Yaşasın kötülük!

O, yazarken kıkır kıkır gülüyor.

Haberin Devamı

Ama yazılarına konu olanların, okuduklarında güldüklerini sanmıyorum.
Yılansı ve acımasız bir dili var.
Üstelik bunu bilinçli yapıyor.
Zeki ve kötücül olmanın, iyicil ve saf olmaktan çok daha iyi olduğuna inanıyor. Süzgeci yok. Dilinin kemiği de.
Derdinin, insanlara ayna tutmak olduğunu söylüyor. Kalpleri kırılmış- kırılmamış umurunda değil. Zaten yakında çıkacak kitabının adı da ‘İnsanları Küstürme Sanatı.’
Attığı tweet’ler de yazıları kadar ilginç.
Onu aradım, “Seninle ‘yaşasın kötülük!’ röportajı yapmak istiyorum” dedim.
Güldü.
“Kabul edersen, tişört bastıracağım
sana, ne yazdırayım üstüne?” dedim.
“When I am bad, I am better!” dedi.
“İyiyken iyiyim, kötüyken daha iyi” diye çevirdik.
Ve o üzerindeki ‘Yaşasın kötülük!’ tişörtüyle kötülük üzerine konuştuk…

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55eabb71f018fbb8f8932998

Sen ajan mısın?
- ‘Agent’ın Türkçe karşılığı yoktu. Kendimle dalga geçmek için “Ajanım” dedim, üzerime yapıştı kaldı. Ama gerçek anlamda da edebiyat ajanıyım.

N’apar edebiyat ajanı?
- Yazarın haklarını temsil eder. Yazarla diğer bütün kurumlar arasında aracılık yapar.

Kimlerin ajanısın?
- Ayşe Kulin, Ahmet Altan, Perihan Mağden, Hasan Ali Toptaş, Latife Tekin, Kürşat Başar, Buket Uzuner, Canan Tan, Celil Oker, Murat Somer, Aslı Erdoğan, Hatice Meryem. Var da var…

Daha önce ne iş yapıyordun?
- 95-96’da Vizyon dergisinde çalıştım, hem kitap eleştirisi yaptım hem de röportaj. Sonra Milliyet grubuna geçtim, iki sene de Fatoş Erbil’le çalıştım. Kendi başıma bir şey yapayım düşüncesi o zaman başladı…

Murathan Mungan’ın ajanı olmasaydın Barbaros Altuğ olur muydun?
- Olmayabilirdim. Ama ben sadece Murathan’la başlamadım, Latife Tekin ve Vedat Türkali de vardı…

Bu işe onlarla başlamasan, camia kabul etmez miydi?
- Katiyen etmezdi. O yazarlar arkamda çok sıkı durdukları için var olabildim.

Senin edebiyat uzmanlığın nereden geliyor?
- Bu insanların bir kısmını çocukluğumdan beri tanıyorum. Adalet Ağaoğlu teyzemin çok yakın arkadaşlarından biriydi. Latife Tekin’i de çocukken tanıdım, “Teyze” diyordum ona. Murathan’ın ilk kitabını da teyzemlerin yayınevi basmıştı…

Haberin Devamı

Yazılarında neye dayanarak “Kötü edebiyat, iyi edebiyat, kötü yazar, iyi yazar” diye yargılıyorsun?
- Ben bugüne kadar hiç kimsenin yazdıkları için “İyi edebiyat, kötü edebiyat” demedim. Benim derdim yazarın ‘duruş’uyla. Bazı yazarların, bazı şeylere ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Daha açık konuşmak gerekirse, büyük yazarların bazı şeylere tenezzül etmesi beni sinirlendiriyor. Ben de bunları yazıyorum.

