Yargının zirvesinden yargıya AİHM mesajları

DÜN Ankara’da Avrupa Konseyi, Adalet Bakanlığı ve yüksek yargı kurumları tarafından ortaklaşa düzenlenen “Türkiye’de İfade ve Medya Özgürlüğü” başlıklı konferansı izlerken dikkatimi çeken bir konu, kürsüye çıkan konuşmacıların hepsinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihatlarının hayata geçirilmesi gereği üzerinde son derece kuvvetli mesajlar vermeleri oldu.

Haberin Devamı

Konuşmacılar, yalnızca bu taahhüdü vurgulamakla kalmadılar, aynı zamanda mahkemenin ifade özgürlüğüyle ilgili kararlarından son derece geniş, ayrıntılı atıflar da yaptılar değerlendirmelerinde.

Örneğin konferansta açış konuşmasını yapan Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in Hoşa gitmeyen, rahatsızlık veren, hatta şok eden fikirlerin, en az zararsız ve etkisiz gibi görülen, makul ve makbul sayılan fikirler kadar hoşgörüyle karşılanması gerekir” şeklindeki sözleri AİHM’nin 1976 tarihli ünlü Handyside kararına açık bir referanstır.
  
* * *

Bu atıf, AİHM’nin yerleşik içtihadının, bir Türk Adalet Bakanı’nın konuşmasına kadar yerleştiğini göstermesi açısından önem taşıyor.

Keza Yargıtay Başkanı Ali Alkan’ın konuşmasında “İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan haber ve düşünceler için değil aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden düşünceler için de uygulanmalıdır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açıkfikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz” şeklindeki sözleri de Ergin’inkine paralel bir AİHM göndermesiydi.

Konuşmacılar ifade özgürlüğünün demokrasinin niteliği, kalitesi açısından taşıdığı hayati rolün önemi üzerinde de kuvvetli çıkışlar yaptılar.

Örneğin Yargıtay Başkanı, “Bir devletin demokratikleşmesinin gerçekçi işaretleri ifade özgürlüğü alanında izlenir ve otoriterleşme eğilimleri de ilk önce ifade özgürlüğünde kendini gösterir” diye konuştu.

Alkan, ardından -diğer göstergeler bir yana- ulusal mahkemelere ve AİHM’ye ifade özgürlüğü alanından giden dava dosyalarının sayısına dikkat çekerek, “Maalesef bu konuda bir sorunumuzun olduğu açıktır” diye konuştu.

* * *

Haberin Devamı

Peki sorun nereden kaynaklanıyor?

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a göre, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulamasında ifade özgürlüğü alanındaki sorunlar önemli ölçüde “uygulamadan” çıkıyor. Kılıç’ın “Evrensel ilke ve kavramlarla örtüşmeyen yorum ve anlayışlar, çağdaş dünya ile bağlarımızı koparmaktadır” şeklindeki sözleri yargıya yöneltilmiş açık bir eleştiri niteliğinde.

Kılıç’ın şu sözlerinde de yine yargıya dönük eleştiri payı oldukça yüksek:

Anayasanın ya da yasaların verdiği imkânların arkasına saklanarak uluslararası kabul gören değerleri yok saymak veya risk yüklenmekten kaçınmak yargının sahip olduğu konumla asla bağdaşmaz.”

Kılıç’ın bu sözlerinden meselenin özüne geliyoruz. Türkiye’de 2004 yılında Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren başlıklar söz konusu olduğunda, uluslararası sözleşmelerin ulusal yasaların üzerine çıkacağı hükmü getirildi.

* * *

Haberin Devamı

Türk yargısı açısından gerçek bir hukuk reformu anlamına gelen bu düzenleme, yargıçlara doğrudan AİHM içtihatlarını esas alarak karar verme görev ve sorumluluğunu yüklüyor.

Yine Kılıç’ın sözlerinden gidersek, bu değişikliğin, “Milletlerarası insan hakları normlarını doğrudan uygulamakta ürkek, çekingen ve mesafeli davranan yargıçlarımızı bu konuda teşvik edeceği, daha doğru bir ifadeyle zorlayacağı düşünülmekteydi.”

Oysa aradan geçen 8 yıllık uygulama döneminde bu beklentinin yerine getirildiğini, yargının bu değişikliği kuvvetli bir şekilde içselleştirdiğini ve hayata geçirdiğini söyleyebilmek zor. Avrupa Konseyi ile birlikte bu başlık altında bir konferans düzenlenmiş olması, yargıdaki zihniyet dönüşümü açısından daha kat edilmesi gereken çok uzun bir mesafe olduğunu gösteriyor. Belki bütün bu çabayı bir zihniyet değişiminin sancıları olarak da görebilirsiniz.

Yazarın Tüm Yazıları