Kemal Bey çok ayıp etti. Nokta

BİR tarafın “Küfürbaz Kemal” diye tepindiği...

Diğer tarafın da “Asıl küfürbaz sizsiniz” diye karşılık verdiği...
Şu müthiş cepheleşme ortamında...
Bütün iş, benim gibi “Hem Nalına, Hem Mıhına Vuranlar Cemiyeti”nin üyelerine düşüyor.
O halde “kutlu” hakemlik vazifemi yapayım...

Olayın aslı şudur:
Zonguldak mitinginde Kemal Bey, “Eğer benim adımı yolsuzlukla anarsan...” cümlesini söyledikten hemen sonra, cümlenin devamını getirmeye çalışırken “ana, ana, a...” gibi laflar etti.
Aslında bu basit bir dil sürçmesiydi, bir kast-ı mahsusa yoktu.
Fakat bu basit dil sürçmesi, miting meydanını dolduranlar tarafından “sonu kasten getirilmemiş bir küfür” gibi yorumlandı.
Gülüşmeler, alkışlar falan...
Bu durumda Kemal Bey’den yanlış anlamayı gidermek için minicik bir çaba sarf etmesi beklenirdi.
Ne gezer!
Kemal Bey yanlış yorumu düzeltmek için çaba sarf etmek bir tarafa, hem gülüşmelere eşlik etti, hem de “Neyse... Gerisini söylemeyeyim...” diyerek bir tür “Anladın sen onu...” tavrı koydu. Ayıp, işte buradadır. Rezalet, işte buradadır.
Kemal Bey gibi siyasete edep ve düzey getireceğini iddia eden bir lidere bu durum hiç ama hiç yakışmamıştır.

Kemal Bey’in olay olup bittikten sonra, “Ben aslında küfür falan etmedim, ben sadece ‘ayağını denk al’ diyecektim” demesi ise...
Akif Beki’nin Başbakan’ın basın danışmanı olduğu dönemlerde yaptığı meşhur tevil çabalarını akla getirdi.
Komik kaçtı yani.

Adap dersleri

Bir liderin yaptığı ayıp, başka bir liderin daha önce yaptığı ayıpla örtülmez.
Senin liderin adapsızlık yaptığında “sokağın dilini konuşan büyük lider” muamelesi çeker, başkasının lideri adapsızlık yaptığında “İşte edepten nasibini almamışın teki” diye çemkirirsen zerre kadar inandırıcı olamazsın.
Senden olmayan liderin yaptığı adapsızlığı aylarca diline dolar, senden olan liderin yaptığı adapsızlığı ise hiç mesele etmezsen yine inandırıcı olamazsın.
Adapsızlığa karşı çifte standart uygulamak, en büyük adapsızlıktır.

Dedeler meselesi

MİLLİYET ve Vatan gazetelerinin yeni sahibi Ali Karacan, Milliyet yazarı Hasan Cemal’e gönderdiği mektupta “Ben dedemin mirasına sahip çıkıyorum” mesajını vermeye çalışmış. Diyor ki:
“Benim dedem Ali Naci Karacan, senin deden Cemal Paşa...”
Ali Karacan’ın, eski meşhur medya patronlarından dedesi Ali Naci Karacan’ın mirasına sahip çıkması normal de...
Hasan Cemal’in dedesi Cemal Paşa’nın mirasına sahip çıkması işleri biraz kızıştırır.
Yani demem o ki: Bir polemiğe dedeleri sokmadan önce meselenin bütün yönleriyle tartılmasında fayda var.

