Kutlu bir doğum

YÜZ bin liralık, on milyon liralık hayat sorusu:

“Haritacı olsanız, nasıl bir aşk mektubu yazarsınız?”
Hayatın en hüzünlü gününe, şöyle bir cümleyle başlamışsınız:
“Artık bir gömleğim yok ama bir haritam var.”
Biraz hayal gücünüzü çalıştırın. Yaratıcı olmaya çalışın.
Bundan 2010 yıl önce bir haritacının yazdığı “aşk mektubu” şöyle anlatılıyordu:
“Harita garipti. Üzerindeki her şey ve yön, haritacının umutsuz bir aşkla sevdiği, ölümcül hastalığa tutulmuş nişanlısının adıyla kayıtlıydı. ‘Onun mahallesi, Onun çeşmesi, Onun sokağı, Onun bahçesi, Onun gittiği kütüphane, Onun ninesinin kabri, Onun atını bağladığı ağaç’ gibi harita üzerindeki tüm koordinatlar onunla irtibatlandırılarak veya ona ithaf edilerek çizilmişti.”
Haritaya çizilen aşk devam ediyor:
“Kemikleri çoktan toprak olmuş bu âşık haritacı için sevgilisinden başka hiçbir şey yoktu görecek... Her şeye kördü onun nefsi. Neye baksa o. Neyi görse o. Her yer ve her yön, sevgilisinin gölgesinde.”
Umutsuz haritacıdan, muhteşem bir Atilla İlhan tiradı.
“Kime baksam sensin...”
Madem başladık sorulara devam edelim.
¡ ¡ ¡
Hazreti İsa’nın doğumunu en güzel kim anlatabilir?
Bir Hıristiyan erkek mi, yoksa Hıristiyan kadın mı?
“İkisinden biri” diyebilirsiniz.
Peki soruyu şöyle sorarsam:
Meryem Ana’nın doğum yapmasını kim en iyi anlatabilir?
Daha doğrusu “babasız bir çocuğa gebe kalan” bir kadının halinden en iyi kim onlar?
Herhalde bir kadın değil mi?
Hıristiyan bir kadın...
Bugüne kadar “Bir Hıristiyan kadın anlatabilir” diye düşünüyordum.
Bir kitap okudum, fikrim değişti.
Meryem Ana’nın doğum yapışını en iyi Müslüman bir kadın anlatabilirmiş.
¡ ¡ ¡
Geçen hafta Sibel Eraslan’ın “Siret-i Meryem” adlı kitabını okudum.
Meryem Ana’nın hayatını anlatıyordu.
Alt başlığı “Cennet kadınlarının sultanı” idi.
Meryem Ana, eskiden beri hep dikkatimi çeken bir kutsal figürdür.
İkonalarda falan hep görürdüm, ama nedense hep oğlu İsa’nın gölgesinde kalmış bir kadın gibi hayal ederdim.
Nedense onu her düşündüğümde aklıma Enis Batur’un bir dizesi gelir:
“Erkeğim ben bir daha doğuramam seni...”
Seven erkek, “gebe bırakmanın” nasıl güçlü, karşı konulamaz bir duygu olduğunu bilir.
Ama hayali bir erkekten gebe kalmak?
Meğer bunu en güçlü şekilde Müslüman bir kadın anlatabilirmiş.
Sibel Eraslan’ın kitabını başladım ve bitirdim.
¡ ¡ ¡
Sibel Eraslan, “Vakit” gazetesinde yazan bir kadın yazar.
İslam’ın kadın figürleri onu cezp ediyor. O kadınları, içerden ve derin bir aşkla yazıyor.
Daha önce Hazreti Ayşe’yi yazmıştı.
Şimdi, hem Hıristiyanlığın hem İslam’ın kutsal bir kadın figürünü anlatıyor.
Yine aşkla.
Kitabın “Bismillah” kısmına şöyle başlıyor:
“Bir kınaçiçeği gibi dokunulmasını bile beklemeden fırlattım içimi o güzel kadına doğru. Parçalandım. Paramparça oldum.
Aşkın yok olurcasına küçülmek olduğunu bir kere daha öğrendim.”
“Hepsi de aynı karasevdanın kara gözlü yolcularıydı.”
Ve arkasından Cariye ile Şah arasındaki o harika diyalog:
Cariye: “Seni seven neylesin?”
Şah: “Hiç korkmasın, söylesin.”
¡ ¡ ¡
Beş altı yıldan beri gözlemlediğim bir şeyin adını koymaya çalışıyorum.
İslami kesimin kadınlarında beni şaşırtan bir açılım var.
Artık içlerindeki aşkı hiç korkmadan söylüyorlar.
Hem de İslami kesimin erkeklerini derinden korkutacak şekilde.
Meryem Ana’nın Hazreti İsa’yı doğurması ile ilgili bu harika kitap, İslami kadının iç dünyasındaki gerçek doğum sancılarını da anlatıyor bana.
İsterseniz adını koyayım.
Kutlu bir doğuma hazırlanıyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları