Batı dünyasında Türk basınına bakış

Avrupa Parlamentosu’nun geçen çarşamba günü Strasbourg’da düzenlediği Türkiye özel oturumunda söz alan Avrupa Birliği’nin Dışişleri ve Savunma Bakanı konumundaki Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Taksim olaylarını değerlendirirken kendisini “şaşırtan” bir durumdan söz etti.

Haberin Devamı

Ashton’u hayrete düşüren, Türk basınının durumuydu. Şöyle dedi Ashton:
“Türkiye’deki gösterilerin ulusal medya tarafından cılız bir şekilde duyurulması ve olaylar sırasında ana iletişim kanalını oluşturan sosyal medyanın kınanması ve kullanımının sınırlanması çabası karşısında şaşırdığımı söylemeliyim. Medya özgürlüğü Türkiye’de kaygı konusudur.”
Ashton
, bu arada sosyal medyanın “iletişim, meşru protesto ve diyalog açısından değerli bir mecra” olduğunu vurgularken, kuşkusuz mesajı, bu medyayı “bela” olarak nitelendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gitmekteydi.
Keza kendisi gibi söz alan Avrupa Komisyonu’nun Genişleme Komiseri Stefan Füle de “Türkiye’de medyanın özgür bir şekilde çalışabilmesi hayati önemdedir” diye konuştu.
Özel oturumda liberallerden sosyal demokratlara kadar kürsüye çıkan bütün siyasi grupların temsilcileri, söz birliği etmişçesine ve genellikle sert ifadeler kullanarak Türkiye’de basın özgürlüğü alanında yaşanan sorunlara dikkat çektiler.

***

Bir bu kadar çarpıcı olan, Avrupa Parlamentosu’nun önceki gün kabul ettiği Taksim Gezi Parkı olaylarıyla ilgili kararda basın özgürlüğünün “bağımsız basın” talebiyle işleniş şeklidir. AK Parti hükümetinin şiddetli tepkisine yol açan, toplam 15 maddeden oluşan bu kararda, basın özgürlüğüne 3 maddeyle oldukça geniş bir yer ayrılmış.
Özetle, bu bölümün girişinde “ifade özgürlüğü ve medya çoğulculuğunun Avrupa değerlerinin kalbinde yer aldığı”, “tam anlamıyla demokratik, özgür ve çoğulcu bir toplumun gerçek bir basın özgürlüğünü gerekli kıldığı” vurgulanıyor.
Daha sonra, “basın özgürlüğünün kötüye gitmesinden, belli sansür uygulamalarından ve Türk medyası içinde artmakta olan otosansürden duyulan kaygılar” ifade ediliyor, ayrıca internet yasakları ve tutuklu gazetecilerin durumu gündeme getiriliyor.
Ve son olarak “medyanın çoğunluğunun basın dışında pek çok alana yayılan ticari işler içindeki büyük holdinglerin mülkiyetinde olmasından duyduğu kaygıları” belirtip, medyadaki mülkiyet yapısını da sorunun önemli bir parçası olarak gördüğünü kayda geçiriyor Avrupa Parlamentosu ve medyanın bağımsızlığını da sağlayacak bir yasanın çıkarılmasını istiyor.

***

Aslında Avrupa Birliği’nde beliren bu hava, daha ılımlı bir tonda olmakla birlikte Amerika cephesinde de geçerlidir. Örneğin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın geçen hafta Taksim olaylarından söz ederken “bağımsız ve özgür basına saygı gösterilmesi” çağrısında bulunması benzer bir duyarlılığın ifadesidir.
Resmi düzeydeki açıklamalarda, alınan kararlarda şekillenen bu hava, Batı dünyasının etkili bütün yayın organlarında yayımlanan başyazılarda, yorumlarda daha da kuvvetli bir tonda karşımıza çıkıyor.
Geçmişte Türk demokrasisi Kürt sorunu, askerin rolü, yargısız infazlar, işkence gibi defolarıyla algılanırdı. Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki dönemde AK Parti iktidarı altında bu eski sorunlarıyla değil ama çoğulculuğun eksikliği ve özellikle de basın özgürlüğü alanındaki kusurlarıyla algılanacak Türkiye’deki demokrasi tecrübesi.
Bu durum, Catherine Ashton’un geçen çarşamba günü hükümetin Kürt sorunundaki “cesareti, vizyonu ve devlet adamlığı”ndan övgüyle söz edip, aynı konuşmada sıra basın özgürlüğüne gelince hükümeti eleştirmesindeki paradoksta da karşımıza çıkıyor.

***

Sonuçta Taksim Gezi Parkı direnişinin, Türkiye’de basın özgürlüğü alanında aslında çok uzun bir zamandan beri yaşanan sorunların gerçekte ne kadar derinleşmiş olduğunu Batı dünyasının kavraması açısından “göz açıcı” bir etkisi olmuştur.
Avrupa’nın bugün önde gelen entelektüellerinden biri kabul edilen Prof. Timothy Garton Ash’in geçen çarşamba günü Guardian gazetesinde çıkan yazısında basın özgürlüğü açısından çarpıcı bir değerlendirme yer alıyordu. Ash, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “bölgesel bir umut ışığından bir korku sembolüne” dönüştüğünü belirttiği bu yazısında, demokrasinin sorunlu alanları arasında “korkutulmuş ya da manipüle edilmiş medya”yı da saymaktaydı.
İlginçtir ki, “Korkutma” (intimidation) son dönemde dış dünyada basında Türkiye’deki basın özgürlüğünü tasvir etmek için en çok başvurulan kavramlardan biridir. Erdoğan, Batı dünyasında yerleşen yeni imajında, ülkesinin basınına “korku” salan bir lider olarak görülüyor.
Önümüzdeki dönemde bu imajı karşısında ne yapacağı Başbakan’ın önündeki en kritik sorulardan biridir.

Yazarın Tüm Yazıları