Ölüm, kamil mümine bayramdır

Medine’de umredeydim. Öğle vakti haberleri izlerken eski Başbakanlarımızdan Necmettin Erbakan hocanın vefat ettiğini duydum.

Haberin Devamı

Öğle namazına hazırlanmış Peygamberimizin (s.a.v.) kabrini de içinde bulunduran ‘Mescid-i Seadete’ gitmek üzereydim. Kapıyı kapatıp bir müddet oturdum. Her ölüm haberini duyduğumuzda söylememiz gereken ayeti hatırladım. “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”, “Şüphesiz Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz.” Bu ayeti kendi kendime, öğle namazını kıldıktan sonra Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kabrinin karşısında gıyabında selamını Hz. Peygamber’e(s.a.v.) arz ettim. Bunun bir vefa borcu olduğuna inandığım için.

Merhum Erbakan’la birkaç kez görüşmüştüm. Bütün bu görüşmeler siyasi mülahazaların dışında başka vesilelerle olmuştur. Bu görüşmelerin sonucunda gözlemlediğim bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Bazen siyasi mücadeleler kişilerin karakterlerindeki zenginlikleri gizlerler. Şayet imanınız, kişiliğiniz, karakteriniz, iç âleminiz siyasi görüşlerinizin ve dünya görüşlerinizin önünde değilse samimi olamazsınız, bir mana ifade edemezsiniz. İnandırıcı olamazsınız. Hakk’a yönelen tarafınızla halka yönelen tarafınız farklı olur. O zaman da münafıklardan olursunuz. Allah korusun.

1995 yılında babam Medine’de vefat ettiğinde merhum Erbakan evimize iki defa taziyeye gelmişti. İkisinde de mütevazı bir mümin gibi oturdu ve Fatiha’sını okudu. Bir yıl sonra vefatın sene-i devriyesinde davetimiz üzerine yine evimize teşrif ettiler. Hatimden sonra dua okunacaktı. Merhum hocamız duayı benim okumamı istedi. Duanın bir bölümünde şöyle bir cümle kullandığımı hatırlıyorum: “Ya Rabbi! Ölürken bizleri, Medine’de Hz. Peygamber’e  (s.a.v.) yakın mekânda ölmüşlerin maneviyatından yararlanmış olanlardan eyle.” Buna yakın bir cümleydi. Bir ara gözlerim merhum hocaya kaydı. Medine adını duyunca yanaklarından gözyaşları sızmaya başladı. Sırf Medine’yi duymak bile duygulandırıyorsa, derinlere nüfuz etmiş, mermer üzerine kazınmış bir aşk var demektir. Bunun anlamı buydu. Ve bir inananı değerlendirirken bu son derece önemliydi. Hele çevremizde, belli makamlara gelmiş, okuduğu ayetlerin inkâr derecesine, kıskançlık kumkumasıyla çırpınıp duran, nefsinin Everest’ine çöreklenmiş bazı sözde din erbabını görünce böyle müminlere hasret kalıyorsunuz.

Merhum Erbakan’ı başbakanken bir de Diyanet’teki ‘Kutlu Doğum’ programında dinlemiştim. Kürsüde Hz. Peygamber’i (s.a.v.) anlatıyordu. Bir ara John Davenport’un Hz. Peygamber’le (s.a.v.) ilgili tespitlerini anlattı. Özellikle Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke fethinden sonra Medine’ye döndüğünde hayat tarzını hiç değiştirmediğinden, hayatının sonuna kadar tabanı kum, tavanı ise hurma dallarıyla örülmüş mütevazı odasında hayatına devam ettiğinden bahsetti. Merhum Erbakan, bu konuşmasının sonunu şöyle getirdi. “Ve Hz. Peygamber (s.a.v.) bu mütevazı odasında Rabbine kavuştu.” İşte orada sesi buğulandı. Kürsüde ağladı. Orada seçmen yoktu. Ekran yoktu. Propaganda yoktu. Dinin siyasete alet edilmesi, yalan yoktu. Orada mümin bir adam vardı. Hz. Peygamber’ine (s.a.v.) aşkını ve hasretini dillendiren bir Müslüman vardı. Merhum hocaya saygım o günden sonra daha da arttı.

Bir dostum, Medine’de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) huzurunda -sanıyorum 1997 hac ziyaretiydi- hocanın ziyaret boyunca Peygamberimizin kabrinin önünde başını bir defa dahi kaldırmadan dakikalarca durduğundan bahsetmişti. Ziyaret sırasındaki engin edebinden bahsetmişti.

Birkaç kez, yaptığım televizyon programından çok memnun olduğunu ağabeyime iletmişti. Bana bu selamı ve duası ulaştı. Geçen sene son bir kez görüştük. Bir milletvekili dostumuzun evindelerdi. Hayli yaşlandığını biliyordum. Görmek istedim. Duasını alayım dedim. Çok nazik ve edepliydi. Odaya girdiğimde bütün rahatsızlığına, ilerlemiş yaşına rağmen benim ilahiyatçı vasfıma hürmetinden yerinden kalkmak istedi. Fırsat vermedim.

