Eğlencenin dünü, bugünü, yarını

Nasıl ki yatağında akan suyu engellediğinizde aşıp taşar, baskı dönemlerinin de gayrimeşru ikizidir eğlence

Haberin Devamı

Geçen cumartesi oğlum ve gelinim birlikte Küçükçiftlik Parkı’na gitmek üzere yola koyuluyoruz.
Hava, şehir ahalisi hafta sonu keyfini gönlünce çıkarsın dercesine açmış, sokaklar insan almıyor, öyle kalabalık....
İnönü Caddesi’ne sapmamızla birlikte kaynamanın fokurdamaya dönüştüğünü fark ediyoruz...
Caddenin bir yanı statta oynanacak son maçta takımını desteklemek için gelmiş taraftarlar tarafından, diğer yanıysa çoluk çocuğu kaptığıyla kendini şehrin ilk gastronomi etkinliğine atmış İstanbullular tarafından işgal edilmiş durumda: Gastro İstanbul Festivali.....
Tam bir şenlik... Bayraklar, balonlar, şarkılara karışan marşlar eşliğinde seyyar satıcıları yarıp kendimizi parktan içeri atıyoruz. Caddedeki şenlik, içeride de berdevam. Birbiri yanına kurulmuş beyaz çadırların önünde kuyruklar uzayıp gidiyor, çimlere serpiştirilmiş masalarda tek kişilik yer yok. İnsanlar mutlu. Ve herkesin dilinde “Ne yemeli?’’ sorusu...
Haksız da sayılmazlar hani. Çadırların her biri İstanbul’un ünlü bir lokantasına ev sahipliği yaptığından seçim kolay değil. Yeme-içme ve eğlence sektöründen kimi arasan parkta. Şefler, işletmeciler... Bir o kadar da yerli ve yabancı basın mensubu.

Haberin Devamı

HEY GİDİ GÜNLER HEY

Sadece yenip içilmiyor ama... Parkın orta yerine kurulu büyük çadırda bir dizi etkinlik de düzenlenmiş. Paneller, workshop’lar, sohbetler...
Etkinlik faslının katılımcılarından biri de benim. ‘Gece gezmesi ve kadın’ üzerine kısa bir sohbetin üç konuşmacısından biri...
Sevgili Savaş Özbey arayıp da paneline davet ettiğinde şaşırmadım desem yalan olur. Konuşulacak konu yemek olsa neyse, içmek olsa hayda hayda da... Ben ve gece gezmesi???
Duraksadığımı fark eden Savaş, “Sizden gece hayatının dününü anlatmanızı isteyeceğim” dedi. Diğer konukları Didem’le (Özgen) eğlencenin bugününü, Hazal’la (Yılmaz) yarınını konuşacakmış, benimle de di’li geçmiş zamanını... Nazik adam, mazi-gazi demiyor da anlamamı bekliyor.
Tamamdır dedikten sonra şöyle bir gerindim ve içimi çeke çeke “Hey gidi günler heyy!” dedim.Sorsun bakalım, hatırladığımızı hatırladığımız kadarıyla anlatırız..
Saat geldi, biz ve bizden önceki konuşmacılar, izleyiciler, mebzul miktarda yabancı basın mensubu etkinlik çadırına doğru seğirttik ve ne olduysa o anda oldu. Ortalık güllük gülistanlıkken bir anda gözümüz yaşarmaya, aksırıp tıksırmaya başladık. Önce anlayamadım sonra birilerinin “Biber gazı attılar” dediğini duydum.
İlk tepki, şaşkınlık. Gastronomi festivalinde biberin sivrisinden çarlistonuna binbir çeşidi olur da gazının işi ne?
İkinci tepki, öfke. Elleri kırılır inşallah !
Üçüncü tepki, utanç. Atan adına, olan biteni anlamayıp soran gözlerle bakan yabancılar adına duyulan derin bir utanç.
Ağlaya sızlaya girdiğimiz çadırdan güle oynaya çıktık ama...
Müthiş keyifli sohbetler yapıldı.
Bizimkine gelince Didem öyle bir ‘eğlencenin bugünü’ tablosu ve o tabloda yer alan öyle bir günümüz kadını portresi çizdi ki, içimden “İyi ki yaşayacağımı çoktan yaşamışım” duygusu geçti. Hazal öyle bir yarın tablosu çizdi ki aslını soracak olursanız bir yanı alabildiğine yabancı öbür yanı alabildiğine tanıdık geldi.
“Evlere çekilecek eğlence” dedi. “Hatta çoktan çekildi bile” diye ekledi. Hem bir anlamda bitirilip tüketildiği hem nasıl eğlenilecek raporu yazılıp zaptu rapta alınmaya çalışıldığı için...
Nasıl ki suyu akışına bıraktığınızda yatağından çıkmaz da engellemeye kalktığınızda aşıp taşar, baskı dönemlerinin de gayrimeşru ikizidir eğlence...
Ve de eğlencenin olmazsa olmaz mündemiçleri... İçkisi, dansı, flörtü, müziği...
Kadına gelince... O bilir: Onun olmadığı yerde eğlenmenin adı olsa olsa ‘yarenliktir’..

 

Yazarın Tüm Yazıları