Halkın nabzını niye tutmuyorum

KENDİ kendime soruyorum.

“Ben tembel bir gazeteci miyim?”

Bakıyorum, bütün arkadaşlarım seçim meydanlarında, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşıyorlar.
Bense oturduğum yerden ahkâm kesiyorum.
Öyle yapıyorum ama bir yandan da yazdıklarını merakla okuyorum.
Yine de içimden seçim gezilerine katılmak gelmiyor.
Böyle olunca da, insan kendi kendine gerekçeler buluyor, bulamazsa da yaratıyor.
Bulduğum veya uydurduğum gerekçeler şunlar:
¡ ¡ ¡
BİR:
21’nci yüzyılda, seçim mitingi denen propaganda biçimini köhne buluyorum.
Mekaniği çocukluğumdan beri hiç değişmiyor.
Her şehirde tekrarlanan basmakalıp yargılar; yerel birkaç motifle desteklenmiş aynı sloganlar; şehrin futbol kulübüne ve birkaç mahalli figürüne yapılan göndermeler...
Yıllardır gördüğümüz şey bu.
Değişen sadece seçim otobüslerinin kalitesi, teknik donanım.
Bir de 70’li yıllarda Ecevit’in ceketi ve kravatı atıp, gömlekli kampanya dönemini açması.
İKİ:
Hafızamda seçim meydanları ile ilgili iki çok kötü hatıra var.
1979 araseçimlerinde, Ecevit’in danışman kadrosundaydım.
Beş şehirde yapılan seçim gezilerine katıldım.
Hepsinde de meydanlar alabildiğine dolu, insanlar olabildiğine canlıydı.
Sokak aralarında büyük ilgi vardı. Yani her şey, CHP’nin 1977 seçimlerinde aldığı yüzde 42 oyu yine alabileceğini gösteriyordu..
Ama CHP hezimete uğradı, Demirel 5 ildeki seçimlerin hepsini ezici şekilde kazandı.
¡ ¡ ¡
O gün anladım ki; sosyolog olarak, seçim meydanından zerre kadar bir şey anlamıyordum.
“Halkın nabzını tutmak” denen şeyi bir türlü öğrenemiyorum.
Ben öğrenemiyorum da, başka gazeteciler öğrenebiliyor mu?
¡ ¡ ¡
2007 seçimlerinden önce “halkın nabzını tuttuğunu” sanan gazetecilerin yazdıklarına bir bakın.
Bütün hayatım boyunca en anlamlı seçim yazısını o yıl yazmıştım.
“Arkadaşlarıma kefil değilim” demiştim.
Seçim meydanına inmemiş, “halkın nabzını tutmamış olan ben” haklı çıktım.
AK Parti oyunu yüzde 47’ye çıkardı.
İşte o yüzden ben, “halkın nabzını tutmam”.
Çünkü tutamam.
Tutmaya kalksam elimden kaçar.
Yıllar boyunca seçim kampanyaları değişmedi, gazetecilerin çalışma biçimleri de değişmedi.
Üç şey yapıldı:
Seçim otobüsünün üzerinden kalabalığa bakıldı.
Otobüsten inilip, mitinge katılanların arasına karışıldı.
Bir de balkonlardan bakan insanların tepkisi ölçülmeye çalışıldı.
Peki netice?
Netice şu: Hepimize her gün okuyacağımız renkli gözlemler geldi.
Ama seçim sonucunu tahmin derseniz; benim gördüğüm masa başında oturanlarınkinden daha isabetli olmadı.
O zaman geliyorum asıl soruya: Seçim mitingleri halkın oy verme eğilimini etkiliyor mu?
Etkiliyorsa ne ölçüde etkiliyor.
Bu konuda ciddi araştırma var mı bilmiyorum, ama cüretkâr bir peşin hükümle şunu söyleyebilirim:
O araştırmaların sonuçlarının, seçim anketlerinden çok daha itibarlı olacağını sanmıyorum.
Yine de renk renktir, gazeteciler halkın nabzını tutmaya devam etmelidir.
Bense halkın nabzını uzaktan tutmayı tercih ediyorum.
Çünkü travmalarımı henüz atmadım, hayatımın sonuna kadar atabileceğimi de sanmıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları