Türbanlı kadının reytingi neden yok

TUNA Kiremitçi’nin “Neden yerli dizilerde türbanlı kadınlar yok” sorusuna türbanlı yazar Esra Elönü “Reytingimiz yok abi” diye cevap vermiş.

Haberin Devamı

Esra hangi noktadan hareket ederek bu cevabı verdi bilmiyorum ama benim hareket noktama göre “çok şahane” bir cevap vermiş.
Türbanlı kadınların hakikaten de reytingi yoktur.
Neden mi? Anlatayım:

Yerli diziler ışıltılı hayatlar, alengirli ilişkiler, pırıltılı öyküler anlatılır.
Çünkü insanlar hangi hayatı yaşıyor olurlarsa olsunlar, ışıltılı bir hayatın seyrine dalmak isterler.
Mesela Arap sokaklarının bizim yerli dizilere gösterdiği olağanüstü ilgi ve meraka bakalım:
Gayet mazbut, gayet muhafazakâr bir hayat yaşayan bu insanlar, neden Samanyolu Televizyonu’nun hazırladığı “fazilet öykülerine” değil de, hiç de mazbut olmayan “Gümüş” gibi, “Aşk-ı Memnu” gibi dizilerin peşinden koşuyorlar?
Neden yaşamadıkları bir hayatın seyrine dalmak istiyorlar?
Bırakalım Arap sokaklarını...
Muhafazakâr bir partinin ülkenin yarısının oyunu aldığı bir ülkede, neden ortalığı kasıp kavuran diziler hep “muhafazakâr olmayan mahalle”de geçiyor?
Nedeni basit aslında:
Işıltılı hayatlar çeker bizi...
Hep bir pırıltının peşinden koşarız...
Hep alengirli işlere merak sararız... Hal böyle olunca...
Türbanlı kadının tabii ki reytingi olmaz.
Çünkü...
“Türbanlı kadının öyküsü”, hiç de ışıltılı, hiç de pırıltılı, hiç de alengirli olmayan bir mahallenin öyküsüdür.
Oradan malzeme çıkmaz ve seyirci ısrarla ve inatla “malzeme” istemektedir.

İşte şimdi tam da Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısında sorduğu soruları gündeme getirmenin sırası geldi.
Ertuğrul Özkök “Dizilerde tecavüze uğrayan, öpüşen, aldatan türbanlı kadın görmeye hazır mısınız?” diye sordu dünkü yazısında.
Eğer Ertuğrul Özkök, bu soruları 10 yıl önce sorsaydı verecek hazır kalıp bir cevabımız vardı.
“Siz türbanlı görmek istemiyorsunuz. Bir türbanlı kadının pozitif ya da negatif bir şekilde olsa bile görünür olmasını arzu etmiyorsunuz” der ve işi bitirirdik.
Ancak...
10 yıllık muhafazakâr iktidarın ardından...
Yani türbanlı kadınların gayet alengirli kıyafetlerle kamu alanında arzı endam etmesinin, “cipe binen türbanlı” imajının iyiden iyiye oturmasının, “Muhafazakâr kesim burjuvalaşıyor” övünmelerinin alıp başını gitmesinin, muhafazakârların şeker alır gibi Çamlıca’da villa almasının ardından...
Hatta devlet katlarında “türban” imgesinin bir “ayrıcalık” doğurmaya başladığı şu günlerde...
Artık o cevap işlemez.
Çünkü “türban” artık, renksiz, cazibesiz, ışıltısız bir hayatın başat unsuru olmaktan çıktı.
Kısacası Ertuğrul Özkök o soruları sormakta sonuna kadar haklıdır.
Ve o sorulara muhakkak tatmin edici bir yanıt verilmelidir.

Haberin Devamı

Reina’ya alınmamak

Haberin Devamı

HER zaman olduğu gibi yine gazetelerin magazin eklerini kemal-i ciddiyet ile incelerken...
Hemen hepsinde hakkı verilmiş olan bir habere yoğunlaştım.
Haberin başlığı şu: “Reina’ya alınmadılar”.
Olay şuymuş:
Popüler bir dizinin popüler oyuncuları Reina’ya gitmişler. Fakat kapıdaki korumalar onları içeri almamışlar. Oyuncular kapıda biraz direnmişler, sağa sola telefon etmişler, nafile! Onurları kırılarak kapıdan ayrılmışlar. Haberler 32 kısım tekmili birden bu “onur kırma merasimi”ni anlatıyor.
Ama durun bir dakika!
“Neden alınmamışlar” sorusuna bir yanıt bulmak için haberlere bakıyoruz, bu konuda tek bir satır bilgi yok.
“Alınmamışlar”, o kadar.
Yok canım, o kadar da cahil değilim.
Ben de biliyorum “bazı popüler müşterileri kameraların önünde kapıdan çevirme” şovunun mekânlara sağladığı karizmayı...
Ve bu haberlerin de bu karizmayı besleme ve büyütme maksadı taşıdığını...
Ben sadece bu işin bu denli kanıksanmış olmasına, bu denli ucuz ve sakil bir şekle bürünmesine kafayı taktım.

