İslamcılara ne oldu

ESKİDEN...

Haberin Devamı

“Radikal İslamcılar” vardı... “Kürt İslamcılar” vardı... “Osmanlıcılar” vardı... “Mealciler” vardı... “Yazıcı Nurcular” vardı... “Okuyucu Nurcular” vardı... “Fethullah Hocacılar” vardı... “Tarikatçılar” vardı... “Tarikat düşmanları” vardı... “Şia’ya yakın duranlar” vardı... “Particiler” vardı... “Sezai Beyciler” vardı... “İrancılar” vardı... “Afgancılar” vardı... “Birlik Vakfı çevresi” vardı... “Enteller” bile vardı.
Var oğlu vardı yani...
Kıyasıya mücadele ederlerdi birbirleriyle.
Bin fikir çatışır, bin çiçek açardı.
“Dergiler” vardı, “aykırılıklar” vardı, “renkler” vardı, “isyan” vardı, “çeşitlilik” vardı, “mavra” vardı, “mizah” vardı...
Kafa tutmalar, meydan okumalar, bireysel çıkışlar, dalga geçmeler gırla giderdi.
* * *
Peki bugün ne oldu bu İslamcılara?
Ne olacak?
Birkaç istisnayı saymazsak...
Hepsi “hükümetçi” oldu... Hepsi “Tayyip Erdoğancı” oldu... Hepsi “istikrarcı” oldu... Hepsi “sağcı” oldu... Hepsi “ılımlı” oldu... Hepsi “muhafazakâr” oldu... Hepsi “ağırbaşlı” oldu... Hepsi “merkez” oldu... Hepsi “ketum” oldu... Hepsi “Ahmet Davutoğlucu” oldu... Hepsi “birlik ve beraberlikçi” oldu... Hepsi “Yeni Osmanlıcı” oldu...
* * *
Ve artık...
Yanlarına aldıkları liberallerle birlikte “biricik iktidar” için savaşıyorlar.
Kendilerinden olan iktidarın en kabul edilmez çıkışlarını bile canla başla savunuyorlar.
Kendilerinden olan rektörün despotik çıkışını görmezden geliyorlar.
Kendilerinden olmayanların yaptıkları aykırı çıkışlar karşısında “tahammül sınırımız zorlanıyor” diyorlar.
Kendilerinden olmayanları gammazlıyorlar.
Kendilerinden olmayan siyasilere her taraftan laf çakmayı “büyük mücadele” sanıyorlar.
Kendilerinden olmayanların yaptıkları gösterilerde polisten yana çıkıyorlar.
* * *
Kısacası...
İslamcılar arasında...
“Çeşitlilik” bitti... “Renkler” kayboldu... “Aykırılıklar” törpülendi... “Birlik ve beraberlik” sağlandı... “İhtilaf” sona erdi... “İsyan” bastırıldı...
Ama hepsinden önemlisi...
Bütün bunların yanı sıra “adalet duygusu” ve “vicdan terazisi” de sizlere ömür oldu.
Allah rahmet eylesin.

Haberin Devamı

2010’un en kötüleri

Haberin Devamı

EN KASINTI: İçine adımını attığınız andan itibaren “Ben bir modern sanat müzesiyim” diye bağıran İstanbul Modern’in kafesi...
EN KİBİRLİ: Bütün esprisi eli yüzü düzgün filmler çekmek olan, ancak buna rağmen kendisinde bir Fellini vehmeden Yavuz Turgul.
EN KÜSTAH: Burnundan kıl aldırmaması nedeniyle Vogue dergisi...
EN KİŞİLİKSİZ: Nişantaşı’nda oturacak yer arayanların ilk aklına gelen mekân olması nedeniyle Beymen Brasserie...
EN GÖSTERİŞÇİ: Bir tür doğal podyum haline gelmekten kendini bir türlü kurtaramayan zavallı İstinyepark...
EN ARSIZ: Karikatürlerindeki espri gücü ile değil giderek artan yandaşlık dozuyla gündeme gelmesine rağmen çizgisinden milim sapmayan Salih Memecan.
EN BELA: “Her gün başka bela” sloganının altını gayet iyi bir şekilde dolduran Bebek’teki Lucca...
EN ASİ: Komşumuzun git dersin gitmez, gel dersin gelmez köpeği Kafka...
EN DEMODE: 1980’lerin Nuri Alço filmlerinin doğal dekoru gibi duran Conrad Oteli’nin terası...
EN ÇEKİLMEZ: Kafasını dinlemek isteyenin arabasına atlayıp geldiği ve bu yüzden kafa dinlemenin mümkün olmadığı semt: Bebek.
EN NETAMELİ: Racon mekan: Şamdan.

