Erdoğan’ın Taksim stratejisi

Taksim Meydanı’nın tarihi biraz da Türkiye’nin tarihidir. Bu tarihin akışında 1 Haziran 2013 önemli bir gün olarak hatırlanacaktır.

Haberin Devamı

Taksim Gezi Parkı’ndaki protestoya polisin vicdansızlık ölçülerindeki müdahalesine rağmen göstericilerin direnci kırılmamış, bu durum parkın içindeki eyleme kitlesel desteğin birden çığ gibi büyümesine yol açmıştır. Bunun üzerine polis, 1 Haziran’da Taksim Meydanı’nı ve Gezi Parkı’nı terk etmek zorunda kalmıştır.
Bu tarihten itibaren ülkenin en büyük kentinin en önemli meydanının bütün giriş çıkışları devletin güvenlik kuvvetlerinin kontrolü dışındaydı. Taksim Meydanı ve park, özerk bir alana dönüşmüştü.
Bu durum, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında simgeleşen devlet otoritesinin İstanbul’un kalbindeki meydandan  ricat ettiğini gösteriyordu.

***
   
Nasıl savaşlar genellikle birbirini izleyen muharebeler, bir cepheden çekilme, sonra geri alma gibi iniş çıkışlı bir seyir izlerse, polisin Taksim’den geri çekilmesi de buradaki çekişmenin bir aşamasını temsil ediyordu.
Ancak yaşanan hadise, Başbakan açısından bir ilki işaret ediyordu. Çünkü Erdoğan, başbakanlığı döneminde 1 Mart tezkeresi gibi sınırlı istisnalar bir tarafa bırakılırsa, ciddi anlamda bir cephe kaybı yaşamamış, girdiği hemen hemen her mücadeleden kendi açısından muzaffer çıkmış bir lider.
Erdoğan, üç genel seçim kazanmasının yanı sıra ordu ile girdiği bilek güreşinden galip çıkmış, yüksek yargının partisini kapatma hamlesini savuşturmuş, 2010 referandumuyla yargıyı kendisi için pürüzsüz bir alan haline getirmiş, iş çevrelerini suskun bir davranış kalıbının içine sokmuş, keza basındaki pek çok muhalif sesi de susturmuştur. Bir başka anlatımla, egemenlik alanının sınırlarını istikrarlı bir şekilde devamlı genişletmiştir.
Ama Taksim Meydanı’ndan çekilmek zorunda kalmıştır.
Erdoğan’ın bu ricat hareketini nasıl hazmedeceği ve ne şekilde karşılık vereceği sorusu, 1 Haziran Cumartesi gününden itibaren Taksim Meydanı’nın üzerinde asılı duruyordu.

***
   
Yapılan tartışmalarda Başbakan’ın muhtemel tepkisi konusunda başlıca iki görüş ortaya çıktı. Bunlardan birincisi, Erdoğan’ın eylemcilerle diyaloğa girip, onların taleplerini belli ölçülerde karşılayarak elle tutulur bir esneklik sergilemesi ve krizin bu şekilde aşılması seçeneğiydi. Ancak bu yönde pragmatik bir hareket tarzı “geri adım” şeklinde okunacak ve yenilgi duygusuyla yaşamaya pek alışık olmayan Erdoğan için zor bir durum yaratacaktı.
İkincisi, belli bir süre bekleyip, direnişin güçten düşebileceği hesabını da yaparak, uygun bir zamanda girişilecek bir karşı hamle ile meydanı ve ardından parkı geri alıp, otoritesini yeniden tesis etmesi seçeneğiydi.
Mizaç olarak kavgacı bir kişiliği olan, siyasi stratejilerini daha çok çatışma ve gerilim üzerine inşa eden Erdoğan, “Ben değişmedim” diyerek ikinci seçeneğe yöneldi. Bu anlamda önceki sabah Taksim’de yoğun biber gazı eşliğinde başlayan polis harekâtı, Erdoğan’ın bu meydanda sürpriz bir şekilde kendisine yapılan hamleye tam 11 gün sonra verdiği yanıtı gösteriyordu.
Başbakan, bu hareket tarzına girerken muhtemelen şu faktörü de hesapladı. Dün bir araya geldiği heyeti Taksim Meydanı’nı geri almadan kabul etseydi, sahada üstünlüğü kaybetmiş taraf olarak masaya oturmuş olacaktı. Önceki gün gerçekleştirilen polisin yine orantısız bir şekilde gaz kullanmaktan kaçınmadığı harekât, Erdoğan’ın masadaki konumunu yukarı çekti.
Bu arada, Başbakan’ın yöneldiği çatışma stratejisinin bir uzantısı olan büyük mitingler serisinin de Taksim’den 11 günlük çekilmenin kendisi açısından yol açtığı zemin kaybını telafi etmeyi de amaçladığını söyleyebiliriz.

***
    
Gelgelelim, bu çekişmede parantezin tümüyle kapandığını söyleyebilmek güç. Bunun nedeni, Gezi Parkı içindeki direnişin hâlâ sürüyor olması. Ayrıca, önceki sabaha kadar Taksim Meydanı’nı tutmuş olan siyasi mesajlı gruplarla kıyaslandığında, Gezi Parkı içindeki direnişçilerin yalnızca bu parkın geleceğiyle ilgili sınırlı bir talebi var.
Ve barışçı çizgisi dışına çıkmadığı sürece buradaki eylemin gösteri özgürlüğünün kapsamı içinde meşru kabul edilmesi gerekiyor. Üstelik hükümet de parkın dışındakilerle içindekiler arasındaki “ayrışma”yı kabul ederek bu hareketin meşruluğunu tescil etmiş durumda.
Park içindeki direnişin nasıl bir
finalle son bulacağı dün akşam itibarıyla ucu açık bir sorudur.
Ancak parantezin nasıl kapanacağı,
Gezi Parkı’ndaki gençlerin Türkiye’nin sivilleşmesi ve demokrasinin kökleşmesi yönünde önemli bir sıçrama gerçekleştirdikleri gerçeğini değiştirmeyecektir.

***

Haberin Devamı

Not: Dünkü yazımın en son paragrafında “31 Mayıs sonrası dönemi” anlatırken yanlışlıkla “Ocak” diye yazmışım. Düzeltir, özür dilerim. S.E.

Yazarın Tüm Yazıları