Başbakan ve AKP’lilere hatırlatma

HAZRETİ Muhammed, İbn-i Mesud’a şöyle buyurmuş: "Oruçlu gününde sakın yüzü asık olma!"

Birkaç gündür Başbakan’ın ve AKP sözcülerinin demeçlerini dinler, televizyondaki yüz ifadelerini izlerken aklıma bu hadis geldi.

Dinci gazetelerdeki köşe yazılarına bakıyorum, onlar için de durum pek farklı değil.

İşleri güçleri dedikodu yapmak, hiç tanımadıkları insanlara yakıştırmalarda bulunup hak yemek, kendini savunamayacak durumdaki insanlara zulüm etmek!

Belli ki onlar da "Nice oruçlu kimseler vardır ki oruçtan nasibi, sadece açlık ve susuzluktur. Çünkü bu tür insanlar dedikodu eder, hak yer, zulüm ederler. Oruçtan nasip alamazlar" hadisini duymamışlar.

"Bu arkadaşların hepsi, imam hatipleri bitirmişler ama oruçlu halleriyle yaptıklarına bak" diye düşündüm.

Acaba imam hatiplerdeki din eğitimi, zannettiğimiz kadar iyi değil mi? Bu işe bir bakmakta yarar var.

Ezberletilmiş bilgi yerine, bilgiyi özümsemeyi ve içten gelerek onu yaşamayı sağlayacak bir eğitim sistemine geçmek gerekiyor sanıyorum.

Nihat Hatipoğlu
’nun köşesinde okuduğum hadislerden birinde de şöyle deniliyor:

"Oruçlu eğer yalan sözü ve başkalarını kandırmayı bırakmazsa Allah’ın onun yemesini, içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur. Yani gerçek bir oruç tutmuş olmaz. Bu orucun manevi bereketini kazanamaz."

Ben uyarmış olayım da dini bütün bu beylerin, bu yaz sıcağında aç susuz akşam ezanını beklemeleri bir işe yarasın dedim.

Büyük soygundan bir enstantane

ŞİMDİ anlatacağım öykü, Cumhuriyet tarihinin en büyük vurgunlarının yaşandığı günümüzden küçük bir kesit.

Bir yabancı şirket, uzun yıllar arama yaptıktan sonra Türkiye’de bir "maden sahası" bulur.

Madeni işletmeye sıra gelince, "Türkiye’de kimin zengin olacağına, kimin fakir düşürüleceğine karar verme konusundaki tek yetkili", işaretini verir: "Bizim çocuk" bu işe ortak olsun!

"Bizim çocuk" mecburen ortak olarak işe alınır. Yüzde 15 hisse, yüzde 25 opsiyonla yabancı şirketin yerli ortağı olur.

Para filan ödemez elbette. "Allah bana, ben sana" sistemi geçerlidir. Maden işletilecek, bizim çocuk da elde ettiği kár ile aldığı hisselerin bedelini ödeyecektir.

Arkadaşlarım bu "işaret" ile bizim çocuğa kazandırılan paranın 300-400 milyon dolar civarında olduğunu hesaplıyorlar.

"Tek seçicinin" bu işten ne elde ettiğini hesaplayabilmeye elbette olanak yok.

Belki "Bir işaretimle neler yapıyorum" diye mutlu olmak için, belki "İleride gerekli olur" diye düşündüğü için, belki de "Çeşme akarken testiyi doldur" prensibine inandığı için! Kim bilebilir ki?

Dediğim gibi bu "büyük soygunun" küçük bir parçası.

Hayatlarının sonuna kadar iktidarda kalacaklarını düşündükleri için böylesine pervasızca "çalışabiliyorlar".

O gün geldiğinde bütün bunların önlerine serileceğini, soluğu Yüce Divan’da alacaklarını hiç akıllarına getirmiyorlar.

Benden duymuş olmasınlar ama o gün mutlaka gelecek.


Vicdansızlığın bu kadarı

İSTANBUL İl Genel Meclisi, Türkan Saylan’ın isminin 21 yıl gönüllü başhekimliğini yürüttüğü İstanbul Lepra Hastanesi’ne verilmesi teklifini AKP’li üyelerin oylarıyla reddetti.

Kendilerinden bekleneni yapmaları normal!

Türkan Saylan’ın adı, onlar isteseler de istemeseler de bu ülkede yaşayacak.

Gerek hekim olarak yaptıklarıyla, gerekse çağdaş yaşam değerlerine bir yurttaş olarak bağlılığı ve bunun gereklerini yerine getirmekte tereddüt etmemesiyle yaşayacak.

Tarih, o ret oylarını verenleri hatırlamayacak bile.

Türkan Saylan’a, bu çevrelerin neden düşman olduğu belli.

O, okuma olanağı bulamayan çocukları, tarikat yurtlarının ve okullarının eline düşmekten kurtardığı için bu beyler tarafından hiç sevilmiyor.

Düşmanlıkları o kadar gözlerini bürümüş ki şimdi Saylan’ın öncülüğünü yaptığı dernekten burs alan gariban çocuklar bile savcılık emriyle "terör araştırmasına" tabi tutuluyorlar.

Vicdansızlığın bu kadarına tanık olduktan sonra, Saylan’ın adının hastanesine verilmemesine neden şaşıralım ki?
Yazarın Tüm Yazıları