Hayatın kirliliğinden kendilerini pasta yaparak koruyorlar

ŞEHRİN en şahane pastacısı kuzenim.

Haberin Devamı

Cümleyi yazdım.
Sonra düşündüm.
Kıyak mı geçiyorum diye.
Çünkü Kutas Tülek Gür, kuzenim. Kutas Pasta da onun eseri.
Güzel Sanatlar’da seramik okudu Kutas... Belki de... Belki de değil öyle, sanatçı olduğu için pastaları farklı. Gerçekten döktürüyor. Hayallerinizi, pasta olarak karşınıza getiriyor.
Ondan çıkan, estetik olmayan, uyduruk, şişirilmiş, abidik gubidik hiç bir pasta görmedim.
Dolayısıyla, kıyak filan geçmiyorum. Sezar’ın hakkı Sezar’a, şehrin en iyi pastacısı o.
Üstelik romantik bir ikili onlar.
Karı-koca, bütün dünyaya karşı pasta yapıyorlar. Birlikte takılıyorlar.
Birlikte yaratıyorlar.
Kendi yağlarıyla kavruluyorlar.
Minicik bir atölyede, aşkla yapıyorlar pastalarını.
Büyümek istemiyorlar, “Küçük olsun bizim olsun” mantığındalar.
Hayretle, sevgiyle, saygıyla izliyorum onları. Ara ara, “Manyak mısınız, bu kadar iyisiniz, neden büyümek istemiyorsunuz?” diyorum, onları zehirlemeye çalışıyorum.
Sadece gülümsüyorlar.
Yenilemişler sitelerini www.kutaspasta.com o yüzden yazıyorum bu yazıyı.
Girin görün, olağanüstü işler çıkarıyorlar.
Havalı havalı organizasyon şirketleri bile onlara pasta yaptırıp kendi eserleriymiş gibi üzerlerine yatıyorlar, o kadar iyiler.
Şu İstanbul’da neredeyse pasta yapmadıkları kimse kalmadı.
Dediğim gibi hep aşkla yaptılar.
Son zamanlarda aşkla yaptıkları bir şey daha oldu. Demir Gür.
Minicik şahane bir bebek. Şimdi Kutas ve Onur, Demir Gür’ün yanında yapıyor pastalarını.
Onların, bütün bu keşmekeş içinde, kendilerini koruyarak, kozalarında yaşamalarına bayılıyorum.
Hepimize böyle kozalar diliyorum.
Yoksa insan, bu ülkenin her türlü kirliliğinde delirir!
Onları, pasta hamuru koruyor.
Bizi de başka şeylerin koruması ve devam etme gücü vermesi dileğiyle...

Haberin Devamı

Vay benim güzel, yalnız ve duyarsız ülkem!

BİRKAÇ günlüğüne yurtdışına çıkmak zorunda kaldım veee...
Giderken...
Ortalık yıkılıyordu neredeyse, Balyoz davasının mahkûmiyetleriyle.
Sesini yükselten yükselteneydi.
Manzaraya bakınca, sanırdınız ki, kimsenin asla susmaya niyeti yok. Herkes dünya duruncaya kadar Balyoz’u, haksızlıkları konuşacak!
Döndüm... Tıs yok!
Balyoz unutulup gitmişti bile. AKP kongresinin peşindeydi herkes, “Bundan sonra neler olacak?”ın derdindeydi.
Şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le gelecekteki Başkan veya Yarı Başkan ya da sadece Müstakbel Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında polemik çıkacak mı, hatta ve hatta seçim zamanı bir çatışmaya dönüşecek mi oluvermişti herkesin problemi.
Ne yazık ki, bizim ülkemiz böyle!
Üç günde bir gündem değişmezse, “hayati zannettiğimiz” sorun, bir anda aslında “pek ciddiye alınmasa da olur” bir probleme dönüşmezse...
Eksik hissederiz kendimizi.
Bizim alışkanlığımız böyle.
Haftanın bir gününü terörle, bir günü zamlarla, bir gününü Suriye, bir yarım gününü de İran ya da İsrail’le, bir gününü CHP ne dedi, bir gününü başbakan ne kadar sert cevap verdi’yle geçiririz. Kimse de zırt pırt gündem değişmesinden rahatsız olmaz, tam tersine gündem neyse adapte olup kolayca konu değiştiriverir.
Böyledir benim güzel, yalnız ve duyarsız ülkem!
Bir gittim geldim, Balyoz olayı davasıyla, savunmalarıyla, haksızlıklarıyla, üretilmiş sahte dijital delilleriyle birlikte...
Buhar olup uçuvermişti.
Bravo doğrusu!
Ülkemize kocaman bir alkış!

Haberin Devamı

Türkiye’ye dönmek mi dediniz

New York’ta havaalanındayım.
Kendime cüzdan bakıyorum.
Satıcı hanım, gelen bir müşteriyle Türkçe konuşmaya başladı.
İki Türk karşılıklı acayip coşku yaptılar, hoşuma gitti.
“İşte ya” dedim, “Türk olmak böyle bir şey, dünyanın her yerinde bulursun birbirini.”
Gülümseyerek onlara baktım.
“Ben de Türk’üm” diye atlamadım, ben sessiz takıldım, sohbetlerine kulak verdim.
New York’ta yaşayan satıcı hanım, “22 senedir buradayım, artık Türkiye’ye dönmek istiyorum, hasrete dayanamıyorum” dedi.
Müşteri olan, “Aman ha! Sakın yapmayın!” dedi, “Ülke felaket bir halde, o sizin bıraktığınız Türkiye değil...”
Ve birden başladı, insanlar mutsuz dedi, tedirgin dedi, korkuyorlar dedi, artık tek sesin, tek rengin hâkim olduğu bir ülke orası dedi, kimse sesini çıkarmıyor dedi, çıkaranların da sonu belli dedi. Birkaç dakika içinde, kürtaj yasasından tutun, her gün yaşanan tecavüzlere, kadına uygulanan şiddete, cezaevindeki insanlara ve en son askerlere kadar her şeyi bir çırpıda anlattı...
Birden içim şişti!
Oradan kaçmak istedim.
Cüzdanları da kafalarına atıp, “Benim ülkem hakkında niye böyle çirkin çirkin konuşuyorsunuz!” demek istedim.
Ama diyemedim.
Çünkü söylediklerinde yanlış olan bir şey yoktu.
Niye 22 yıldır yaşadığı Amerika’dan Türkiye’ye gelsin?
Var mı mantıklı bir açıklaması olan?
Ben bulamadım da...

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea2118f018fbb8f86d0550

Ben Kuzey Kutbu’ndayken!

10 gündür ortalıkta yoktum.
Döndüm. Şu anda herkese Kuzey Kutbu’nu anlatmak istiyorum. Böyle oluyor, çeneme vuruyor.
Gazetecilik ve seyahat tutkum sağ olsun, bugüne kadar bir sürü yer gördüm.
Ama beni bu kadar sarsanını görmedim. Muhteşemdi!
Fakat aynı zamanda çok da zorlayan bir seyahatti.
Bilseydim, Greenpeace’cilere, “Ben almayayım, alana da mani olmayayım!” derdim.
Başıma gelmeyen kalmadı. Ama yine de benzersiz, eşsiz ve şahane bir deneyim oldu.
Lütfen pazara kadar sabredin...

Yazarın Tüm Yazıları