Benim için merhumun bu özellikleri diğer vasıflarının çok önündeydi. Çünkü samimi mümine o kadar hasret kaldık ki. Çünkü affedici, toleranslı insanlara o denli uzak düştük ki. İşte geçen haftaki umre ziyaretimde, hocanın vefatını duyduktan sonra Peygamberimizin kabr-i şerifinden Medine Mezarlığı’na doğru yürürken bütün bunları düşündüm. Ölümden sonra neyle anılacağınız önemli. Halkın arkanızdan nasıl şehadette bulunacağı önemli. Yüce Rabbin sizi nasıl karşılayacağı önemli. Birkaç gün önce de Konya’nın eski müftüsü Tahir Büyükkörükçü hocamızın vefat haberi geldi. Tahir hoca, değerli bir İslam âlimi, iyi bir hatip olmanın yanı sıra Mevlânâ’yı ve Mesnevi’yi çok iyi hazmetmiş bir gönül insanıydı. Makamı kadar yaşayan, makamıyla anılan insanlardan değildi. Makamını onurlandıranlardandı. Çevrenize bir bakın, böyle kaç insan bulabiliyorsunuz? Ben hayatım boyunca oturduğu makamı nefsi için kullanan insanlar gördüm. Şahsi beklenti ve egolarını tatmin etmek için idare ettiği insanları ezenleri gördüm. Kendi meslek erbabım içinde fazlaca gördüm. Peki akıbetleri ne oldu! Mutlaka zarar verdiklerinin bedduasına uğradılar. Ya bu dünyada ya da öteki âlemde karşılığını görürler. Meşhur bir ifadedir: Küfür kıyamete kadar devam eder ama zulüm devam etmez. Yüce Allah mühlet verir zamanına, anına bırakır. Ama asla ihmal etmez. Unutmaz.

* * *

8 Mart’ta kadın haklarıyla ilgili konular yeniden masaya yatırıldı. Bütün dünyada maalesef en çok baskı gören, horlanan, tacize uğrayan, şiddete maruz kalanlar kadınlardır. Bu konuda hepimizin hiçbir erteleyici gerekçeye sığınmadan elbirliğiyle kadınların yanında olması gerekir. İslam kadına uygulanan hiçbir şiddeti, tacizi, baskıyı onaylamaz. Hz. Peygamber (s.a.v.) “İçinizde ailesine en iyi davranan benim. Hayatımda hiçbir kadına el kaldırmadım” derlerken kadına şiddetin en büyük günahlardan olduğunu deklare etmiş bulunuyorlar. Hiç kimse bazı yanlış geleneklerden kaynaklanan hastalıkları İslam’a yamamalı. Ve yine kimse dini referans gösterip de eksikliğinin ve acizliğinin hıncını kadından çıkarmamalıdır.

Haberin Devamı

SORALIM ÖĞRENELİM

Haberin Devamı

- Tefsir ne demektir? Tefsirler arasında fark var mı? / (Tuna Sorgu / Yozgat)
Bilindiği gibi Kuran-ı Kerim 23 senelik bir zaman dilimizde Peygamberimize Yüce Allah tarafından gönderildi. İnen bu ayetlerin farklı yönlerinin açıklanması ile ilgili bilim dalına tefsir denir. Tefsirler arasında ağırlık konusuna göre farklılıklar olabilir. Tefsir kitapları, fıkhi tefsirler, rivayet tefsirleri, tasavvufi tefsirler, sosyal içerikli tefsirler, ilmi tefsirler gibi farklı branşlarda tefsirler vardır. Mesela İbni Kesir’in tefsiri rivayet-hadis ağırlıklı tefsirlerdendir. Kurtubi Fıkhı ağırlıklı tefsir sayılabilir. Buna ait örnekleri tefsir usulü kitaplarda bulabilirsiniz. Elmalılı Hamdi’nin tefsiri bu anlamda rahatça yararlanacağınız tefsirlerden sayılır.

- “Rahman arşa istiva etmiştir.” (Taha, 5) ayetini kısaca açıklayabilir misiniz? / (Celal Kurt / Bingöl)
Rahman, her türlü nimeti veren Yüce Allah anlamındadır. Arş; kudret, azamet, yükseklik gibi anlamlara gelir. Burada; Allah’ın kudret ve hâkimiyetiyle bütün varlığı kontrolü altına aldığı vurgulanıyor. En büyük sultanlar belli zamanlarda iktidar sahibi olabilirler. Rahman olan Allah ise sonsuza kadar iktidar sahibidir. İnsanlar muktedir iken de esas muktedir olan Allah’ın gücüdür. Ayet buna işaret eder. Buradaki istiva, kuşatmak anlamındadır. Hâkimiyetine almak anlamındadır. Buradaki ifade, fiziksel bir temas anlamında değildir.

Yazarın Tüm Yazıları