür şeyler. Ama onu kucağına aldıktan sonra bitti, hiç böyle endişelerin kalmıyor. Bir de sağladığın faydayı düşün. Benim ona verdiğim sevgi, ona biraz olsun iyi gelmişse, başka ne isterim!

Peki biyolojik aile geri almak isterse, devlet küt diye onlara veriyor mu?
- Hayır, hayır. Bu sefer de onların koşulları değerlendiriliyor. Çocuk bakmaya ne kadar uygunlar? Nasıl bir eğitim verecekler? Hangi aile çocuk için daha uygun? Kısacası, çocuğun yüksek menfaatleri gözetiliyor. Aslında tuhaf bir şey, bir sürü şeyi önceden öngöremiyorsun. Sanki devletle bir anlaşma yapıyorsun. Ama aslında o da değil, senin yaptığın sözleşme kaderle! Hayatım boyunca yaptığım en iyi şeydi, henüz 8 hafta oldu ama kızım ve ben çok mutluyuz…

ERKEKLER KENDİ GENLERİNDEN OLSUN İSTİYORLAR

Dilekçeni verdin ‘koruyucu aile’ olmayı kabul ettin. Sonra?
- Birtakım evraklar istiyorlar. Maaş bordron, hastaneden ‘sağlıklıdır’ raporu, Sicil kaydın, varsa tapuların bir de beş referans. Çok hızlı oluyor bunlar. Prosedür başlıyor, ben zannettim ki birkaç ay sürer, yok hemen çağırdılar beni ama sağlık durumum uygun değildi. Bacağımı kırmıştım. Bir ay sonra gidebildim yoksa daha erken kavuşacaktık birbirimize.

Ee, gittin ne oldu?
- Üç dosya koydular önüme. 1,5 yaşlarında bir kızın ve yine 1.5 yaşında bir oğlanın dosyası. Bir de arada bizimki. 6 aylık prematüre bir bebekçik…

Ne yazıyordu dosyasında? Geçmişini öğrenebiliyor musun?
- Tabii. Okuyabiliyorsun. Neden yuvaya bırakılmış? Ailesi nereli, sosyal statüleri, medeni halleri vs vs. “Mümkünse bu bebeği görmek istiyorum” dedim. “Şu yuvada, yarın gidip görebilirsiniz” dediler. Gittim…

UFACIK BİR ŞEYDİİşte Mutlunun dünyalar güzeli Çilek bebeği
Bu kadar güzel miydi ilk gördüğünde?

- Hayır. Hiç değildi. Prematüre bebekti, izleri vardı. Bir eli ağzında ufacık, ufacık bir şeydi. Elime verdiler hiçbir şey almamış gibi oldum. Yok ağırlık…

Alıp almayacağına o anda mı karar veriyorsun?
- Evet. Çünkü mekanizma şu: Reddede, reddede ilerliyorsun. “Bu olmaz!” dersen eğer, onun dosyası senin için sonsuza kadar kapanıyor. Dolayısıyla, “Üç çocuk göreyim” de, karpuz seçer gibi, “Bu olsun!” diyemiyorsun. Bunu da zaten doğru bulmuyorum. Hatta, kötü buluyorum. İnsan ne doğuracağını da bilmiyor, bu da onun gibi. Çocuk işlerinde kısmete inanmamak büyük bir aptallık olur.

Peki ‘kısmet’in karşısında duruyordu, ne yaptın?
- Bakıştık uzun uzun. Sarıldım ona, kokladım. “Tamam!” dedim, “Kararımı verdim, bu bebek.” Ve eve döndüm. Yol boyunca ağladım. Evde de bütün gece ağladım. (Ağlamaya başlıyor...) İşte o gece anladım hayatımın değiştiğini. Daha önce anlamıyorsun aslında. Bazı kadınlar hamile kalmak ister, deli gibi çocuk istermiş gibi görünür ama hamile kalınca da gidip aldırırlar ya, bir türlü o eşiği geçemezler. O gece de, benim için, hamile olduğumu öğrenmek gibiydi. Ya o yola girecektim ya da biliyordum ki, o eşiği aşamazsam, ikinci ya da üçüncü dosyanın hiçbir önemi olmayacaktı. “Ertesi gün tekrar gel” dediler, yine gittim, bu sefer bütün gün beraber olduk. Uyandırdım, mamasını verdim, altını değiştirdim. (Ağlıyor.) Kucağımda birilerine muhtaç zavallı bir bebek vardı. Orada diğer bebekleri de görüyorsun. Bir sürü, terk edilmiş bebek. Yataklarının içinde, bilmem kaç yaşına kadar aynı tavanın, aynı çatlağına bakarak orada olacaklar. O kadar üzücü, o kadar iç yaralayıcı ki. Üçer beşer eve götürüp, onlara aile olmak istiyorsun. O gün de cumaydı ve dediler ki, “İçine sindiyse al git!” “Nasıl yani?” dedim. Evde bebek yatağı yok, mama yok, hiçbir şey yok. Ama “Tamam” dedim. Attım arabanın arkasına, geldik eve…

Eve gelince peki…
- Allah’tan yolda arkadaşlarıma haber verdim. İclal’e (Aydın) “Bebeği verdiler. Evde ona bir teşkilat kurmam lazım. Çocuğunun eskisi varsa getirir misin?” dedim. Asla unutamam yaptığı iyiliği. Yatağından eşyasına kadar her şeyi yepyeni alıp geldi. Aynı şekilde Zeynep’in ve Neslihan’ın da iyiliklerini unutamam.

