Obezim ama mutluyum büyük bir yalan

ERTESİ gün...

Derya Ergün’ün Caddebostan’daki akademisindeyiz yine...

Haberin Devamı

AYŞE 3 SAATTE 150 KİLO OLDU 2. GÜN / FOTO GALERİ

AYŞE 3 SAATTE 150 KİLO OLDU / FOTO GALERİ

 

Hoş geldin yeni maskem!
Artık hiç arıza yaratmıyorum, çok usluyum, 3 saatte şişman Ayşe oluveriyorum.
Sevdim ben bu kadını...
Bugün bisiklete binmek, paten kaymak gibi planlarımız var.
Hande sağ olsun, bir yerlerden bulmuş.
Bağdat Caddesi’nde çocuklar gibi şeniz.
Artık patenler de değişmiş, kafamı kırmamak için özel bir çaba sarf ediyorum ama beceriyorum, kayıyorum.
*
İnsan hareket edince haliyle acıkıyor.
Dün Berin’le Cadde’yi turlarken donut’çıları tespit etmiştik.
Bir iki donut...
Biraz geç bir kahvaltı niyetine...
Nasıl olur?
Şahane olur!
Üstüne bir de Starbucks’tan kahve...
Değmeyin keyfimize.
*
Öğleye doğru Cadde kalabalıklaşıyor...
Elimizde kahvelerimiz ve donutlarımızla yürüyoruz, kimse umurumuzda değil.
Gerçi kalabalığa bodoslama dalmamak gerekiyor.
Çünkü kalabalığı yararak ilerleyen, onun bunun omzuna çarpan şişmanları kimse sevmiyor.
Berin’e soruyorum: “Amerika’da şişman olmak nasıl bir şey?”
“Çok rahat, çünkü nüfusun yarısı bizim gibi” diyor. “Şişman sevgilisiyle hemşire fantezisi yapmak isteyenler için kıyafet bile gayet kolay bulunuyor. Kıyafet konusunda seçenek sonsuz. Çünkü pazarı büyük. Lasteks tight’lar, acayip büstiyerler, sınır yok...”
*
Türkiye’de durum farklı...
“Şişmanım ama mutluyum” diyebilmek pek mümkün değil.
Belli ölçülerde mutlu olabilirsin ama kilolarının arkasındaki insanı keşfedebilirlerse...
Berin mesela, benim tanıdığım en tatlı, en eğlenceli kadınlardan biri, çok da iyi bir gazeteci, Marie Claire’de çalışıyordu, bir sürü iyi işe imza attı, kiloları hiçbir konuda ona engel değil, hele insani ilişkileri muhteşem, renkli, canlı, esprili, girdiği ortama hayatiyet katan biri ama tabii onun da sorunlar yaşadığı oluyor...
“Peki ya sağlık?” diyorum.
“Asıl problem bu!” diyor, “Bu  kilolar yüzünden sağlığımı kaybetmek korkuyorum elbette!”
O da kelepçe taktırmayı düşünmüş, fakat 32 yaşındaki Bülent Tigin, aynı operasyon sırasında hayatını kaybedince vazgeçmiş. Bu vesileyle öğreniyorum ki, Türkiye’de obezlerin girebilecekleri MR yokmuş.
*
“Spor yapıyor musun?” diye soracak oluyorum.
“Özel hocayla çalışıyorum, spor merkezine gitmiyorum!” diyor.
“Neden?” diyorum.
“Kendi gözünle gör” diyor.
Evden bana bir eşofman ayarlıyor ve soluğu bir spor merkezinde alıyoruz.
Girer girmez ne demek istediğini anlıyorum.
İki dirhem bir çekirdek insanlar.
Daracık atletler, ince belli kadınlar.
Bizim gibi kilolulara çok acayip bakılıyor, “Ne işleri var burada?”  gibisinden...
Biz?
Yine de koşu bandında yürümeyi hiç olmazsa denedik!
*
Avrupa yakasına geçiyoruz...
Üsküdar’dan motora biniyoruz...
Gözünü sevdiğimin Boğaz’ı...
Güzel güzel keyfini çıkarıyoruz.
Berin haklıymış, artık gelen geçenin ısrarlı bakışlarına bile alıştım.
Hatta yeni taktik bile geliştirdim, biri bana bakıyor mu, ben ona daha fena bakıyorum, dik dik, gözlerini kaçırtıncaya kadar...
