Şişmansan hiç çaren yok! İnsanların acımasız bakışlarına alışacaksın

Haberin Devamı

AYŞE 3 SAATTE 150 KİLO OLDU / FOTO GALERİ

Yüzümdeki maske nasıl yapıldı

Yaz sonu, aylardan eylül, günlerden pazar…
Uçaktan yeni inmişim...
Sabahın erken saatleri, in cin top oynuyor, La Martin Caddesi’nde bir stüdyo...
Çok heyecanlıyım.
Kendimce şahane bir projem var; bir ‘şişmanlık dosyası’ hazırlamak istiyorum, üstelik İstanbul sokaklarında aşırı şişman biri olarak gezme niyetindeyim.
Amacım, ‘içeriden’ yazmak, türbanda olduğu gibi.
Ama şişman olmak, daha doğrusu 150 kiloymuş gibi durmak, kolay değil.
Bedeni, kıyafetlerle hallettik diyelim, yüz ne olacak?
Sıradan makyaj yetmiyor.
Yanak lazım, gıdı lazım.
Türkçesi, benim yüzüme bire bir uyan maske lazım.
Nasıl olacak?
Kim yapacak?
Derya Ergün.
“Bu işte tek tabanca” dediler, “Bir numara...”
O, bir makyaj sanatçısı. ‘New York’ta 5 Minare’den, ‘Kurtlar Vadisi Filistin’e kadar bir sürü filmin, dizinin make-up supervisor’ı. Adam, bu işlerde almış başını gitmiş, eğitimler filan veriyor, öğrenciler yetiştiriyor, hocaların hocası.
Mr. 1 Numara’yı, “Beni şişman gibi gösterecek maskeyi yapar mısınız?” demek için arıyorum.
“Maske, Türkiye’de yapılırsa uyduruk olur. İskoçya’da yapılması gerekiyor. Ama meşakkatli iş. Ben önce sizin kalıbınızı çıkaracağım. O da meşakkali iş. Hadi yaptık diyelim, İskoçya’ya gidecek, bir buçuk iki ay sonra gelecek...” diyor.
Başıma açtığım işe bakar mısınız!
Ama başladık artık, geri dönmek yok.
“Tamamdır” diyorum, kalıp almak için sözleşiyoruz.

ÇÖP POŞETİ GİYDİM


İşte bu pazar, o pazar.
Boyundan bağlı tek parça bir elbise var üzerimde.
“Onu çıkarın” diyor, Mr. 1 Numara.
“Ne giyeceğim?” diyorum.
Bir çöp poşeti getiriyor, “Buna sarının...”
“Peki.”
Hoppalaaaa!
“Sabırlı bir insan mısınız?” diyor.
“Değilim” diyorum, “Tam tersine, her şey çabuk olsun isterim.”
“Hmm bu kötü, kötü!” diye söyleniyor, “Peki insanlara güvenir misiniz?”
“İş yaparken asla” diyorum, “Ama normal hayatta evet, inanırım, güvenirim...”
Yüzüme bakıyor, “Siz ne burcusunuz?” diyor.
Ne alakası varsa bu soruların, maskemi çıkarmasıyla...
“Yay” diyorum.
“İşe bak, ben de yayım!” diyor Mr. 1 Numara ve ben o andan itibaren Ayşe Hanım’dan Ayşe’ye terfi ediyorum.
“Bak Ayşe, maske kalıbı çıkarmak bela bir iş! Yay’sın diye kafadan söylüyorum sana. Bana tamamen güvenmen gerekiyor. Bana kendini teslim etmezsen, bir şeye benzemez bu maske...”
Saçlarımı geriye tarıyor ve bir bone takıyor.
Bir taraftan da silikon hazırlıyor, yüzüme sürecek, maskenin kalıbını alacak.
Ama benim anlattığım kadar basit değil efendim, silikon dediğiniz şey hemen donuyor, o yüzden acele ediyor.
Yüzümü sanki kille kaplıyor.
Kulaklarım dahil.
Giderek silikon, katılaşıyor ve ağırlaşıyor.
Demesin mi?
“Haberin olsun, dudaklarına da süreceğim. Konuşamayacaksın...”
“Nasıl yani?” dememe kalmadan sürüyor.
Şimdi sadece gözlerim ve burun deliklerim açıkta.
Ve felaket asla tek başına gelmiyor.
“Ayşe, gözlerini de kapatıyorum şu anda...” diyor.
Nasıl bir panik yükseliyor içimden size anlatamam.
Bütün yüzüm kapandı.
Aman Allah’ım her şey simsiyah!
Görmüyorum, konuşamıyorum.
Yüzümü, tam da benim yüzüm şeklimde bir tabuta koydular sanki.
Toprağın altında gibiyim.
“Ayşe” diyor Mr. 1 Numara, “Telaş etme, ben buradayım. Burun deliklerin de açık. Nefes alabiliyorsun. Elini kullanarak konuşabilirsin benimle...”
Nasıl konuşursunuz ki elinizle?
Bir sinir dalgası yükseliyor içimden!
Manyak mı ne, “Yay burcuyum bana güven” dedi, “Beni bu hale getirdi!”
Allah’ın La Martin Caddesi’nde bilmediğim bir yerde, tanımadığım bir adamla, çöp poşetine sarılı bir haldeyim, ağzım yüzüm balçık içinde.
Bitmedi mi bu daha ya!
Şimdi de bir şeyler yapıştırmaya başladı yüzüme...
“Bunlar sargı bezi” diyor, “Maskeden iyi sonuç alabilmek için bunlarla sarmak gerekiyor. Lütfen sabret...”
Elimle soruyorum: “Ne kadar?”
45 dakika demesin mi?
Delirmiş bu adam!
Ellerimle “Olmaz!” diyorum, ayağa kalkıyorum, “Gel biraz yürüyelim” diyor,
Nasıl yürüyeceğim?
“Bana güven” diyor, “Çok güzel olacak bu maske. Sen de işini iyi yapmaya çalışan birisin. Ben de öyleyim. Lütfen dayan...”
Geri oturtuyor beni.
“Ya bir şey olur da, burun deliklerim de kapanırsa?” gibi abuk sabuk şeyler geçiyor aklımdan.
Ölüm korkum, tavan yapıyor.
Kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum.
Zihnimde sevgilim ve Alya, sahilde birlikte koşuyoruz, gülüyoruz, “Bitecek” diyorum, “Bitecek, onlara kavuşacağım...”
Ve sonunda... İşkence bitiyor...
Tamamdır, kalıbım hazır.
Çekip çıkarıyor, işte yüzümün bütün hatları orada duruyor.
Mr. 1 Numara da, hayran hayran kalıbına bakıyor...

Şişmansan hiç çaren yok!

Safım ben saf!
Zannettim ki maske, İskoçya’dan gelecek, takacaksın, sokağa çıkacaksın!
Alakası yok.
Maske, et gibi bir şey.
Kendi başına bir şey ifade etmiyor, maskeyi Derya Ergün’ün zamklarla, tutkallarla suratıma yapıştırması gerekiyor.
Öyle hemen de tutmuyor, yapıştırıcıları yüzüme boca ediyor.
En sık duyduğum laf: “Sabırlı ol Ayşe!”
Bir makyaj üç saat sürer mi?
Sürüyor.
Çünkü maskeyi yapıştırdıktan sonra, bir de air brush’la boyuyor.
Ölme eşeğim ölme yani!

