Ruh yorgunuyuz

Stres, öfke, kaygı, depresif eğilimler ve daha pek çok şey ‘ruhsal yorgunluk’ yapabiliyor. Keyifsiz, mutsuz, huzursuz, kaygılı günlerin sayısı arttıkça yorgunluk daha kalıcı ve can sıkıcı hal alıyor. Peki ‘ruh yorgulnuluğu’nun hangisine dikkat kesilmeli? Ruhu dinlendirmenin yolları neler? Buyurun...

Haberin Devamı

YORGUNLUK herkesin başına gelebilecek bir sorun. Hemen her insan az ya da çok, hafif ya da şiddetli, kısa ya da uzun süreli yorgunluklar yaşar. Yorgunluk biz doktorlar için de en karmaşık şikâyetlerden biri. Karmaşık, çünkü elimizde hâlâ kesin bir tanımı yok yorgunluğun. Karmaşıklığın bir nedeni de ne zaman normalden anormale geçtiğimizi belirleyen nesnel bir yorgunluk testine sahip olmamamız, yorgunluğun derecesini ölçüp hesaplayamamamız. Kısacası sorununuz yorgunluksa eğer sizin de bizim de işimiz oldukça zor! Yorgunluğun bedensel ve ruhsal nedenleri olabiliyor ama son zamanlarda yaygınlaşan şeklinin ruhsal yorgunluk olduğu düşünülüyor. Yönetilemeyen stresler, dizginlenemeyen öfkeler, yoğunlaşan kaygı ya da endişeler, derinleşen depresif eğilimler (ve tabi ki depresyonun bizzat kendisi) ve daha pek çok şey ruhumuzu örseleyebilip ‘ruhsal yorgunluk’ yapabiliyor. Bana göre en çok da depresyon ve kaygı ile ilişkili yorgunluktan yakınanlarda artış var. Keyifsiz, mutsuz, huzursuz, kaygılı günlerin sayısı artıp gönülleriniz yıprandıkça yorgunluklar daha bir kalıcı ve can sıkıcı hal alıyor. Depresyona halk arasında ‘gönül yorgunluğu’ denmesi bundan olmalı. Depresyonda yorgunluk kendini iki biçimde gösterebiliyor. İlki ve sık görüleni zihinsel yorgunluk. Zihinsel yorgunluk en çok da bir zamanlar hoşlandığınız, keyif aldığınız, yapmaktan mutluluk ve huzur duyduğunuz şeyleri yapmak için gereği kadar motive olamamak, ihtiyaç duyulan hevesi eskisi gibi yaşayamamak bir şeye odaklanamamak ve unutkanlık, dalgınlık biçiminde ortaya çıkıyor. İkincisi ise uyku düzeninde değişiklikler. Çoğu gönül yorgununun uyku düzeni de bozuluyor. Bir kısmı aşırı bir uyuma isteğiyle kıvranıp, uykuya doyamıyor. Ne kadar uyursa uyusun her uykudan yorgun uyanıyor. Yorgunluğunu uykusuzlukla uyku bölünmeleri veya sabahın erken saatlerinde ‘pat’ diye uyanıp uykuyu bir daha tutturamama şeklinde yaşayan ‘uyku sürgünü’ depresifler de var.

Haberin Devamı

BU BELİRTİLER ÖNEMLİ

Eğer yorgunluğunuz gittikçe derinleşiyor ve ona huzursuzluk, yoğunlaşma/konsantrasyonda zorlanma, sinirlilik/ani tepkiler vermeye başlama, aşırı duygusal tepkiler/örneğin olur olmaz şeylere ağlama, kas gerginlikleri, genel bir huzursuzluk hali, her sabaha yorgun uyanma, uyku eğilimi ya da uyku düzeninde bozulmalar, gereksiz yere suçluluk duygusuna kapılmalar, konuşmak ya da iş yapmakta zorlanmalar ve benzeri yakınmalardan birkaçı da eşlik ediyorsa, probleminizin ruhsal bir sebebinin olabileceği aklınızda olsun. Bana sorarsanız her sağlık sorunu gibi yorgunluğunuzu da ciddiye alın, saklamaya ya da çözümünü ertelemeye kalkmayın. Özellikle yorgunluğunuz belirli aktivitelerinizi eskisi kadar iyi ya da sık, düzenli yapmanızı engelleyecek noktaya gelmişse tıbbi yardım istemeyi ihmal etmeyin.

Haberin Devamı

BİR BİLGİ

Kadınlar daha yorgun

FARKLI ülkelerde yapılan çok sayıda araştırma gösteriyor ki, kadınlar erkeklerden daha yorgunlar. Rakamlar, kadınların erkeklerden en az 1.5 kat daha yorgun olduklarını gösteriyor. Aradaki farkın birinci nedeni, çok net olarak açıklanamasa da, kadınların yorgunluklarını doktorlarına daha kolay söylemeleri olabilir diye düşünülüyor. Kadınların demir eksikliği, tiroid tembelliği, hipoglisemi gibi organik/bedensel, depresyon ve kaygı gibi ruhsal kökenli yorgunluk hazırlayıcılarına erkeklere oranla daha yakın olmalarının da bu farklılığı yaratabileceği belirtiliyor.
HORMONAL GELGİTLER
Tabii, bu arada, biyolojik farklılıkların da etkisini unutmamak lazım: Kadınların her ay yaşadıkları adet döngüleri, hamilelik ve menopoz gibi dönemlerde yaşadıkları şiddetli hormonal gelgitlerin de onları daha fazla yorgun düşürmesi mümkün. Diğer taraftan kadınlar hayatın onlara verdiği görevler gereği de yorgun düşmeye daha eğilimli olabilirler. Özellikle çalışan kadının işi çalışma saatinin sona ermesi ile bitmiyor. Kadını evine döndüğünde temizlik yapmak, yemek pişirmek, evi derleyip toplamak, çocukların okul ödevleri ve bakımlarıyla ilgilenmek gibi pek çok ek görev bekliyor.