Belli ki onları sevmiyorsun…
- Herkes, herkesi sevmek zorunda değil. Benim bazı insanları sevmeme özgürlüğüm var. Onların çırpınışını zavallı ve acıklı buluyorum. Yoksa ‘edebiyatı iyi, edebiyatı kötü’ ayrımı yapmıyorum. Yapmak da istemem. Çünkü kendi yazarlarımı kayırmak istemem. Ama tabii şu da var: Beğendiğim yazarlarla çalışıyorum. Tuna Kiremitçi, seneler önce gelmişti, “Çalışamayacağız, kusura bakma” demiştim. Ama bu, Tuna Kiremitçi’nin edebiyatıyla alakalı değildi. Ben oturup çay, kahve içeceğim, bana bir şey söylediğinde hakikaten inanabileceğim insanlarla çalışmayı seviyorum.

Haberin Devamı

Bu söylediklerinden şunu mu anlamam gerekiyor: Aleyhinde yazdıkların, ‘düşük karakterli’ insanlar…
- Düşük karakterli değil ama karakterleri engebeli yollarda bozulmuş diyelim!

Peki sen kimsin ki, onları böyle yargılayabiliyorsun?
- Ben kim miyim? Yazdığım her şeyin bir alt yapısı var. Bir buçuk sene yazı yazdım bu insanlar hakkında. Bugüne kadar da bir tane bile düzeltme gelmedi…

Ölçü bu mu? Düzeltme gelmemesi mi? Ben de aleyhimde yazı yazan kimseye düzeltme göndermiyorum…
- Ama itiraz edersin en azından. Etmediler.

Bazen ciddiye almadığın için de etmezsin…
- Öyle deme, hakkında yazı yazdığım insanlar sonra Londra’da sokakta arkadaşlarına, “Bak benim hakkımda neler yazıyor!” diye şikâyet ediyorlar.

Haberin Devamı

ORHAN PAMUK İNGİLTERE’DE 2 BİN SATTI

Orhan Pamuk çıkıp, “Çok satan yazarım” diyor. İngiliz Yayıncılar Birliği’nin raporunu yayımladım. Değilsin abi! İngiltere’de 2 bin tane satmışsın, 2 bin taneyle de en çok satan ilk 5 bin kitap arasına giremiyorsun. Niye bize öyleymiş gibi göstermeye çalışıyorsun? Nobel kazanmışsın, Orhan Pamuk’sun bunlara da tenezzül etme artık!

/images/100/0x0/55eabb71f018fbb8f893299a

Bilinçaltımdaki hınç yüzeye çıkıyor

Eleştirilerini, insanları aşağılamadan yapmanın bir yolu yok mu?
- Kendimi tutamıyorum. Yazmaya başlayınca bilinçaltımdaki hınç, ben farkında olmadan yüzeye çıkıyor. Oysa ben, hafif bir yazı yazmak istiyorum. Ama sonra kendimi kontrol edemiyorum. Ve çok eğleniyorum. Kıkır kıkır gülerek yazıyorum. İçimdeki de insanların foyasını ortaya çıkarma dürtüsü…

Haberin Devamı

Arada, “Çok ileri gitmişim” dediğin olmuyor mu? Ya da annen filan demiyor mu, “Evladım yapma, etme” diye…
- Başta diyordu, bir süre sonra dememeye başladı. Çünkü onun beğendiği insanlara da bulaşıyorum. Yorum yapmazsa anlıyorum ki hoşuna gitmemiş. Artık gazetede yazmadığım için mutlu…

Kültür sanat cahillerin elinde

Bir çağdaş sanatçı, “Saatchi’de sergi açıyorum!” diye hava atıyor, “Orada sergi açabilen ilk Türk sanatçısıyım” diyor. Gazeteler de dana gözü gibi haber yapıyor. Ben de diyorum ki, “Hayır yavrum, sen o değilsin! Para verdiğin için Saatchi sana salonunu açtı. Sen o parayı verdikten sonra düğün bile yapabilirdin orada!” Oysa bunları söyleyen kimse yok, herkes alkışlıyor. Ama doğru değil! Bu ülkede kültür sanat alanına dokunulamıyor, bir de ne yazık ki cahillerin eline kalmış.

