Eyvah tatil!

Üstüne sinen deri, bağırsak kokusu evde yıkanmakla çıkmaz, harçlığın fazlası hamam parası!

Haberin Devamı

Ben tatil özürlüyüm. İnsanlar hayatlarını sürdürebilmek için çalışır. Bir de tatil yapmak için elbet. Çalışanın en temel motivasyonlarından biridir. Öğrenci için de böyle bu. Tatil çalışmanın ödülüdür değil mi? Ama işte benim için öyle değil. Ben tatil yaklaştığında paniğe kapılıyorum. Her ilk yazda, tatile değil de Taksim’e çıkacakmış gibi geriliyorum. Ahir ömrümde aşamadım şu tatil gerginliğini.
1978’de 13 yaşındayken kurban derisi toplayarak başladım para kazanmaya. Türk Hava Kurumu kurban bayramlarında, irili ufaklı taşıtlarla mahalle aralarına girer, kurban derisi ve bağırsak toplardı o yıllarda. Taşıtta dandikten bir anons düzeni bulunur, sürücü bir yandan aracı kullanırken, diğer yandan kurban derisinin ve işte gerisinin “THK’ya bağışlanmasının bir yurttaşlık vazifesi olduğunu” filan anons ederdi. Benim gibi yevmiyeli iki buçukluklar da, çağıran herkesin kapısına koşar, bağışladıkları deri ve geriyi makbuz karşılığı alır, döküp saçmadan aracın kasasına istiflerdik. Akşam mesai bitiminde bağışlar merkezlere teslim edilir, yevmiye alınır, evin yolu tutulurdu.
Üç günlük yevmiyem 200-250 lira gibi bir şeydi galiba. Miktarı tam hatırlamayabilirim ama hazzını hiç unutamadım. Kemeraltı’na gidip ince fitilli, siyah kadife, dar paça bir pantolonla, gıcır bir çift Mekap almıştım kendime. O vakit ikisi de afet modaydı gençler arasında. Mesaimi eski adamlara özgü örtük bir takdirle karşılayan babam, haftalığımı gününden evvel, üstelik birkaç lira fazlasıyla toka etmişti elime. Ben harçlığın fazlasını kurban mesaimin taçlandırılmasına yormaya hazırlanırken de eklemişti; “Üstüne sinen deri, bağırsak kokusu evde yıkanmakla çıkmaz, harçlığın fazlası hamam parası!”

Haberin Devamı

ÇIKIŞ O ÇIKIŞ

Birkaç yıl sonra, üniversite eğitimim için baba evinden ayrılıp Ankara’ya göç ettim. Çıkış o çıkış. Sonraki yıllarda eve ancak misafir olarak döndüm. İktisat fakültesini kışın çiçekçilik, yazın maden işçiliği gibi mevsimlik işlerde, konservatuvarı kışları çocuk tiyatrosu, yazları asfalt işçiliği gibi para biriktirebildiğim işler yaparak okudum. 1989’da Devlet Tiyatroları’nda oyunculuğa başladım. Sinema ve TV dizileri, aralıklarla sanat eğitmenliği, işte bir zamandır da gazete yazıları. Özetle; hayatımın kahir ekseriyeti çalışarak geçti.
Çalışma hayatı, yoğun çalışan bireye kendini geliştirmek şöyle dursun, kendini tanıması için bile zaman vermiyor. Hal böyle olunca; kendi rutinine müebbet, ‘kendini ancak işinde seven’ bireyler haline geliyoruz. Varlığını işiyle tarif eden, salt yaptığı iş ve onun müsaade ettiği alan içinde –sözde- sosyalleşen birer laboratuvar faresine dönüşüyoruz. Sıkı çoğunluk için böyle bu.
Peki bu cendereden çıkış var mı?
Var! Çalışanın kendini geliştirebileceği uygar çalışma koşullarını beklerken, zaten cebimizde olanı doğru kullanmayı öğrenebiliriz. Kendimize zaman ayırabileceğimiz tek özgür zaman dilimini, tatili doğru biçimde tüketebiliriz. Sahip olduğumuz tatil süresini ailevi ya da sosyal(!) çevremizin uzantısı olan bekleme odalarında tüketmekten vazgeçebiliriz örneğin. Tatil ‘trendy lokasyonlara’ yığılmak ya da bu tür tatile para yetiştirmeye çalışmak değil. Gerçekten ne istediğinize karar vermek. Size iyi gelecek, kendinize, sevdiklerinize, zihin açıcı zaman aralığı sağlayacak bir dinlence iklimi yaratmak. ‘Şimdinin büyüsü’nü yaşayabileceğiniz, gelecekte kendinizde neyi değiştirip geliştirebileceğinizi kurgulayabileceğiniz bir duru zaman diliminden söz ediyorum.

Haberin Devamı

TESPİT TANELERİ

Bu tespit zembereğini öncelikle kendim için boşalttım. Yıllardır tatil için hayattan koparabildiğim zamanı yanlış kullanıyorum. İyi düşünülmemiş, sinir harbi manzaralı tatiller yapıp hemen her ‘tatil konsepti’ deneyiminden hüsranla dönüyor, eve girer girmez yeri öpüyorum. “Evim güzel evim” biçiminde özetlenebilecek tüm evcimenlik güzellemelerinin bu ‘tatil bilmezlik’ten türediğine dair şüphelerim de  var.
Çöp olmuş onca tatilin ardından stratejimi değiştirmeye karar verdim. Artık tatil planı yapmak yok. Moda tatil yörelerine gitmelere, hiç değilse şöyle bir görünüp geçmelere, “Sabahları yüzümü denizde yıkamazsam ayılamıyorum birader” yapaylığına son. “Filanca yerde yazlık düşünüyorum, biliyorsun memleketin ennn
serin ve ennn rutubetsiz yöresidir” geyiğine gönül indirmeyeceğim. Web sayfasında gördüğüm, innaaanıılmaaaz manzarası, “Meğerse karşıdaki tepenin ardındaki koydaymıııış!” konseptli -sözde romantik, özde gazoz kapağı büyüklüğünde sivrisinek yarası- sunan macera pansiyonlarına atlamayacağım. Filankes kilisesinin önünden, “Kim yapmış, içinde ne varmış” sorusunu soramayacağım bir hızla geçirildiğim yurtdışı turlarına hiç girmiyorum, derdim tatil ekonomisi düşmanlığı değil. Allah sevenlerine bağışlasın.
Ben şimdi ailem ve sosyal çevrem kadar, kendi ruh iklimimin gereksinimlerine de kulak kabartabileceğim bir molanın peşindeyim. Seneye çekeceğim “İş çilesine katlanmak için şarj olmaya” değil; kendimi, “işimde, çevremde gerçekleştireceğim değişikliklere hazırlayabileceğim bir iç yolculuğa çıkmayı” deneyeceğim. Bunu, evimde hiç bulunmadığım biçimde bulunarak da yapabilirim, Fizan’a giderek de…
Tatil, sonunda ‘yeni bir sen’e çıkıyorsa tatildir. İyi tatiller…

Yazarın Tüm Yazıları