İMAJ GEREĞİ ESMER OLDUM


Neyse ki, ekibimiz neşeli!
Sabahın altısında Bağdat Caddesi’ndeki bir apartmanın ikinci katında buluşmuşuz, burası Derya Ergün’ün Anadolu yakasındaki stüdyosu, önce ciddi başlayan ilişkimiz, artık geyiğe dönmüş.
Ekibimiz kimlerden oluşuyor...
Mr 1. Numara’yı anlattım. Bir de Kiraz Hanım var, Kiraz Durdu, içi elyaf iki kostüm yarattı benim için, Devlet Opera ve Balesi’nden emekli. Saçlarım, kuaför Ümit Esendemir’e emanet, elinde siyah bir perukla dolaşıyor, yeni imajıma siyah saçın daha iyi gideceğini düşünüyor.
Sonra Berin var, Berin Yavuzlar, o da benim gibi gazeteci, bana bu dosyada acayip destek verdi, o olmasaydı belki de yapamazdım.
İstanbul sokaklarına onunla birlikte akacağız.
Ve tabii Emre var.
Fotoğrafçı Emre Yunusoğlu, bizim gazetenin en genç, en dinamik fotoğrafçısı. Mezbaha kesimi, Pakistan ve böbrek nakli işlerinde hep birlikteydik, obezite dosyasını da birlikte kotaracağız.

EN SEMPATİK ŞİŞMAN


Evet maskem, gittikçe yüzüme oturuyor.
Ooooooo!
İyice yapıştı.
Artık benim bir parçam, gülebiliyorum filan.
Aynadaki halim, gören herkesi şaşırtıyor, “Bu da kim?” diye.
Sempatik bir şişman oldum ben. Takma tırnaklar da tamam, Kiraz Hanım, “Gel parmaklarına büyük yüzükler takalım, yakışır” diyor.
Derken giyinme faslı...
Kiraz Hanım, “Üzerine şu ince kolsuz tuniği al ki, daha inandırıcı olsun” diyor.
Ve tral lal laaaaaaaaaa...
Hazırım.
Stüdyodan bir çığlık yükseliyor.
Ders 1: İki şişman bir asansöre sığıyor ama üçüncü biri binerse felaket oluyor!
Kapı kapanmıyor.
Hande ve Emre yürüyerek aşağıya iniyor.
İşte o anda Berin’le göz göze geliyoruz ve kahkahayı patlatıyoruz.
Berin diyor ki, “Başlıyoruz. Bakalım Cadde’de yürürken nasıl hissedeceksin, neler yaşayacaksın. Ben de merak ediyorum...”
Kış güneşi, mis gibi bir gün.
İştahım açık, canım simit istiyor, simitçiye doğru yürüyorum.
Endamımı görür görmez, “Abla, kaç tane istersin?” diye soruyor.
Oley başarmışım!
İnandırıcıyım.
Herkes çok şişman olduğumun farkında.
Simitçi bile.
Herkes bana bakıyor.
Bir ısırık alıyorum, sonra rahatsız olup, simiti çantama atıyorum.
Ders 2: Şişmansan, sokakta bir şey yemeyeceksin!
Daha çok dikkat çekiyorsun.
“Boşan da semerini ye!” dercesine bakıyorlar insanlar.
Evet, bakıyorlar, gözlerini dikerek bakıyorlar, dikkatli dikkatli bakıyorlar, inceleyerek bakıyorlar, kafalarında kilomu tartarak bakıyorlar, “100’ün ne kadar üzerindedir?” diye hesap yapıyorlar.
Şişmansan vay haline!
Alenen kötü bakıyorlar.
Yargılayarak.
“Zavallısın!” der gibi.
“İradesizsin!” der gibi.
“Suçlusun!” der gibi.
Tuhafıma gidiyor, seksi sayılabilecek kıyafetlerle dolaştığımda bile, bu kadar bakmıyorlardı!
Bu tespitimi Berin’e söylüyorum.
“Öyle” diyor, “Karşıdan üç kişi gelse, biri aşırı alkol tüketse, biri aşırı sigara içse, diğeri de aşırı yiyor olsa, bu üç bağımlıdan, şişman olan dımdızlak ortada kalır, herkes parmağıyla onu işaret eder. Obezsen bitti. Seni didik didik etme hakkı buluyor insanlar kendinde...”
Gerçekten de, her tarafımı inceliyorlar.
Yüzümü, gerdanımı...
Ama maske yüzünden değil.
Çünkü Berin’e de bakıyorlar.
Farklı olduğumuz için, onlara benzemediğimiz için...
Kadınlar, “Allah’ım sana şükürler olsun, ben böyle değilim” diye bakıyor.
Erkekler, ya yok sayıyorlar ya acıyarak bakıyorlar.
Ve tuhaf, kimse de baktığını saklamak için bir gayret göstermiyor.
Göstere göstere bakıyorlar.
Arada, “Ne bakıyorsunuz be!” diye haykırmak istiyorum.
“Bu bedenin içinde bir insan var!” demek istiyorum.
Bir anda başıma saksı düşüveriyor.
Ben maskesizken aynı hatayı yapıyor muydum acaba?
Ders 3: Şişmansan, insanların gözlerini dikip sana bakmasına alışacaksın!