Starsan eleştirilere tahammül edeceksin

Edebiyatçılar ve çağdaş sanatçılar, bugünün ‘yıldız’ları. Çok para kazanıyorlar, billboardlar’da boy gösteriyorlar, her yere röportaj veriyorlar, her kokteyle davet ediliyorlar. Ne var ki, ‘star’ olmanın gerektirdiği başka şeyler var: İnsanlar senin özel hayatın hakkında da konuşabilirler. Onlar hayatlarını kendilerine saklıyorlardı. Neden? Edebiyatçılar ve çağdaş sanatçılar dokunulmaz değil ki! Madem bu kadar pırıltılı bir hayat sürmek istiyorsun, ben de diyorum ki “Hayatını biraz deşelim o zaman! Starlık böyle bir şeydir, tahammül edeceksin...”

Ben bir ‘kalp kırıcı’yım

Neden bu kadar saldırgansın?
- Ben eğleniyorum. Konuştuğum gibi yazıyorum. Belki de mesele bu, hiç kimse konuştuğu gibi yazmıyor. Herkesin birtakım hesapları var. Kimse bugüne kadar bunları yazmamış. Oysa komik ve alaya alınması gereken şeyler…

Senin içinde kötülük mü var?
- Bazı şeyleri doğrudan söylediğin zaman, ‘kötülük’ diye algılıyor. Oysa bende ‘süzgeç’ yok. Ne düşünüyorsam söylüyorum. Üstelik bunu içmeden yapıyorum!

Sen bir ‘kalp kırıcı’ mısın?
- Evet, kesinlikle kalp kırıcıyım! Yakında kitabım çıkacak, adı ‘İnsanları Küstürme Sanatı.’ Benim yaptığım, insanlara ayna tutmak. Ama işte hoşlanmıyorlar, küsüyorlar. Beş tane çok konuşulan insan var. “Bunların başka tarafları da var, bir eşeleyelim bunları” diyorum, o kadar…

Ve sana göre ‘kötü olmak’ daha eğlenceli…
- Tabii canım, iyi, iyi… Nereye kadar? Ben Hasan Pulur muyum!

“İyiyken iyiyim, kötüyken daha iyi.” Bu lafı neden bu kadar seviyorsun?
- Çünkü “İyi olmak” çok basit bir oyun. İyi olursun, herkesle iyi geçinirsin ama bu çok bayağı bir şey. Ben Mevlana değilim, herkesle iyi geçinmek gibi bir derdim yok. Herkesle iyi geçinme derdi olan insanlarla kötü geçinme gibi bir derdim var!

Niye?
- Çünkü aslında herkesin içinde fokurdayan bir şey var. Ama bazıları, “Bunu göstermezsem daha iyi bir pazar kaparım!” hevesinde…

Sen de böyle söyleyerek, başka bir pazar kapma derdindesin! Ne farkı var ki…
- Ben kapmıyorum ki…

Ama en azından deniyorsun. Senin taktiğin, senin numaran da bu. Sen de öne çıkma derdindesin. Üstelik artık sadece bir ajan değilsin, Barbaros Altuğ olarak kendin markanla var olmaya çalışıyorsun…
- İyi de ben zaten bir tek edebiyata yoğunlaşan, bir tek edebiyatla var olmak isteyen bir insan olmadım ki. En yakın arkadaşlarım Hande Atazi’den tut Hakan Yıldırım’a kadar tuhaf tuhaf meslekler yapan insanlar…

Onlar da an gelip küsüyor mu sana?
- Tabii ki. Küsüp küsüp barışıyoruz. Hakan Yıldırım’la senelerce görüşmedik mesela. Çünkü aklımdan geçen her şeyi söylüyorum. Susmam mümkün değil. Bana da söylensin isterim, hiç gocunmam…

İyi de insan bazen birilerini kırmamak için, kilo almışsın demez mesela. “Amma şişmişsin!” demek kolaydır da karşındakini üzmenin manası yoktur…
- İşte bende o filtre yok. Dilinin kemiği olmayan insanlar ertesi gün bu yaptıklarına üzülebilirler ama ben üzülmüyorum da…

/images/100/0x0/55eabb71f018fbb8f893299c

Kötüsün o zaman!
- Hayır, sadece o söylediklerimin yanlış bir tarafı olduğunu düşünmüyorum.