Haberin Devamı

BANA GÖRE

120 YIL ŞART MI?

HERKESİN merak ettiği bazı ortak konular her daim olmuştur ama bunlardan biri, hiç ama hiç değişmiyor. Ne zaman, nerede konuşulursa konuşulsun söz uzun ömrün sırlarından açıldı mı herkes ister istemez kulak kabartıyor. Aslında bu ayıp bir şey de değil. Saklasak da, açık etsek de hepimiz daha çok doğum günü pastası üflemeyi, yüz mumluk değilse de 80-90 mumluk doğum pastaları kesmeyi canı gönülden isteriz. Uzun ömrün sırrı ne? Genetik mi, şans mı? Yaşam tarzı seçimleri ya da maneviyat veya inanç mı? Yaşadığınız ortam mı, gelişen tıp ve yaygınlaşan eğitim olanakları, yükselen refah, iyileşen hijyenik koşullar, gelişen, büyüyen tıbbi olanaklar mı? Bence bunların hepsi (değişen oranlarda) etkili olmalı...
Kimi küçücük bir adada, bir dağ köyünde ya da bahçesinde tarlasında kendi kafasına uygun doğal yaşamla uyumlu bir ömür sürdüğü, kimi mükemmel bir bünyeye ve genetik mirasa sahip olduğu, kimi bilimin, teknolojinin, bilginin, refahın gücünden sınırsız ölçülerde istifade edebildiği, kimi de gerçek bir manevi güce ve inanç zenginliğine eksiksiz erişip öteki dünyayı bu dünyadan daha çok önemsemeyi yürekten istediği için uzun yaşıyor. Kimi az ama sağlıklı yiyerek, kimi sağlık kontrollerini ihmal etmeyip daha temiz, daha hijyenik, daha az stresli koşullarda yaşamaya özen göstererek ömrüne 3-5 yıl ekliyor. Uzun ömrün anahtarını, daha doğrusu anahtarlarını bulma yarışının daha uzun seneler sürüp gideceğinden en ufak bir kuşkunuz olmasın. Yaşlanmanın biyolojik temelleri çözüldükçe bizi şaşırtacak daha pek çok veri ile kafamızın daha da karışacağından hiç ama hiç şüphe etmeyin. National Geographic/Türkiye son sayısının kapağında aynen şunlar yazıyor: Şimdi doğanlar 120 yıl yaşayacak/abartmıyoruz yeni bilimsel gelişmeler uzun bir ömrün habercisi. Vaktiniz olursa dergideki yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. Ama şu soruyu sormadan da duramıyorum: 120 yıl yaşamak şart mıdır?

Haberin Devamı

İYİ HABER

Zayıflatan bakteri BULUNDU

BARSAKLARDA yaşayan bir bakteri türünün şeker hastalığı ve şişmanlığa çözüm olabileceği öne sürüldü. Belçika’da yapılan laboratuvar çalışmalarında deney farelerinin barsaklarında bulunan bir bakterinin şişman farelerin sağlık sorunlarını iyileştirdiği gözlemlendi. Bu olumlu gelişmenin bakterilerin barsakların iç yüzeyini değiştirip gıdaların emilimini azaltmasıyla oluştuğu düşünülüyor. Bilim insanları benzer testleri insanlar üzerinde de yaparak aynı bakterinin kilo yönetimine katkısını incelemeyi planlıyorlar.
HER HÜCREYE 10 BAKTERİ
Bedenimizdeki toplam hücre sayısının 10 katı kadar olan yararlı bakteriler, bağırsaklarımızda bizimle birlikte yaşıyor ve sağlığımızı doğrudan etkiliyor. Araştırmacılar, tüm barsak bakterilerinin %3-5’ini oluşturan ‘Akkermansia muciniphila’ adlı bakterinin şişmanlarda azaldığını belirlediler. Yüksek yağ içerikli diyet yaptırılan ve bu bakteri yedirilen farelerin yarı yarıya yağ kaybettikleri ve insülin dirençlerinde azalma olduğu gözlendi. Beslenmeye eklenen bakterilerin barsaklardaki mukus miktarını artırdığı, bu durumun gıda emilimini engellediği düşünülüyor. Bu arada bazı kimyasal sinyallerin de değiştiği fark edildi. Beslenmeye lif eklendiği zaman da barsaklardaki Akkermansia muciniphila miktarının arttığı ve vücut yağ doku miktarının azaldığı görüldü. Bu sonuçlar, insülin direnci, şeker ve şişmanlık tedavisinde bu bakteriden yararlanmak için ilk verilerdir. İleriki yıllarda bakteri temelli tedaviler gündeme gelebilecektir. Elbette bütün gün pide, kek, pasta, börek yiyip üzerine bu bakterileri yutmak uygun bir davranış olmaz! Dengeli, niteliği ve niceliği iyi ayarlanmış bir beslenme programı ile düzenli aktivite günlük yaşamımızda sağlığımızı korumak için yapmamız gereken ana davranış modelleridir.

Yazarın Tüm Yazıları