MANASIZ ERKEK GEYİĞİ


Bir taraftan da, iki kadın gazeteci, kıkır kıkır gülüp eğleniyoruz Berin’le.
Çocuklar geliyor karşıdan.
Berin diyor ki, “Bak onların tepkisi en şahanesi!”
Gerçekten de beş-altı yaşlarında bir çocuk, yanındakine arkadaşını dürtüp, “Bu kadar şişmanını görmüş müydün!” diyor.
Çok sahiciler.
Bir okul dağılıyor o sırada, yeni yetme genç erkeklerin tepkisi en acımasızı! Bizi birbirlerine gösterip, “Tam sana göre, kim bilir bunun altında nasıl ezilirdin!” diye mavra yapıyorlar.
Manasız erkek geyiği işte.
Kim ne derse desin, bambaşka bir dünyaya geçiş yaptım, yalandan değil, sahici bir empati. Bakışlardaki acımasız yargıyı içimde hissettim.
Hay aksi! Ayakkabımın bağı çözüldü.
İşte en zor an.
Eğilip bağlamaya çalışıyorum, Berin uzaktan gülüyor.
“Obezlerin en büyük dertlerinden biri bu!” diyor.
“Neymiş o?” diye soruyorum.
“Sokakta ayakkabı bağlamak...”
“Evet ya” diyorum “Göbeğim, eğilmeme müsaade etmiyor, büyük bir engel...”
Sonunda ayakkabımı bağlamayı başarıyorum ve caddede yürümeye devam ediyoruz.

AHMET ALTAN KAÇTI

Aaaaaa Ahmet Altan!
Yanında Simin yürüyorlar.
Hemen koşuyorum koluna yapışıyorum, “Siz meşhur Ahmet Altan mısınız? Ben sizin hayranınızım” diyorum.
Suratıma donuk donuk, anlamaz gözlerle bakıyor, yürümeye devam ediyor.
Şaka mı bu!
Peşinden koşuyorum.
“Bir dakika” diyorum.
Resmen kaçıyor.
Çok komik, korkuttum mu ne?
“Ahmet? Benim ben, Ayşe” diyorum.
“Hangi Ayşe?” diyor.
“Ayşe Arman.”
Öyle bir bakıyor ki suratıma, “Yok canım daha neler!” der gibi. Yüzümde gözlük var diye düşünüyorum, hemen çıkarıyorum. Hayır, yine tanımıyor. O kadar seviniyorum ki, demek ki gerçekten başarılı bir şişmanım!
Ama bu cüssenin içinde kırılgan bir dişi yaşıyor.
Ahmet Altan gibi bir erkeğin benden kaçmasına üzülüyorum.
Ders 4: Şişmansan insanlar senden kaçıyor, üzülmemeyi öğreneceksin!

