Ne arkasından ne önünden

AMERİKAN Hasta-nesi’nin kafeteryasında bekliyoruz.

Haberin Devamı

1980’lerin o olağanüstü filmi “Big Chill”in hüzünlü kahramanları gibiyiz.

İki kat üstte hayat mücadelesi veren bir arkadaşın başındayız.

Türk basın tarihinin son 30 yılı, bir dönem filmi karesine dönüşmüş.

Hasan Cemal’in, en esprili zamanlarında bile hüznünü gizleyemeyen yüzü, asıl halinde.

Biraz sonra Ali Kırca geliyor.

Erken beyazlaşan saçları, sanki gerçek yaşına kavuşmuş gibi harika duruyor.

Biraz sonra Cengiz Çandar...

Her zamanki gibi kazaklı.

Her zamanki gibi seferi...

Maşrık yazılarından dönmüş...

Daha doğrusu hiç dönememiş gibi...

Hiçbir yere ait olmayan, şakülünün merkezini Ortadoğu’ya dikmiş bir gazeteci.

Saçları zaten bembeyazdı, şimdi daha bembeyaz.

RESMİNİ ‘SEVGİLERİMLE’ DİYE İMZALAYIP ARKADAŞLARINA BIRAKMIŞ

Posta Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rifat Ababay anlatıyor:

Dün yazısını yazdı, sonra stendi değiştirmek için hastaneye gitti”.

Hastalığını öğrendikten sonra bir fotoğrafını “Sevgilerimle” diye imzalayıp bırakmış.

Sanki gazetesine, arkadaşlarına, okurlarına veda eder gibi...

Hastaneye giderken eşi Cemre’ye bile haber vermemiş.

Yanımda eski Büyükelçi Volkan Vural oturuyor.

Mehmet Ali Birand’ın Brüksel muhabirliği döneminden gelen arkadaşlıkları var.

Eşi Gülperi, yukarı çıkıp Cemre ve oğlu Umur’dan haber getiriyor.

Hepimiz 1960’ların 70’lerin insanlarıyız.

Mazimizde zor yıllar, sancılı yıllar var.

Hepimiz gazeteciliklerimiz dolayısıyla epey hırpalanmışız.

Her tarafımız yara bere içinde...

ARINÇ GELİP İÇİMİZİ RAHATLATIYOR AMA İÇİMİZ HİÇ ÖYLE DEĞİL

Biraz sonra Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç geliyor.

Onun sakin ve insani sıcaklığı, ortamı yumuşatıyor.

İyimser konuşmak istiyor.

Doktorlardan bilgi almış.

Doktorlar kritik dönemde” demişler.

Dışımızdaki ses iyimser, ama içimizde o derin şüphe...

Düşünüyorum.

Mehmet Ali Birand ismi neyi temsil ediyor?

Modern gazeteciliği...

Türk gazeteciliğini Anglosakson standartlara çeken gazeteciliği...

Kızmamayı, küsmemeyi...

Kızdırsa da barışmayı...

Barışsa da kızdırmayı...

Ama bu insani duyguları hiçbir zaman “kin” ve “nefret” denilen duyuların sınırına taşımayan insan.

Hastalıklar, sakatlıklar, yoksulluklarla geçen ıstırap dolu bir çocukluğa rağmen, hiç ezilmeyen bir kişilik.

O küçücük mahalleden gelip de dünyanın en kudretli siyasetçilerinin karşısında samimi bir arkadaş gibi duran, seviyeyi hiçbir zaman bir alt basamağa indirmeyen bir gazeteci portresi.

YAZMAK İSTİYORUM AMA HANGİ ANA VE KİME YAZACAĞIM

Ve bir gazeteci için, en hüzünlü an.

Henüz arkasından değil...

Ama önünden de değil...

Geç de değil, erken de değil...

Ne yüzüne söyleyebiliyorum, ne arkasından ağıt yakabiliyorum.

Duygularımı ne vicahiye çevirebileceğim, ne gıyabında mırıldanabileceğim zamansız bir yazı...

Arafta bir yazı...

Belki de tam zamanında bir yazı...

Sevgili Mehmet Ali, kültürümüz, örfümüz âdetimiz, inancımız bize der ki:

Allah’tan umut kesilmez...

Hiç olmazsa Allah’a sığınılır ve ondan yardım istenir.

En umutsuz anımızda bile ona sığınır, seni bize bağışlamasını dileriz...

Haberin Devamı

Bu yazıyı o anki duygularımla yazdım, değiştirmeye mecalim olmadı. E.Ö.

Haberin Devamı

Böyle bir anda işime  yaramayacaksa ben bu orduyu niye besliyorum

GERÇEK yakın tarih belki böyle yazılacak.

Dünkü yazımda eski Başbakan Tansu Çiller’in basın danışmanı Mehmet Bican’ın kitabından bir bölüm aktarmıştım.

Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la Körfez Savaşı sırasında istifa eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay tarihi görüşmesini anlatmıştı.

O sırada Semra Özal’ın telefon ettiğini ve eşiyle 20 dakika konuştuğunu yazıyordu.

O dönemde Özal’ın başdanışmanlığını ve özel kalem müdürlüğünü yapan Engin Güner aradı.

Mehmet Bey herhalde o toplantıyla bir başkasını karıştırıyor. O günkü toplantı 10 dakika sürdü” dedi ve sonra o günü anlatan bir mesaj geçti.

Haberin Devamı

* * *
  
Güner’in anlattığı o gün de şöyle:

Sevgili Ertuğrul Bey,

Bugünkü yazınızda Mehmet Bican’ın kitabından alıntı yaptığınız Necip Torumtay’ın istifasına ilişkin bölüm hakkında şunları söylemek isterim.

O zaman Cumhurbaşkanı Özal’ın Başdanışmanı ve Özel Kalem Müdürü’ydüm. Necip Torumtay 3 Aralık 1990 günü Köşk’e gelerek Özal ile görüştü. İstifa edeceğini tahmin etmiştik.

Özal ile baş başa görüşmesi en fazla 10-15 dakika sürdü. Görüşmeden sonra kendisini Köşk’ün kapısına kadar geçirerek uğurladım ve vedalaştım.

Hemen Özal’ın yanına girdim. Ne de olsa bir Genelkurmay Başkanı’nın istifası o günlerde önemli bir olaydı. Özal’a neler konuşulduğunu sordum.

Hiç önemsemez bir tavırla ‘İstifa etti, merak etme hiçbir şey olmaz’ dedi.

Ardından, ‘Çünkü korktu’ diye ekledi. Hemen orada yaptığımız kısa değerlendirmede, ‘Kuzey Irak’ta yapılacak olası bir harekât konusunda ordunun hazırlıklı olmadığını söylüyor, ben bu orduyu niye besliyorum, böyle kritik bir anda işime yaramayacaksa ne zaman yarayacak’ diye ekledi.

Son derece rahat ve umursamazdı. Hiçbir şey olmamış gibi günlük programımıza devam ettik.”

 

Yazarın Tüm Yazıları