Pişmemiş projeye su katan sorular

Herhangi bir proje bütçe rakamlarını azıcık aştı mıydı “Kaynak nerede kaynak?” diye çıkışanların, “çılgın proje” için de “Kaynak nerede kaynak?” diye sormaları gerekmez mi?
“Çılgın proje”nin “deniz getirmek” gibi dalga geçilen bir seçim vaadini çağrıştırması sorunu nasıl hallolacak?
İçinden kanal geçen şehirler, o şehirlerdeki küçük köprüler, gondollar falan harika da, bunları harika yapan biraz da doğallıkları değil mi?
Dubai’de çılgınlık yapmak kolay... Adamların tarihi yok, paraları bol... Ama senin toprağının altından kazdıkça çanak çömlek çıkan bir tarihin var, hem de paran yok. Bu “küçük” sorunu nasıl aşacaksın?
Çıtası yükseltilen her beklentinin, “Dağ fare doğurdu” cümlesiyle karşılaşma riski yüksektir. Bu risk hiç mi hesap edilmedi?
Bir projeyi çılgın yapan kadim bir derde derman olmasıdır. “Çılgın proje”nin, İstanbul’un hangi acil sorununa derman olacağını anlayan var mı?
Şahan Gökbakar tarafından canlandırılan “İstanbul Belediye Başkan Adayı Hayri Gülle” tipinin, “çılgın proje”ye çok benzeyen bir projeyi bir skeçte açıklamış olması, “Bu proje çalıntı” tartışmasını doğurmaz mı?

Heykel yıkarken tekbir getirmek

İSTANBUL’un bağrına hançer gibi sokulan devasa binaları yıkamayanlar, arkasında dayısı olmayan derviş gibi gariban bir heykeltıraşın heykelini yıkıyorlar.
Güçleri ona yetiyor.
Bir de ne alakası varsa...
Heykelin kafasını uçururken “tekbir” getiriyorlar. Gücünüz yetiyorsa... İstanbul’un siluetini bozan yapılara el atsanıza... Söz, işte o zaman gelip ben de tekbir getiririm.

Twitter’ın beş yararı

BİR: Sosyalleşmek için randevu vermek, randevuya yetişmek, mekan beğenmek, hesap ödemek gibi devasa sorunlar ortadan kalkar.
İKİ: Koskoca Başbakan’ın açıkladığı müthiş projeyle kafa bulma imkânını elde edersin.
ÜÇ: Bir tıkla arkadaş edinir, bir başka tıkla arkadaşını sonsuza yollayabilirsin.
DÖRT: Ücretsiz kamuoyu yoklaması yaparsın. Nabız tutarken eğlenmesi de cabası...
BEŞ: Kendine özgü bir dil kurabilir, kendine özgü klişeler yaratabilirsin.

Murathan’ın romanı

FİLM seyrediyoruz, kıyasıya eleştiriyoruz da roman okuyunca neden eleştirmeyelim?
Üç gündür elimde Murathan Mungan’ın son kitabı “Şairin Romanı” var.
Metis’ten çıkan kitabın baskı kalitesi mükemmel...
Murathan’ın tanıtım stratejisi de gayet iyi.
Fakat gelin görün ki, bu roman fena halde sıkıcı...
Fantastik romana zaten kapalıyım ama Murathan’ınki onun bile sınırlarını zorluyor.
Şiirsel cümleler, lügat paralamalar, zorlama göndermeler falan.
Tuğla gibi kitap bir türlü akıp gitmiyor.
Murathan’ın planlı ve stratejik muhayyilesine teslim olamıyorum.

Murathan için şunları söyleyebilirim:
İyi şarkı sözleri yazdı. İyi şiirler yazdı. İyi hikâyeler yazdı. İyi oyunlar yazdı.
Ama maalesef iyi romanlar yazamadı.
“Çador” adlı romanında politikaya bulaşmaya kalkmış ama tipik Kemalist bakış açısıyla örtü düşmanlığı yapmaktan öteye geçememişti.
“Yüksek Topuklar” ise kadınların kadın düşmanlığını anlatmaya yeltenen ama sadece yeltenmekle yetinen bir romandı.
Şimdi de “Şairin Romanı” adlı kitapla çıktı okurun karşısına ve yine hayal kırıklığı.
Kısacası Murathan, başaramadığı bu disiplinde ürün vermeye ısrarla devam ediyor.
Orhan Pamuk alıp başını gitti ya... İlle “bizimki” de alıp başını gidecek.
Yazarın Tüm Yazıları