Kabataş’tan Taksim ’e çıkıyoruz ve metrodayız...
Al sana bir sorunlar yumağı daha...
Turnikelerden nasıl geçeceğiz?
O daracık koltuklara kendimizi nasıl sığdıracağız?
Şikayetçiyiz, popomuz metronun koltuklarına sığmadı!
Mecburen ayakta seyahat ediyoruz...
Ama gülmeyi, eğlenmeyi ve kendimizle dalga geçmeyi hiç ihmal etmiyoruz.
*
Heyyoooo, sıra sosyetik olmakta, ver elini İstinye Park!
Fotoğraflarımız gazetede çıkar mı acaba?
En popüler mekan Masa...
İşte ordayız...
Hava güzel, insanlar dışarıda...
Paparazziler iş üstünde...
İki kafadar, “Şuraya oturabilir miyiz?” diyoruz garsonlara.
Oturmak istediğimiz yer, fotoğrafçılara yakın, onların görüş alanında yani, hani mekanın fotoğrafını çekseler, biz tabak gibi görüneceğiz.
Personel, bizi kibarca başka bir yere oturtmaya çalışıyor.
Kimse tabii, “Mekanın imajını bozuyorsunuz, şöyle görünmeyen bir yere geçin lütfen!” demiyor.
Ama biz, inat ettik.
“Burada oturmak istiyoruz” dedik.
Seslerini çıkarmadılar.
Yemekler şahaneydi, abarttıkları kadar da pahalı değildi.
Ama orada bir ders daha aldık, sosyetik yerlerde de şişmanlar pek sevilmiyor!
*
İstikamet Nişantaşı...
“Gel” diyorum Berin’e, “Bir de Haldun Bey’e uğrayalım. Bakalım beni tanıyacak mı?”
Zrrrrrrrrrrrr.
Kapıyı açıyor, “Evet?” diyor en şeker haliyle, “Kimi aradınız?”
“Sizi efendim” diyorum, “Obezite Derneği’nden geliyoruz. Kuruluş yıldönümümüzde bir konuşma yapar mıydınız diye soracaktık...”
Biraz şaşırıyor, “Ben ne anlatabilirim ki obezite üzerine!” diyor...
Kahkaha atmak istiyorum!
Yılların tiyatrocusu beni yine tanımıyor!
“Bizim verecek paramız yok, siz de ücretsiz konuşmalar yapıyormuşsunuz, onun için geldik...”
Birden yüzü düşüyor, bize üzülüyor mu ne...
“İçeriye buyurun, size çay ikram edeyim...”  diyor...
Sonra ipucu veriyorum, “Haldun Bey, ben size çok yakın olan birine çok yakınım...”
“Anlamadım” diyor, “Kime yakınsınız?”
“Haldun ben, ben Ayşe’yim...”  diyorum.
“Hangi Ayşe?” diyor...
“Oğlunuzun Ayşe’si...”
 Gözlüğümü çıkarıyorum...
“İnanmıyorum ne olmuş sana böyle” diyor...
İçeri giriyoruz, yardımcısı Zeynep Hanım, bakıyor bu kim diye...
“Ömer’in eşi” diyor Haldun Bey...
Haldun Bey’e dönüyor, “Babası öldü, ondan mı böyle oldu?” diyor.
*
Oradan çıktık son bir gayret...
Betûl Mardin’in kapısındayız.
“Betul Hanım evde mi?”
“Kim geldi diyelim?”
“Obezite Derneği’nden dersiniz, Bilgi Üniversitesi aracılığıyla bir aktivitemiz vardı da...”
Geliyor Betûl Hanım kapıya...
Bir şeyler söylüyorum...
Bir an duruyor...
Muzip muzip, “Ben bu sesi bir yerden tanıyorum”  diyor, “Ama bu sesin sahibinin kocası onu bu halde görse, katiyen tanımaz!”
Benim obezite dosyası yaptığımı biliyordu, bence oradan çaktı meseleyi.
İçeri giriyoruz, maskemi çıkartıyorum.
Bir macera daha burada bitiyooor...

YARIN:

Haberin Devamı

- Şişman olduğu için işten çıkarılan kız dava açtı... Ve kazandı...
- Onu işten çıkaran kim?
- İşten çıkarılan kızın avukatı neler anlatıyor?

Yazarın Tüm Yazıları