KADINLARIN İYİLİĞİ

Şahaneymiş. Eve geldikten sonra, “Ben şimdi ne yapacağım?” diye korkmadın mı?
- Yok. Büyük bir merhamet okyanusuna girmiştim, hatta boğuluyordum. Ama bebeği alıp eve geldikten sonra durum değişti. O zaman sorumlu ve titiz bir bakıcı haline geldim. Mama yedirmek için saati kurup, iki saatte bir kalkıyordum. Çünkü yuvada her şey sistemli olduğu için buna alışmış. Bu Bayan Rotenmayer bakıcı halimden kurtulmam, aşağı yukarı bir haftamı aldı. Bir hafta sonra, “Bir dakika ya! Senin bu çocukla başka bir ilişki kurman lazım, sen hemşire değilsin ki!” dedim, “Sen bu çocuğun annesi olacaksın!”

Ve ne yaptın?
- Soydum yatağa attım, onu kahkahalarla güldürünceye kadar mıncıkladım, öptüm. Ayağının altını, kollarını, göbeğini… İlk aylarını yuvada geçiren çocuklar farklı oluyor galiba, başta kucağa alınmaya alışkın değildi, hatta yadırgıyordu, çok tuhaf, yalnız kalmak istiyordu. Ağlamıyordu bile. Öylece gözlerini dikip bakıyordu. Şimdi daha farklı, iki ayda değişti, serpildi, kilo aldı. Sürekli gülüyor…

Ne diye çağırıyorsun onu?
- Nüfus kâğıdındaki ismi başka ama ben “Piti” diyorum. Tüm ailelerde bebek severken kullanılan kelimeler vardır ya, “Piti” de öyle. Ama ‘sahne ismi’ “Çilek”, yazılarımda ‘Çilek bebek’ diye geçiyor.

Var mı bilmiyorum ama hayatında bir adam olsaydı “Evet” der miydi Piti’yi almana?
- Demezdi. Ama yine de alırdım. Adamla değil, Piti’yle devam ederdim yola…

Kadınlar daha mı cesur?
- Cesaret meselesinden ziyade, erkekler çocuk istemiyorlar. Olursa da kendi genlerinden olsun istiyorlar. Onlar, kendi genlerini çoğaltmak istiyorlar. Bu konuda bana en çok gelen şikâyetlerden biri, “İstiyorum ama kocamı ikna edemiyorum…”

Bakım sürecinde en çok ne zorluyor?
- Mesaisi sabah beşte başlıyor. O konuda anlaşma yapmaya çalışıyoruz. 5’te kalkmaya eyvallah da ama sonra bıraksın sekize, dokuza kadar uyuyalım... Şaka bir yana, geceleri hiç uyumayan bebekler var, kolitli bebekler var, gerçekten dünyanın en şanslı kadınlarından biriyim. Sıfır sorunlu bir bebek. Güler yüzlü, yabancılık hissi yok, iştahlı. Gezip tozuyoruz da birlikte…

Nerelere gidiyorsunuz?
- Valla, yazın araba seyahatine çıktık. Alaçatı, Şirince, Kuşadası...

Seyahatte ikiniz yalnız mıydınız?
- Eski erkek arkadaşım Özgür de vardı. Biz artık birlikte değiliz ama Özgür onun babası. Yani oldu. Çok seviyor Piti’yi. Hatta bayılıyor. Büyüyünce Piti ona, “Baba” diyecek. Yakın oturuyor Özgür. Düzenli görmeye geliyor…

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsun?
- O kadar heyecanlıyım ki, sadece şu ânı yaşıyorum. Zaman durdu benim için. Sadece o ve ben varız. Artık herhangi başka bir şeyle ilgilenmeyi de reddediyorum. Hiçbir şey de bilmiyorum. Televizyonu açmıyorum, eve gazete almıyorum. Sadece bebeğime bakıyorum. Bu da bana çok iyi geliyor.

BENİM, BENİM, BENİM!” DEMİYORUM

İnsan sevdiği adamı da kıskanır ya elinde olmadan, senin de bebeğini bir başkasından kıskandığın oluyor mu?
- Yok ya. Şimdi tuhaf gelecek ama kimseden kıskandığım falan yok. Çünkü bir taraftan da Piti’yi sadece kendime almadım, bu bebeği, bu topluma aldım. Biliyorum söylediğim laf biraz acayip ama ben onu o yuvadan alıp, herkese açtım. Böyle hissediyorum. Dolayısıyla bakıcı ablayı kıskanmayı bırak, tam tersine, herkes kucağına alsın, herkes beslesin ve herkes bu çocukla bir bağ kursun. Hiç kimsesizlikten geldi, çok büyük bir sülaleye sahip olsun! Belki de bu yüzden obsesif bir şekilde, “Benim, benim, benim!” demiyorum. Piti, herkesin çocuğu, herkesin yeğeni, herkesin kız kardeşi olsun istiyorum. Sen de Ayşe Halası ol mesela!

Oldum. Bayıldım ben ona…
- ‘Babysitter’lığa beklerim ona göre!

Fotoğraf: Fethi KARADUMAN

Yazarın Tüm Yazıları