Kurşun, sahiden de adres sormuyormuş...

Amerika’nın New York şehrinin 80’lerin sonundaki ve 90’ların başındaki halini bilenler daha kolay hatırlayacak. Bu şehir suça esir düşmüş, neredeyse yaşanmaz hale gelmişti.

1993 yılında genç bölge savcısı Rudy Gullianni, New York’ta belediye başkanlığına aday olduğunda kampanyasını suçla mücadele üzerine bina etti ve seçildi.
Gulliani, ‘kırık pencere’ adı verilen bir teoriyle hareket ederek suçla mücadele ediyordu. Teori, kabaca şunu söylüyordu: Eğer bir binada bir kırık pencere iki gün boyunca tamir edilmiyorsa, o binadaki diğer pencereler de yakında kırılacak demektir.
Yani, küçük suçlara tolerans göstermek daha büyük bir kısır döngünün oluşmasına neden oluyor, bütün suç türlerinde artışı beraberinde getiriyordu. O yüzden, küçük büyük demeden hiçbir suça tolerns göstermeyecekti Gulliani ve ekibi, hatta özellikle küçük suçlarla mücadeleye daha fazla ağırlık verilecekti.
Nitekim 1996 yılı geldiğinde herkes Gulliani’nin başarısından söz ediyordu. New York polisi, bütün suç kategorilerinde mucize yaratmış, suç oranları yarı yarıyadan fazla düşmüştü.
Gulliani efsane oldu.
Oldu ama daha sonra aynı konu incelendiğinde bir görüldü ki, aynı yıllarda Amerika’da başka büyük şehirlerde de suç oranları ciddi biçimde düşmüştü ve o şehirlerde Gulliani yoktu.
Yoksa, suç oranları bir sebeple zaten düşme eğilimindeydi ve Gulliani bu eğilimin üzerine mi binmişti? Daha da önemlisi, suç oranları neden düşmüştü?
Bu konuda onlarca teori ortaya atıldı, hatta ‘kanıt’lar bile söylendi ama bu teorilerin hemen hemen tamamının önemli bir sorunu vardı: Suç oranlarındaki düşüşle başka bir faktör arasında sadece istatistiki ilişki kuruyorlardı ve bu ilişki de her zaman çok anlamlı değildi.
Bir örnek vereyim: Ekonominin durgunluğa girmesiyle suç oranları arasında ilişki kuruluyordu mesela. Bugün Amerika’da yine durgunluktan tam çıkılmadı ama suç oranlarında anlamlı bir artış yok. Öyleyse geçmişe ilişkin kurulan ilişki de anlamlı değil.
Neyse, suç bilimi literatüründeki onlarca teori, binlerce sayfalık makale pek bir işe yaramış gibi gözükmüyor ama bilmeceye cevap hiç umulmadık bir yerden umulmadık zamanda gelmiş gibi gözüküyor bugün.
Suç oranlarındaki artışla kurşun arasında anlamlı bir ilişki var.
Kurşun, evet kimya derslerinde Pb simgesiyle adını öğrendiğimiz madde.
Yakın zamana kadar evlerimizin duvarları, pencere pervazlarımız kurşun içerikli boyalarla boyanıyordu. Otomobillerimizin tükettiği benzinde kurşun vardı. Bu metali aldığımız her nefeste soluyorduk.
Ama kurşunun sakıncaları ortaya çıktı; boyalarda kurşun kullanılması yasaklandı. Derken katalitik konvertörler devreye girdi, otomobillerimiz kurşunsuz benzin kullanabilir hale geldi. Ve kurşunla olan temasımız azaldı.
Tesadüf olamaz, kurşunla temas azaldıkça Amerikan şehirlerindeki suç oranları da düşmeye başladı.
Peki ne yapıyordu kurşun insana?
Özellikle çocuklukta kurşunla temas, IQ seviyesinin kalıcı olarak düşmesine neden oluyor.
Bir zamanlar Amerika’da kanda desilitrede 65 mikrogram kurşun ‘güvenli’ kabul ediliyormuş, sonra bu 50’ye, 25’e, 15’e ve 10 mikrograma kadar düşürülmüş. Şimdi söylenen, ‘Güvenli kurşun miktarı’ diye bir şeyin olmadığı...
Dedim ya havadan soluduğumuz kurşunun iki büyük sorumlusu var: Boyalar ve kurşunlu benzin.
Kurşunlu benzin artık ülkemizde de yok. Ama evlerimizdeki boyalarda hala var kurşun, olmaya devam ediyor olabilir.
Özellikle küçük çocuğu olan ailelerin ama aslında herkesin dikkat etmesi gereken bir şey bu. Evinizdeki pencerelerin vs boyası kurşun içerikli olmasın, eğer öyleyse bir an önce o boyayı kazıtıp kurşun içermeyen boyalarla boyayın.
Kurşun, çünkü sahiden adres sormuyor.
* * *
Bu yazıdaki bilgileri ve daha fazlasını, eğer merak ediyorsanız Mother Jones dergisinin internet sayfasında, http://www.motherjones.com/environment/2013/01/lead-crime-link-gasoline?page=1 adresinde bulabilirsiniz. Ben bu yazı için dergideki kapsamlı haberden yararlandım.
Yazarın Tüm Yazıları