EN BÜYÜK GÜNAH TATLI

Şişman olmak, hayatta bir takım zorlukları kabullenmek demek.
Kafelerde istediğin yere oturman bile kolay değil.
“Oradan geçemezsiniz! Sandalyeler devrilir!
“Oraya sığmazsınız! Size dar gelir”
“Salatanız diyet mi olsun?”
“Kolanız light mı olsun?”
Her an, insanlar senin yerine karar verebiliyor.
“Hayır efendim, salata- malata yemeyeceğim, makarna yiyeceğim. Şişmansam şişmanım sana ne!” demek istiyor insan.
En büyük günah, yemeğin üzerine tatlı istemek.
“E artık onu da yeme be!” der gibi bakıyorlar adama.
Lokmalar boğazına diziliyor.
“Berin zormuş!” diyorum, “Hiç de normal davranmıyor insanlar...” “Sen daha çaylaksın, bir süre sonra alışıyorsun! Ama tabii inciniyorsun da...” diyor.
Ders 5: Şişmansan, insanlar senin yerine karar veriyor. Aldırmayacaksın, ne istiyorsan yapacaksın!

KIYAFET YOK YOK YOK                

Giyim, büyük sorun.
Çok büyük. Büyük beden satan yer, neredeyse yok.
Çok şişmansan ayvayı yedin!
Cadde’de bir sürü mağazaya giriyoruz, bizim ölçülerimize göre bir şey bulabilmek imkansız.
Tekstil açısından Türkiye’de şişmanlar neredeyse yok sayılıyor. Amerika’da meğer her markanın büyük bedenini bulurmuşsun, Calvin Klein, Tommy Hilfiger, burada ıh ıh.
Üstelik bir sürü önemli marka burada üretiliyor ve ihraç ediliyor.
Mango’da, “Hediye mi bakıyordunuz?” diyorlar.
Biz iki obez, abiye kısmına daldık ya...
Sinir oluyorum.
“Hayır şekerim” diyorum, “Kendime alacağım, bir yıl evde tutacağım, zayıflayınca içine gireceğim!”
Berin, “Şşşttt dur, dur, asabiyet yapma...” diyor.
Marks&Spencer’a giriyoruz, “Burada bize uygun bir şeyler vardır!”
Yok, orada da yok.
Ya da bir şey buluyorsun, anneanne işi. Yani genç şişmana hitap edecek bir şey yok.
Metrocity’deki Evans hariç.
Bütün şişmanlar biliyor orayı, büyük beden modern kıyafet bulabiliyormuşsun ama her şeyden sadece bir-iki tane geldiği için de hemen bitiveriyormuş.
Berin, o yüzden bir sürü şeyi internetten sipariş ettiğini söylüyor.
Ya da arkadaşları yurtdışından getiriyormuş, mesela üzerindeki siyah jean’i.
“Gel seni Altıyol’da bir yere götüreyim” diyor.
“Nereye?”
“Battal beden ihraç fazlası mal satan bir sürü mağazanın olduğu bir caddeye. Orada dantelli iç çamaşırı bile buluruz...”

DOLMUŞTA PANİK VAR

Altıyol’a nasıl gideceğiz?
Dolmuşla.
Elimi kaldırıp bir sarı dolmuş durduruyorum. İçeri adımımızı attığımız andan itibaren, insanlarda bir endişe dalgası uyanıyor:
“Eyvah! Kimin yanına oturacak!”
Arka koltuğa oturuyoruz.
Şişmanlar için en zor bölüm, dörtleniyor çünkü, biz iki şişman koltuğun dörtte üçünü kapladığımızdan, geriye kalan iki kişi, sığabilmek için özel şekillere girmek zorunda kalıyor.
Onlar eziyet çekmesin diye, biz öne doğru kayıyoruz.
Ders 6: Şişmansan, hassas da oluyorsun. Bedeninle kimseyi rahatsız etmek istemiyorsun.

