Başkanlık planları ile İmralı süreci ayrışmalı

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Öcalan ile görüşmelerin yeniden başlamış olduğunu ilk kez yılbaşından hemen önce 28 Aralık akşamı TRT’de açıkladı.

Haberin Devamı

Biraz daha geriye, üç ay öncesine gidelim. Başbakan’ın 28 Eylül’de ATV’de “İmralı ile görüşülecek mi?” sorusuna “Herhalde öyle bir şeyler olabilir. Yani denenecek yine, yine görüşülecek. Hakikaten bir netice alabileceğimiz umudu netleşirse ona göre diğer adımları atarız” şeklinde verdiği yanıt, aslında bu tarihten çok daha önce önemli bir esnekliğe hazır olduğunu gösteriyordu.
Sonradan basına yansıyan haberlere bakılırsa, müzakereler ağustos ayında başlamıştı bile. Her halükârda, Oslo sürecinin 2011’de sekteye uğramasından sonraki yeni görüşme sürecinin geçen sonbaharda yürümekte olduğunu söylemek hata olmaz.

* * *

AK Parti, TBMM’deki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na anayasa taslağının “yasama” bölümüne ilişkin önerilerini 5 Kasım, başkana geniş yetkiler de içeren “yürütme”ye ilişkin önerilerini ise 27 Kasım tarihinde sunmuştur.
Sonuçta Erdoğan’ın TBMM’de başkanlık modeline ilişkin hamlesini yapmasıyla İmralı’da Öcalan ile müzakereleri yeniden başlatma inisiyatifini sergilemesinin zamanlama olarak önemli ölçüde örtüştüğünü söylemek mümkündür.
Erdoğan’ın bu hamleleri yaparken yaklaşan bir çumhurbaşkanlığı seçimi takviminde attığı adımların birbirlerine muhtemel etkilerini görmemesi düşünülemez. En azından, başkanlık önerisini referanduma götürebilme şartı olan 330 milletvekili sayısına ulaşabilmek için TBMM’de “birileri”nin desteğine ihtiyaç duyacağını çok iyi biliyordu Erdoğan.
Milliyet’te yayımlanan İmralı tutanaklarında Öcalan’ın “Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” dediğinin ortaya çıkması, ardından BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın yeni anayasada AK Parti ile başkanlığın görüşülebileceğini söylemesi yan yana getirildiğinde, Erdoğan’ın başkanlık hedefine ulaşma stratejisi ile İmralı süreci arasında açık bir bağlantı açıkça tesis edilmiştir.

* * *

Haberin Devamı

Sonuçta, yeni anayasada hükümetin Kürt sorununun çözümü yönünde ileri düzenlemeler getirmesi, bunun karşılığında BDP’nin de geniş başkanlık yetkilerine olurunu bildirmesine dayanan bir “ver-al” pazarlığı olasılığı, bugün itibarıyla Türkiye’de siyasetin gündemini en çok meşgul eden konulardan biridir.
Kurulan bu denklem, pek çok çevreyi ciddi bir ikilem içine sokmuştur. Bu ikilemin bir boyutunda yürümekte olan İmralı sürecinin Kürt sorununda barışçı bir çözüme kapıyı açtığı konusunda kamuoyunda ilk kez belirgin bir iyimserlik yaratmış olması geliyor. Sürece muhalefet eden kesimlerin gücü azımsanmamalıdır; ancak toplumdaki çoğunluk eğilimine bakıldığında destek çizgisinin yüksek olduğu söylenebilir.
İkilemin diğer boyutunda ise bu iyimser ruh halini paylaşan ve sürece içtenlikle destek veren, Kürt siyasi hareketinin taleplerinin karşılanması yönünde ileri adımlar atılmasını savunan pek çok kesimin, iş Başkanlık tartışmasına geldiğinde, bu modeli Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından sorunlu görmesi yatıyor.
Türkiye gibi demokrasi kültürünün henüz tam olarak kökleşmediği bir ülkede fren ve denge mekanizmalarının zayıf tutulduğu güçlü bir Başkanlık tasarımının, Türkiye’nin demokrasi yörüngesinden savrulmasına yol açacağı konusunda kaygı duymak için yeteri kadar neden vardır. Anayasa hukukçusu Prof. Ergun Özbudun’un dün Taraf gazetesinde Neşe Düzel’e verdiği mülakat, AK Parti’nin öngördüğü nitelikte güçlü bir başkanlık modelinin demokrasi açısından taşıdığı risklerle ilgili olarak çarpıcı değerlendirmeler içeriyordu. Prof. Özbudun, bu modeli “yarı-demokratik bir sistem” olarak nitelendiriyor.

* * *

Haberin Devamı

Sonuçta, Türkiye’de demokrasiyi geriye götürme potansiyelini taşıyan bir başkanlık rejimi ile Kürt sorununa çözüm perspektifinin aynı anayasal mimarinin parçaları olarak toplumun önüne konup sandıkta destek istenmesi ihtimali ciddi anlamda sıkıntı ve kafa karışıklığı yaratacaktır.
Böyle bir yöntemin kaçınılmaz bir sonucu, Kürt sorununun çözümünün Başbakan Erdoğan’ın başkan olma heveslerinin ipoteği altına girmesi olacaktır. Bu durumda, ikinci başlıktaki başkanlıkla ilgili tartışmalar toplumda büyük bir uzlaşı gerektiren Kürt sorununa ilişkin birinci başlığı ciddi bir şekilde gölgeleyecektir.
Dolayısıyla, bu iki unsurun bir an önce birbirinden ayrıştırılması, aradaki bağlantının koparılması hem Kürt sorunu hem de demokrasi hedefi açısından bir zorunluluğa dönüşüyor.

Yazarın Tüm Yazıları