Yazının sonunda öfkeyle sloganımı atıyorum: “Reina kapısından çevrilmeye değecek bir yer değildir.”

Haberin Devamı

Lütfen biraz özgün olalım

- Bakıyoruz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e: O da “kafamın tasını attırdılar” diyor.
- Bakıyoruz Kemal Kılıçdaroğlu’na: O da yer sofralarında bağdaş kuruyor.
- Bakıyoruz Egemen Bağış’a: İsrail’e bir afra, bir tafra...
- Bakıyoruz irili ufaklı siyasetçilere: Her biri lafa “ispatla, ispatlayamazsan...” diye başlıyor.
Arkadaşlar! 
Moda nasıl ki insanın yakışanı giymesi ise, siyasi üslup da insanın kendine yakışanı yapmasıdır.
Vitrinde gördüğünüz her giysiyi taşıyamazsınız. Önce üzerinizde nasıl durduğuna bakmalısınız.
O nedenle bırakın “Tayyip Erdoğan gibi olma” çabasını da...
Kendinize yakışan tarzı bulun.

Bir itiraf

LOKANTALAR, şehir gezmeleri, arkadaş ofisi ziyaretleri falan...
Yani çok uzun sürmüş bir günün ardından...
Gece eve gelince önce ceplerimi boşaltırım.
Bir de bakarım ki cebimde en az beş çakmak.
Kim bilir kimden araklanmış?
Kim bilir hangi boşlukta, hangi dalgınlıkla cebe atılmış.
Evde resmen şuursuzca “indiragandi” yapılmış bir çakmak koleksiyonum var.

Haberin Devamı

Öyle bir yerdeyim ki

KENDİLERİNE “TAK” diyorlar.
“TAK”, yani “Kürdistan Özgürlük Şahinleri”.
Siz bakmayın “şahinlik” tasladıklarına ya da büyülü “özgürlük” kelimesine yaslanmalarına...
Basbayağı katil bunlar.
Hiçbir ilke, ahlak tanımıyorlar. Sivil, asker ayırmıyorlar. Kadın, çocuk bilmiyorlar.
İşleri güçleri kalleş pusular kurmak, silahsız insanlara saldırmak, çoluk çocuk katletmek...
Gelenek hiç değişmiyor:
Yüze vurulduğunda utanılacak bir katliam yapılıyor.
PKK hemen “Biz yapmadık” diyor.
Aradan birkaç gün geçince de “TAK” denilen kalleş yapı, tak diye üstleniyor olayı...
Soruyoruz:
“Kardeşim TAK dediğin PKK değil mi?”
Cevap veriyorlar:
“PKK’nın içindeler ama tam da değiller. PKK’lılar ama kontrol dışılar.”
Yani...
İğrenç bir “Ben yapmadım / Miki yaptı” oyunu...

Ben artık şöyle bir yerdeyim:
Kürtlerin özgürlüğünü sonuna kadar savunacağım, terörün şiddetle çözülmeyeceğine yönelik imanım devam edecek, BDP’nin siyaset yapma alanının daraltılmaması gerektiğini söyleyeceğim, “Müzakere edilsin” diyeceğim, “Açılım sürsün” diyeceğim.
Ama bunu yaparken...
Kalleş pusuların, alçakça cinayetlerin, çoluk çocuğa saldırmanın hesabını sormayı da ihmal etmeyeceğim.
Çünkü ben artık demokrasi adına söylediklerimin “katillere psikolojik destek iklimi” yaratmasını istemiyorum.

Haberin Devamı

Yazmam bir daha uçak yazısı

DÜN “Devlet uçaklarına binmek imrenilecek bir şey değil” diye bir yazı yazmıştım.
Sayısız mesaj aldım, yazıyla kafa bulan...
Şöyle deniyordu mesajlarda:
“Ahmet Hakan geleneksel ‘Başbakan beni uçağa almadı ama benim de umurumda değil’ yazılarından birini daha yazmış.”

Şöyle bir baktım geçmişte yazdıklarıma ve “acı gerçek”le yüzleştim: Periyodu belirsiz bir şekilde uçak konusuna el atmışım.
Mütemadiyen...
“Beni uçağa almıyorlar / ben de zaten istemiyorum / olayın bir konforu da yok / Üstelik çok yorucu” türü yazılar yazmışım.
Başkası yapsa...
Kesin zehirli ve yılansı bir dille, üstelik hayli zalimce sarakaya alırdım.
Yani kafa bulanlara “Hakkınızdır, rahat oynayın” demekten başka yapacağım bir şey yok.

Yazarın Tüm Yazıları