Can yakmak, silmek, yok etmek, yerin dibine sokmak… Peki bütün bunlar ne için? Fark edilmek için mi, elinde olmadığı için mi?
- Eğlendiğim için! Bence esas neden bu. Çok eğleniyorum. Bayağı adrenalin yükleniyorum. Bunları yapabilen biri olduğum için de seviniyorum. Bilhassa da kimsenin pek dokunmadığı kültür sanat ve edebiyat dünyasında…

İtici, antipatik bulunmak seni üzmüyor mu?
- Hayır. Zaten az arkadaşım var.

Onlara da kafa atabilirsin…
- Atıyorum zaten. Hiçbirimiz, yüzde 100 şahane değiliz. Herkesin bir arızası var, benim ki de bu…

Bunu bir arıza olarak kabul ediyorsun o zaman…
- Gayet tabii. Ama benden daha arıza insanlar da var, Allah’tan ben kimseyi bıçaklamıyorum, saç saça baş başa kavga etmiyorum. Sadece yazıyorum.

Zeki ve kötücül olmak, iyicil ve saf olmaktan daha mı iyi…
- Zaten çok zekiysen, iyicil ve saf kalamazsın! O nedenle bence kötücül olmak daha iyi. Bu da tabii zekâ işi…

Çok zeki olunca kafa kötüye mi çalışıyor?
- E biraz öyle. Demin konuştuğumuz o laf,  “When I am bad, I am better” Mae West’in lafı. Hollywood’daki en kötü karakterlerden biri. Ama aynı zamanda en hınzır, en oyuncaklı tiplerinden biri. Onunla birlikte çalışan pek çok aktrisi hatırlamıyoruz bile ama onu unutmamız mümkün değil. Ya da Bette Davis, dünyanın en kötü kadınlarından biri. Joan Crawford’ın öldüğünü söylediklerinde, “Onun hakkında söyleyeceğiniz hiç mi iyi bir şey yok?” diye soruyorlar, “Var” diyor, “Ölmüş olması iyi bir şey!” Bette Davis’i de süper zeki bir kadın olarak hatırlıyoruz. Ama ben o kadar zeki değilim, kimsenin ölümüne sevinmedim!

Peki popüler insanlara laf çakıp, popüler olmaya uğraşmak, aslında başkaları üzerinden var olmaya çalışmak anlamına gelmiyor mu?
- Ne alakası var! Benim bundan önce de bir kariyerim vardı. Hem laf çaktım da ne oldu? Reklam teklifi mi geldi?

Hem kredi kartı kullanmıyorum diyeceksin hem de kredi kartı reklamına çıkacaksın

Elif Şafak’la alıp veremediğin ne?
- Dünya çapında bir yazarsan, bazı şeylere tenezzül etmemelisin diyorum.

Ederse etsin sana ne!
- Beni ilgilendiriyor…

Neden?
- Çünkü okuruna vaat ettiği dünyayla yaptığı şey zıt. Shop and Miles reklamına çıkarsan, “Ben Mevleviyim” dememelisin! Dersen de aldığın parayı Mevlana Dergâhı’na bağışlamalısın. Çünkü netice olarak sen bir yazarsın, şarkıcı olsan beni ilgilendirmez. Ama yazardan beklediğimiz, ahlaki bir duruştur. Flaubert, “Ben Madam Bovary’yim” diyordu…

Elif Şafak “Ben Mevleyim” mi diyor?
- Tweet’lerine bak. “Dünyadan vazgeçtim” diyor. “Kredi kartı kullanmıyorum” diyor, e o zaman Shop and Miles kartının satışına nasıl yardımcı oluyorsun?
Elif Şafak senin yazarlarından daha meşhur ve daha fazla para kazanıyor diye gıcık oluyorsun!
- Yoo, geçen sene Ayşe Kulin en fazla kazanan yazardı. Resmi Forbes listesi var, Kültür Bakanlığı’ndan alıyorsun görüyorsun, bir numarada Ayşe Kulin var…

Fotoğraf: Emre Yunusoğlu

Yazarın Tüm Yazıları