Haberin Devamı

Cumartesi anneleri

90’lı yıllarda bu ülkede “kayıplar” diye bir olgu vardı.
O dönemin karanlık günlerinde kimileri gözaltında kaybolur, kimileri de durup dururken, ansızın yok olurdu.
İşte “cumartesi anneleri”ni bu “kayıplar” ortaya çıkardı.
Evlatlarını arayan anneler, her cumartesi Galatasaray Lisesi’nin önünde toplandılar.
Bıkmadan, usanmadan.
* * *
Aradan geçen onca zamanın ardından “cumartesi anneleri” yeniden ortaya çıkmışlar.
Ergenekon Davası’ndan yargılanan bazı isimler ile gözaltında kayıp vakaları arasında yakın ilgi olduğunu söylüyorlar.
Gözaltında kaybolan yakınlarının akıbetinin ortaya çıkmasını istiyorlar.
Ne kadar haklı bir talep...
Ama yetmez.
Yetmez çünkü o dönemde meydana gelen “gözaltında kayıp” vakalarından sadece bugün Ergenekon’da yargılanan bazı isimler sorumlu değil ki.
Mesela bugün “demokratlık” oynayan bazı isimlere de dikkat kesilmek gerekir.

Haberin Devamı

Süheyl Batum’un bırakması iyi oldu

CHP’de Genel Sekreter Bihlul Tamaylıgil oldu.
Tamaylıgil kim?
Yıllardır politikanın içinde, Meclis’i biliyor, örgütü biliyor, siyasetin dilini biliyor, medyayı biliyor... Üstelik Baykal’a yakınlığıyla da birleştirici bir tarafı var.
Buna mukabil Süheyl Batum, CHP’de genel sekreterlik yapabilecek bir isim değildi.
Tamam, televizyon tartışmalarında “laik tezleri en iyi anlatan anayasa profesörü” olabilir.
Ama böyle olması, iyi bir genel sekreterlik performansı sergileyeceği anlamına gelmiyor.
Zaten kısa süren görev süresi boyunca...
Yaptığı uzun basın toplantılarıyla, her soruya verdiği detaylı cevaplarla, bir siyasetçi gibi değil de bir hoca gibi konuşmasıyla, örgütü bilmemesiyle, medyayı tanımamasıyla, gündelik politikadan hiç çakmamasıyla bunu göstermiş oldu.

Haberin Devamı

İmam-hatip müdürü gibi

BENİM zamanımda imam-hatip müdürleri...
Saç kontrolü yaparlardı.
Sinemaya giden öğrencilerin peşine hafiye takarlardı.
“Kızlarla konuşmak” diye bir suç icat etmişlerdi.
“Hocanın vurduğu yerde gül biter” derlerdi.
Aykırı fikirler ileri sürülmesine izin vermezlerdi.
Kot pantolonu “anarşi simgesi” sayarlardı.
* * *
Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Mehmet Pakdemirli’nin öğrencilere karşı tutumunu gözlemleyince...
Benim zamanımın imam-hatip müdürleri geldi aklıma.
Demek ki neymiş:
Bugünün imam-hatibine müdür bile yapılamayacak kişiyi koskoca üniversiteye rektör yaparsan böyle olurmuş.

Tansel Çölaşan’a kafayı takmak

ESKİ bir üst düzey yargı mensubu...
Şöhretli bir köşe yazarının eşi...
Ve emeklilik döneminde Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başkanlığını yürütüyor.
Bugünlerde pek söylenmeyen şeyler söylüyor:
Mesela referandumda “evet” oyu verenlerin gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olduğunu söylüyor.
Mesela sürekli AK Parti’nin kazanmasını toplumun yeterli bilince ulaşmamasına bağlıyor.
Mesela toplumu aymazlıkla suçluyor.
İktidara vuruyor, cumhuriyet mitinglerini yeniden başlatacaklarını ilan ediyor.
Buna karşılık...
İktidar medyasında her gün hedef oluyor.
Gelen vuruyor, giden vuruyor. Sözleri çarpıtılıyor... Sanki “dehşetengiz şeyler söylemiş” gibi bir muameleye tabi tutuluyor. Gammazlanıyor.
Oysa insan “Yahu Tansel Çölaşan gibi konuşan en az yüz kişiyi tıktık Silivri kodesine... Bırakalım bari o konuşsun... Hiç olmazsa görüntüde bile olsa demokratik görünmüş oluruz” der, değil mi ama?

Yazarın Tüm Yazıları