AVRUPA-ANADOLU FARKI

İstanbul’un pek çok yerinde toplu taşıma araçlarına bindik, Anadolu yakasında insanlar çok daha sıcaktı. Avrupa yakası daha acımasız. Anadolu yakasında seni, ‘ailenin şişman kızı’ olarak kabul ediyorlar.
Ama bazı semtlerde yaşam hakkın daha az.
Nişantaşı mesela, epey zorlandık orada dolaşırken, daha alaycı bakışlar var, “Senin burada ne işin var” gibisinden ama Caddebostan, Göztepe şahane.
Altıyol’da kendimizi atıyoruz dolmuştan. Bir sürü şey deniyoruz, kotlar, kırmızı tişörtler, en azından bir şeyler bulabiliyor insan.
Sonra külotlara bakıyoruz.
İhraç fazlası eğlenceli külotlar buluyoruz ama şans eseri...
Yoksa şişmanların büyük pamuklu külotlara talim etmesi bekleniyor.

DERDİNİZ NE SİZİN?


“Bana bak, benim tamire gitmem lazım” diyorum...
“Ha anladım” diyor Berin.
“Yürü Mr. 1 numaraya gidelim, benim maske düşüyor artık.”
Silikon maske üç-dört saat kalabiliyor yüzde, sonra zamklar atmaya başlıyor.
Taksiye biniyoruz, gerisin geri Derya Ergün’ün akademisine gidiyoruz.
“Caddebostan lütfen!”
“Hava sıcak” diyor taksi şoförü, dikiz aynasından bize bakarak... “Size daha sıcak!”
Bak şimdi!
Herkesin bize dair bir fikri var, bizim hakkımızda konuşabiliyor, yargıda bulanabiliyor, tövbe tövbe...
Nedir insanların şişmanlarla alıp veremedikleri!
Caddebostan’da iniyoruz, Berin’in çiçek alacağı tutuyor.
Ama anladım, çiçekçinin haline üzüldüğü için alacak.
“Baksana adama zavallı” diyor, para uzatıp o güzelim mis kokulu nergislerden almak istiyor, ama çiçekçinin bozuğu yok, bende de yok, köşedeki gazete bayiine gidiyor, bense öyle dikiliyorum, elim yüzümde maskem düştü düşecek...
Neyse parayı bozdurdu geldi, adama uzatıyor.
Adam ne derse beğenirsiniz?
“Çok zor değil mi şişmanlık?!” diyor.
Sen güneşin alnında çiçek satıyorsun, kız sana acımış, koşmuş para bozdurmuş, sana yardım etmeye çalışıyor, sen onun halini kendininkinden beter görüyorsun.
Vay, vay, vay...
Şişmanız ya, en kötü durumda olan biziz!
Yukarı çıkıyoruz, Mr. 1 Numara yüzüme bakıyor, “Ooo kaportayı çizdirmişsin, hemen rötüş yapalım” diyor.
Çıkarmadan maskenin bazı yerlerine yapıştırıcı sürüyor.
Bir maske daha var ama onu yarın kullanacağız.
Operasyon tamamdır, tekrar sokaklardayız.
Acıktık, Mc Donalds’a mı gitsek, Kentucky Fried Chicken’a mı?
E madem şişmanız, hem hamburgerleri yeriz hem de Kentucky’leri alır, sahile gider, denize nazır şöyle bir karnımızı doyuruveririz.
İnsanlar size sürekli, “Yeme, yeme!” dedikçe, kafanızın arkasındaki ses de durmadan telkin ediyor: “Ye, ye, yeeeeeeeee!”
Toplum şişmanları, parmakla gösterdiği için bir süre sonra insanda şöyle bir duygu gelişiyor: “Şişmanım ve hatalıyım!”
Kendini suçluyorsun...
Yememek istiyorsun ama yiyorsun...
Ve hep yerinde patinaj çekiyorsun.
İçinden çıkamadığın bir fasit daire gibi şişmanlık...

 

Yazarın Tüm Yazıları