Mesajınız var...

Ramazan Bayramı’nın hemen ertesi günüydü...

Hiç tanımadığım biri, hiç tanımadığım birinden, hiç tanımadığım sizlere iletmem için, Kurban Bayramı mesajı getirdi.

Odamdaydım.
Gazete okuyorum.
Bi kız arkadaş geldi.
Hiç tanımıyorum.
- Merhaba.
- Merhaba.
- Size bir mesaj getirdim.
- Kimden?
- Tanımıyorum.
- Nasıl yani?
- Bayramda arkadaşlarımla birlikte Darülaceze’ye gittik, ziyarete... Sohbet ederken nerede çalıştığımızı sordular, söyledik, orada kalan bir beyefendi beni kolumdan tuttu, elinde Hürriyet Gazetesi vardı, açtı üçüncü sayfayı, sizin fotoğrafınızı göstererek, “Yılmaz’ı tanıyor musun?” diye sordu, “hiç tanışmadık ama aynı binada çalışıyoruz, siz nereden tanıyorsunuz?” dedim, “tanışmıyoruz” dedi, “söyleyeceklerimi söyle ona, anlar o, gerisini herkese söyler...”

Söylediği şu...

“Şeker Bayramı diye, bize ha bire şeker, çikolata, baklava filan getiriyorlar, biz zaten hepimiz şeker hastasıyız, ayıp olmasın diye mecburen yiyoruz, sevindirelim derken öldürecekler bizi!”

“Önümüz Kurban Bayramı, bu sefer et getirecekler, sağ olsunlar ama, bizim aramızda neredeyse kalp hastası olmayan yok, kolesterolümüz felaket, kavurmayı nasıl yiyelim?”

“Yiyecek içecek sıkıntımız yok, bize burada gayet iyi bakıyorlar, ziyaretimize gelenler eli boş gelmek istemiyorsa illa, meyve getirsinler bari... Ama meyveyi de kaliteli almasınlar, yaşımız belli, herkes protez, dişimiz kesmiyor, hafif pörsümüş, ucuzundan getirsinler.”

Ben hayatımda bu kadar güldüğüm ama, bu kadar utandığım bir başka mesaj almadım.

Yıllardır yaptığım “Darülaceze’de bayram” haberleri geçti gözümün önünden... Hesapta çok iyi kalpliyiz ya, vicdanlarımıza su serpen o rutin haberler... Güya mutlu etmek için ağzına lokum sokuşturduğumuz yapayalnız teyzeler, dumanı tüten kavurmaya ekmek bandırdığımız unutulmuş amcalar... Fona da yapıştır, ikinci bahar müziğini... Sevap bi nevi.

Yeyin gari!

Halbuki, ne kadar yapmacık, düşüncesiz, hoyrat... Ve, suratıma tokat gibi çarpan bu mesajdan da dank ettiği gibi, aslında ne kadar şuursuz.

“Anlar o, gerisini herkese söyler” demiş benim için... Bugüne kadar anlamadığım ama, bu dersle öğrenip herkese söyleyebileceğim şu: Cami avlusunda simit kırıntısıyla beslediğimiz güvercin değil onlar, insan... Bekledikleri, üç dakika samimi sohbet, tek dal çiçek, hepsi o.

Üstelik, bayramdan bayrama açık görüş yapılan cezaevi de değil, orası... Hem kapıları, hem de hiç tanımadığı insanları kucaklamak için bekleyen kollar...
Hep açık.
Yazarın Tüm Yazıları